Baydar kitapta “Batıdan gelen Türk”le -aslında yazarın kendisinden başkası değil- yakılıp yıkılmış bölge insanının içeriden bakışını karşılaştırıyor. “Hendekçi çocukları hendeklerin arkasından çıkarıp önüne geçirmek için ne yaptık? Onlara eşit ve özgür yaşayacakları bir ülke verebildik mi?” sorusuna içten ve yazarın kendi aydın kimliğini de masaya yatırması dolayısıyla cesurca bir cevap arayışı aslında bu kitap.

Baydar’ın kendisine sorunca “diyalogları bitirdiğinde ne yanıt bulduğunu”, “hiçbir şey yapmadık” diyor: “Hendekçi çocukları hendeklerin bu tarafına çekmeyi başaramadık, başarmak için de hiçbir şey yapmadık. Devlet ve iktidar kadar Türk milliyetçiliğini de kuşatmış olan haklarını isteyen Kürtlere karşı nefreti aşamadık. Aksine Kürtleri derin bir duygu ve yürek kopuşuna sürüklemek için her şey yapıldı. Bazen bunun bilinçli olduğunu, Kürt halkını ezip yok edemeyeceğini gören iktidarın savaşı ve kopuşu istediğini düşünüyorum.”

Baydar, “Suriçi’nin yakılıp yıkıldığı, top ateşine tutulduğu, içerde ölenlerin cenazelerinin bile aileler tarafından teslim alınamadığı günlerde, Sur kuşatması sürerken karar verdim Diyaloglar’ı yazmaya” diyor. 31 Aralık 2015 tarihinde başlayan diyaloglar için, “Kitaba diyalogların başlangıç tarihi olarak giren 31 Aralık’ta gerçekten de kar yağıyordu Diyarbakır’a. Her şey o kadar hüzünlüydü, sesimizi duyurmakta öylesine acizdik ki, metin bir çığlık gibi gelişti” diye de ekliyor.

Batıdan gelen Türk’ benim

Baydar kitaptaki diyaloğun ‘taraf’ olmayan taraflarından biri olarak konumlandırdığı “Batıdan gelen Türk”ün kendisi olduğunu hiç gizlemiyor zaten. “Kendinizle de bir yüzleşme değil mi aslında bu metin” sorumuzu da açıklıkla yanıtlıyor:

“Batıdan gelen Türk bendim, benim gibilerdi; yani Kürtleri anlamaya, acılarına ortak olmaya çalışan, bir şey yapabilir miyiz diye çırpınıp savaşçı akıl karşısında yenildiklerini görenler. Diyaloğun öteki tarafı da çatışmaların bitmesini isteyen, barışı özleyen ama Kürtlerin haklarına, onurlarına, taleplerine sonuna kadar sahip çıkan bir bölge insanının sesiydi. İki tarafın militan savaşçılarını konuşturmadım, zaten onların diliyle konuşmayı, konuşturmayı beceremezdim.”

‘Savaşanlara barışın gücünü gösterelim’

“Bütün olup bitenlerden ve olacaklardan sonra ortak vatanda birlikte yaşama irade ve isteğinin çok zayıfladığını görüyorum. Bu beni çok yaralıyor ama asıl korkutuyor; çünkü iki tarafın savaşçıları da barışa hazır değiller. Bu da bir süre daha şiddet, yıkım, ölüm demek. Barışı ancak ve ancak Kürt halkının haklı taleplerini masaya yatırarak, müzakere ederek ve her iki tarafın da hakikatleri araştırmaya, yüzleşmeye niyetli olmalarıyla sağlayabiliriz.

Bizim yapabileceğimiz, savaşanlara barış isteminin gücünü göstermek. Bu da öncelikle biz Türk tarafının, batının sorumluluğunda. Her okuru hedefliyorum. Özellikle, savaştaki paylarını fark etmeyen, kabullenemeyen, ‘En iyi Kürt kötü Kürttür’ sözünü duyup da irkilmeyenleri. Ve ölümleri, yakımları ‘savaş firesi’ sayan savaşçı kafaları…”

Eray Ak’ın Oya Baydar’la “Surönü Diyalogları” üzerine söyleşisini, perşembe günü Cumhuriyet Kitap ekinde okuyabilirsiniz.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr