Türkiye’de opera ve bale seyircisinin azaldığından söz eden bir haber duruyor karşımda. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) 2016 yılına ilişkin opera, bale, orkestra, koro gibi etkinliklerdeki düşüş yüzdelerini paylaşmış. Hele, opera ve balede hem seyirci hem eser üretimi olarak yaşanan gerileme dikkat çekici. Bu haberi okuyup da şaşıran oldu mu acaba? Yıllardır bilinçli olarak izlenen çarpık kültür politikaları meyvelerini veriyor. Sanatın içine tükürmeyi marifet sayan bir zihniyetin elinde yakın gelecekte ne balenin esemesi okunur ne de operanın. İstanbul’u ele alacak olsak; zaten 2008’den bu yana, AKM çürü- meye terk edilmiş değil mi? Bu güzelim şehrin silue- tini bozan onca gökdelenler, köprüler ve de köprüler inşa edilirken bir opera ve bale salonu, bir konser salonu inşa edilemedi. Buna ihtiyaç duyulmadı. AKM’nin yeniden hayata dönmesi için sanat dünyasının verdiği uğraşlar göz ardı edildi. Bundan sonra Taksim’e bu büyük boşluğu dolduracak bir sanat mekanı inşa edilir mi? Hasbelkader edilirse de ne tür eserler repertuvarda yer alacaktır acaba? Çünkü şimdi sıra, anlamakta zorlandığım “millete yabancı zihniyetler” konusuna geldi! Ne demektir bu? Çağdaş dünyada olduğu gibi bizde de ulusal kültüre yönelim elbette ki evrensel değerler içinden geçerek olacaktır. Daha 1930’larda, hatta öncesinde bu konular üzerinde çok konuşulmuş ve ne kadar doğru saptamalarda bulunmuş sanat insanları. Bu sayede yeşermiş sanat bu ülkede... Evet, bugünlere geldiğimizde ise, seyirci oranlarındaki genel düşüş 2000’lerden bu yana sanatın önünün bilinçli olarak kesilmesiyle bağlantılı... Bir diğer haberde de, Ensar Vakfı’nın 38. olağan genel kurulunda konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 14 yıldır iktidarda olan Ak Parti’nin sosyal ve kültürel iktidar konusunda sıkıntıları olduğunun altını çiziyordu. Ecdada ve dine duyulan husumetten söz ediyordu! Sadece Ak Parti’nin ve yandaşlarının hegemonyasında mı bu ülkenin tarihi ve dini değerleri? Özetlemek gerekirse; eğitimden, sanattan teknolojiye pek çok alanın “millete yabancı zihniyette” kişilerin elinde olduğuna değiniyordu Cumhurbaşkanı. Evrensel değerler düşünüldüğünde, insanı endişelendiren, düşündüren ve de ürküten bir bakış açısı.

Bu söylem üstüne yüzümü bir kez daha Atatürk’e dönüyorum: 27 Ekim 1932’de yaptığı bir konuşmada şöyle diyor eğitim konusunda: “... toplumu günümüz icaplarına göre ilerletmek için ilim ve fen lazımdır.” Ve devam ediyor. “İlim ve fen teşebbüslerin merkezi, uygulamaları ise mekteptir. Mektebin vereceği ilim ve fen sayesindedir ki Türk ulusu, sanatı, iktisadiyatı, şiir ve edebiyatı, bütün mükemmel ve yeni şeyler ile inkişaf eder. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız.” Yine aynı yıl içinde, bir başka konuşmasında da, “Kültür işlerimiz üzerinde, ulusça gönüllerimizin titrediğini bilirsiniz” derken tarih bilgimizi doğru temeller üstüne kurmanın ve dilimizi zenginleştirmenin önemini vurguluyordu. Türk Tarih Kurumu ile Tarih Araştır- maları Vakfı’nın temelle- ri o yıllarda atılmıştır. Bu alan- da söyleyecek söz çok ama yer dar.

Dünyanın saygın ülkeleri ilim ve bilim evliliğini doğru kurgulamış, sindirmiş ülkeler. Kültür, alanlarında söz sahibi pek çok uzmanın belirttiği gibi, çoğulcu bir kavram olarak eğitimden bilime, sosyal yaşama, sanata, dine pek çok disiplinin bir araya geldiği bir bütün. Bu bütünün altındaki temel direklerin birtakım politik çıkarlarla çekilip alınması zaten bir değerler erozyonu içine yuvarlanmakta olan toplumu her anlamda daha da yıpratacaktır. Şurası bir gerçek ki günümüzde insanların hareket alanları bilinçli olarak daraltılıyor. Eğitim ve sanat bağnaz yöneticiler tarafından yokuşa sürülüyor, tutucu politikalar belli alanlara odaklanmaları hızlandırıyor ve şiddetin her türlüsü giderek tırmanıyor.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr