“Daha önce yapmışlardı, bu akşam da yaptılar, yine yapacaklar... her seferinde sadece çocuklar gözyaşı döküyorlar” satırlarını yazdığında Harper Lee vicdanımızı çocukluğumuzda kurguluyordu. Kötülük ve zulüm hep vardı ve hep olacaktı, vicdan ve adalet ise çocukluk hallerimizin masumluğunda ve şaşkınlığında gizlenmiş bizi bekliyordu.

Tek bir kitap ile nesiller boyu ve nesiller ötesi insanlığımızı yakalayabilmemizin önünü açan Harper Lee’nin ölüm haberi geldiğinde ilk işim yetmiş küsur yaşındaki annemi arayıp teşekkür etmek oldu, minicik bir ilkokul öğrencisi iken “Bülbülü Öldürmek” romanını elime tutuşturmuş olduğu için. Akıl ve erdemi semalarda aramak yerine, bilgiyi çocukların meraklı sorularında, adaleti ise babaları Atticus Finc’in yürekli direnişinde bulabileceğime kanaat getirmem için ne annem ne de Harper Lee beni zorladılar. Vicdanın bende saklı olduğunu, vicdanımı yeşertmenin, geliştirmenin ve bilince dönüştürmenin benim elimde olduğunu, yaşım ilerledikçe vicdanıma ve bilincime sahip çıkmayı unutmama sorumluluğunun da yine bende olduğunu bu kitabın sayfalarında idrak etmeye başlamış olduğumdan eminim. Harper Lee’nin satırları, masumu koruma ve masum olana sahip çıkma öğretisini yakalamanın en kolay yolu olan kendi çocukluğumun sesini bulmama aracı oldu. Yıllar sonra kendi oğluma “Dinler, insanlar büyüdükçe çocukluklarının sesini duymaz oldukları için, bu sesi hatırlasınlar diye ortaya çıkmışlardır” diyebilmeyi de Harper Lee’den esinlediğimi düşünürüm hep.

Direnişin öyküsü

Güney eyaletlerinde kurumsal ve kültürel ırkçılığın ve ayrımcılığın kol gezdiği yıllardaki ABD’de geçen “Bülbülü Öldürmek” romanı masumiyetin ve saflığın nasıl yok edildiğinin anlatısı olduğu kadar ne denli cılız olursa olsun direnişin de öyküsüdür. Direniş kaybeder, çocuklar ister istemez saflıklarını yitirirler, bülbül öyle ya da böyle öldürülür, ama nedense kötülük kazanmaz. Geriye kötülerin ve zalimlerin verdiği zararlar ve yıkıntılar kalmış olsa bile neyin doğru neyin yanlış olduğundan her zamankinden daha emin kapatarız kitabın son sayfasını, baba “Merak etme insanların büyük bir bölümü aslında iyidirler” diyerek kızının umudunu ayakta tutmaya çalışırken.

Bir çocuk romanı olarak bilinse de “Bülbülü Öldürmek” aslında seküler aklın temel eserlerinden biridir. Doğruya ve haklılığa ulvi ve uhrevi öğretiler ve korkular dolayımıyla ulaşılmaya çalışılmasındaki en büyük eksiklik, bu anlatıda karşımıza çıkan çocukluk, masumiyet, merak, direniş ve yenilgi karşısındaki vakar ilişkisinin insan aklı ve vicdanıyla ulaşılabilir olduğuna olan güvensizlikten kaynaklanır büyük ölçüde. Çocuk saflığındaki merakların izini sürdüğümüzde, onların vicdanlarının dile gelmesine ve gelişmesine izin verdiğimizde eleştirel akıl ister istemez ortaya çıkar. Belki hırpalanır, belki yenilir ama çocuk gözyaşlarında insanlığımızın ahlakını yakalayabiliriz, yukardan birilerinin bize emretmesine gerek kalmadan.

Saraylar ve kitaplar...

Harper Leenin ölüm haberini radyoda duyduğum anda, adamın birinin “Savaşa Hayır” diyen aydınları “Dikili taşları bile yok” diyerek eleştirdiğini okuyordum şaşkınlık içinde. Bazılarının sarayları, bazılarımızın ise “Bülbülü Öldürmek” gibi kitapları var. Bazıları insanların uhrevi korkularından kendilerine siyasi rant çıkartarak yığınla dikili taş sahibi olurken, bazılarımız Harper Lee’nin romanındaki ufalaklara benzer biçimde ağaç kavuklarında doğrunun izini sürmeye çalışırken çocuklar gibi gözyaşı döküyoruz her gün.

Harper Lee, tıpkı dilimizin en mükemmel şairi Ahmed Arif gibi, “iyi çocuklara ve kahramanlara... namussuza, haldan bilmeze, kahpe yalana” güzelin ve doğrunun nerede ve nasıl bulunabileceğini tek bir eserle işaret edip bu dünyadan göçtü. Geride, masum bir siyah adamı linç edilmekten kurtaran ama ölümden kurtaramayan Atticus Finch kadar yürekli analar, babalar ve eğitimciler kaldı. Dikili taşlardan çok bu yürekler lazım çocuklarımıza.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr