İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu ‘Hacivat’la Karagöz’ oyununa benzetiyor. “Sahnede Hacivat ve Karagöz’ün birbirine girdiğini görürsünüz. Arkaya geçtiğinizde göreceğiniz tek şey ise birbiriyle kavga eden iki kişiyi oynatanın aynı kişi olduğudur. Önce doğru teşhisi koyalım. Daha büyük fotoğrafta emperyalizmin senaryosu var” diyor. Kocasakal ile Galata’daki baro binasında bir araya geldik. Ülke gündemini konuştuk.

- Cumhurbaşkanı’na hakaretten tutuklananlar var. Polis, sosyal medyada yazılanlar üzerine evlere baskın düzenliyor. Bu tabloyu nasıl yorumlarsınız?

Topluma mal olmuş kişilerin başında politikacılar geliyor. Bu kişiler, eleştirilere daha fazla katlanmak zorundadır. İngiltere’de zamanında Tony Blair'i fino köpeği olarak çizdiler. Tasmasından tutup gezdiren Bush’tu. Blair'in gıkı çıkmadı. Bizde, Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu, ifade özgürlüğünü, eleştiri hakkını ortadan kaldıracak ölçüde bir baskı aracı olarak kullanıyor. Bu çok vehamettir. Benim siyasi iktidarın zihniyetiyle, onu temsil edenlerle, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere nasıl bir mücadelem olduğunu herkes biliyor. Eleştirilerinizi en ağır ve en sert şekilde ama hakaret etmeden yapmak durumundasınız. Ben hukukçu olarak onu kişi olarak görmem. Cumhurbaşkanlığı makamı olarak görürürüm.

- Yargıtay başkanı İsmail Rüştü Cirit’in Rize ziyaretini izlediğinizde bir hukukçu olarak ne hissettiniz?

Müthiş bir üzüntü ve acı hissetim, çok samimi söylüyorum. Victor Hugo, ‘Cumhuriyet’in yargısı onun onurudur’ der. Yurt gezilerine katılmak istiyorlarsa, Cumhurbaşkanı’nı çok seviyorlarsa, derhal istifa etsinler, siyaset yapsınlar. Tarihe çok kötü biçimde geçecekler. Şunu unutmasınlar. Bugünler gelip geçecek. Değer mi? Her şeyden kaçabilirsiniz ama aynalar bir süre sonra sizi rahatsız etmeye başlar. Birilerinin, başkanlara (yüksek yargı başkanları) şunları anlatmaları lazım. Anlamadıklarını görüyorum. Türkiye’de müthiş bir çarpıtma var. Milli irade yalanı ve miti. Tarihe baktığınızda, milli iradeyi en çok kullanan iki kişi var. Şimdi üç oldu. Hitler ve Mussolini. Olan şu, seçmin tercihinin milli irade olarak yutturulması.

- Yüksek yargı başkanlarının o görüntüleri vermelerinin sebebi bu 'milli irade miti' mi yani?

Fransız devrimi milli iradenin yerine milli egemenliği armağan etmiştir. Siyasi iktidar, ilk üç madden bile daha çok Anayasa’nın 6. maddesinden haz etmez. Bütün maskeleri düşüren maddedir 6. madde. ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ der. Egmenlik kayıtsız şartsız Meclis’indir demez. ‘Biz millete gideriz onlar yargıya’ deniyor ya... 6. maddeden anlıyoruz ki; yasama gücünün kaynağını ne kadar Anayasa’dan alıyorsa, yargı da o kadar Anayasa’dan alıyor. Yani Türk milletinden alıyor. Cumhurbaşkanı’nın yargıya söylediği her söz, her tehdit, her hakaret doğrudan doğrudan doğruya millete, 78 milyona söylenmiş oluyor. Bunu anlayalım. Bunu yargı başkanları da anlasın. Danıştay Başkanı’nın Cumhurbaşkanı’nın yanında eğilmesi, önünü kapatmaya kalkması, Yargıtay Başkanı’nın çay toplaması, bunlar ayıp şeyler. Kamu vicdanı bunları not alıyor. Yargıtay Başkanı’nın başkanlığa geliş sürecinde izlediği yol bizlere bir şeyler söylüyor, tesadüfi değil. Yüksek yargı başkanı olma niteliğini yitirmişlerdir. O saygınlığı, tarafsızlığı ve bağımsızlığı kendi elleriyle yok etmişlerdir. Bundan sonra bizim açımızdan ağızlarıyla kuş tutsalar bir şey ifade etmiyor. Bir insanın çocuklarına bırakacağı en değerli miras onurlu bir hayattan ibaret. Mirasınızda bu yoksa her şey boş.

- Akademisyenlere yönelik baskıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Akademisyenler, zamanında çok büyük bir hata yaptılar. Bu canavarı kendileri yarattılar. 2010 referandumunda ‘yetmez ama evet’ cephesini oluşturdular. Şunu anlayalım: 2010 referandumu bugünkü binanın temelidir. Halbuki orda bir tek amaç vardı; yargıyı ele geçirmek. O zaman Erdoğan’a methiyeler düzenler, bir bakıyorum ki, bazı gezete köşelerinde Türkiye’nin faşizme gittiğini söylüyorlar. Hani diyorlar ya; it’s too late. (Çok geç) Hatırlayınız o zaman ordu tarumar edilirken, şimdi kumpas olduğu anlaşılıyor, ne deniyordu? Türkiye bağırsaklarını temizliyor, duş alıyor. Ben şunu demiştim; duş temiz suyla alınır. O zaman bize demediklerini bırakmadılar. Bir ittifak vardı. Siyasi iktidar, kol kola yürüdüğü, kendi besleyip büyüttüğü paralel yapı, liberaller - benim deyimimle hormonlu solcular- etnikçiliği ya da mezhepçiliği solculuk olarak yutturmaya çalışanlar, ağzına emperyalizmi artık alamayanlar... Yarattıkları canavar gücü tamamen ele geçirdi, şimdi kendilerini yemeye başladı.

- Bu süreçte hiç konuşmayanlar da var. Neden susuyorlar sizce?

Sizin söylediğiniz gruba ben bir ad taktım. Güce bakan. Günebakan gibi... Bugün suskun kalanlar için ecnebi filimlerinde meşhur nikah sahnesi var. ‘Söyleyeceği bir şey olan ya şimdi söylesin ya da sonsuza kadar sussusun.’ Türkiye için söyleyeceği bir şey olan varsa, başta bilimadamları, hukukçular olmak üzere, bugün söylesinler. Bir süre sonra bir şey ifade etmeyecek çünkü. Bugün öyle veya böyle kandırıldıklarını anlamış olanları da dışta bırakmadan yana değilim. Onları da belli bir safta toplamak gerekiyor. O saf antiemperyalist temelli bir saf olmalı. Klasikler ölmüyor. Faşizme karşı omuz omuza. Güzel bir klasiktir. Bugün halen geçerli.

- CHP’de siyaset yapacağınız konuşulmuştu. Bu konuda bir karar verdiniz mi?

Siyasete girmek herkes için bir haktır. Bazen görev haline geliyor. İstemesem de benle ilgili bir beklenti var. Ben de Çanakkale’de yatan şehitlere bir borcum olduğunu hissediyorum. Bu borcu ödemem gerekiyor, yoksa rahat uyuyamam. Gelecek günlere göre karar vereceğim. Ben kahramanlara inanmam. Ben dahil bir takım insanlara gereğinden fazla anlam yüklenmesini doğru bulmuyorum. CHP'ye üye olduktan sonra şunu söylemiştim. Türkiye'nin bir kurtarıcıya değil, sağlam bir fikre, o fikre dayalı bir kadro hareketine ve yitirdiği hafızasını geri kazanmaya ihtiyacı var. Hala buna inanıyorum. Gelecek günlerin ne göstereceğini bilemiyoruz. Bir görev düşecekse bundan kaçınamayız.

- Başkanlık kavgası veren bir Cumhurbaşkanı, her ay patlayan bombalar, Doğu’da süren çatışmalar... Türkiye, nereye gidiyor sizce?

Siyasi iktidar, bunları, kendi senaryosunu yazıp yapmıyor ki... Daha büyük fotoğrafta emperyalizmin senaryosu var. Hacivat ve Karagöz oyunu çok zihin açıcıdır. Oyunu perde önünden izlerseniz, Hacivat ve Karagöz’ün birbirine girdiğini görürsünüz. Arkaya geçtiğinizde göreceğiniz tek şey ise birbiriyle kavga eden iki kişiyi oynatanın aynı kişi olduğudur. Önce doğru teşhisi koyalım. Büyük fotoğrafı dikkate almaksızın, sadece siyasi iktidar ve Recep Tayyip Erdoğan nefreti ve düşmanlığı da gözleri kör edebilir.

- Topluma hakim olan duygu 'Erdoğan düşmanlığı’ mı sizce?

Hükümetin Suriye politikasını eleştiririm ama Şam tribününden bakmam. Rus politikasına da Moskova’dan bakmam. Benim milli duruşum bunu kabul etmiyor. Erdoğan dünyada rezil oldukça, biz de rezil oluyoruz. Erdoğan’ı da olduğundan büyük görmemek lazım. Arkasındaki gücü göremezsek o gider yerine başkası gelir. Emperyalizm bir adamı kullanır, son kullanma tarihi geldiği zaman buruşturup atar. Yerine yeni bir kişiyi bulur. Şu an öyle bir arayışta olduğu görülüyor ama Türkiye bu oyunları böyle bozamaz.

- Nasıl bozar?

Emperyalizm bir ülkeyi önce zihinlerde işgal ediyor. Niye ulus devlete saldırıyor emperyalizm? Bu ulus devlet niye Amerika’da, Fransa’da, Japonya’da, Belçika’da, İngiltere’de ölmüyor? Ulus devlet size alt kimliklerinizden öte ortak bir aidiyet duygusu veriyor. Emperyalizme de sadece bu ortak aidiyet duygusuyla direnebilirsiniz. Aksi halde toplum atomize olur. İnsanlar arasına fay hatları çekilir. Türkiye’de şu anda olan budur. Magazin basınında ünlüdür. ‘Falanca falancayla aşk yaşıyor’ denir. Orada aşk denilen şey gerçek anlamda aşk mıdır? Kavram kargaşası yaratılınca, artık, emperyalizmden de söz edilmez hale geliyor. Emperyalizm çok daha tehlikeli bir hale gelmiş durumda. Lenin, en yüksek aşaması olan finans kapitalden bahsediyordu. Hadise bu. Türkiye’ye Lozan’da kaldırdığı kapitülasyonların misli dayatılıyor şimdi. Emperyalizm, Türkiye’de Kürt’lere bir vatan arayışı içinde. Bu topraklarda yaşayan bütün Kürt yurttaşların bir vatanı var, orası da burası. Emperyalizmin dayatmasından bir barış çıkmaz.

 - Çıkış noktası ne?

Çıkış noktamız tam bağımsızlık. Atatürkçülük ve 6 ok. Türkiye’nin Mustafa Kemal Atatürk’ten başka bir rehbere ihtiyacı yok. Türkiye şu an hafıza kaybı yaşıyor. Yitirdiği hafızasını geri kazanmalı, kurucu değerlerine geri dönmeli. Bir ülkede, görünüde siyasi iktidarının ve parlamentonun olması, seçimlerin yapılıyor olması o ülkenin bağımsız olduğu anlamına gelmiyor. Türkiye bugün maalesef sömürgedir. Hiçbir umutsuzluğum da yok. Türkiye bu kara günleri aşacak. O potansiyeli ve birikimi var Türkiye’nin.

- AKP’nin Osmanlı hayranlığı neyin göstergesi?

Bu ülkede iki parti vardır ki; bildiğimiz anlamda parti değildir. AKP ve CHP. AKP, 1923’te başlayan karşı devrimin bayraktarı, mirasçısı. Kutlu dava dedikleri, Cumhuriyet’i yıkma davası. Emperyalizmle çıkarları çakıştığı için taşeronluk görevini seve seve kabul ettiler. Hiçbir haçlı seferi AKP kadara İslam’a zarar vermemiştir. Bunlar muhafazakar falan değil, muhafazaikar. Osmanlıcılık yapıyorlar ya, bunların en büyük şansı Osmanlı’da yaşamıyor olmak. Hırsızlıkların üstü, din sümürüsüyle örtülmeye çalışılıyor. Osmanlı’da yaşıyor olsalar hepsinin kellesi gitmişti.

- CHP neden parti değil?

CHP, ulu önderin iki büyük eserimden biri dediği yapı. Ülkenin kurucu partisi. Sigortası. Baba ocağı. Atatürk’ün partisi olduğu için AKP’ye oy veren yurttaşlar başta ve dahil olmak üzere, 78 milyon insanın her birinin bu partide bir hissesi var. Bugün CHP de kurucu özünü, 6 oku reddeder konumda. İçerisinde, partinini dokusuyla uyuşmayan bir sürü insan var. Hem Atatürk’ün partisinde olup, hem de Atatürk’e, Cumhuriyet’e fatura çıkaramazsınız. Ahlaki problem bu. Kitle partisi olabilmek için önce kütle partisi olmak gerekiyor. Bir kimliğiniz olacak. Emekliye 1500 lira vereceğim diyerek politika yapılmaz. Birisi de 2 bin lira verir, iş biter.

- İnsanlara ulaşmak için ne yapmak gerekiyor?

Ben eninde sonunda doğrunun galip geleceğine inanıyorum. Doğrularınızı açık ve net bir şekilde savunmanız gerektiğini düşünüyorum. Herkesi memnun edemezsiniz. Her şey olmaya çalıştığınızda hiçbir şey olabiliyorsunuz. Türkiye üretmiyor bugün, açlığa gidiyor. Planlama ve üretim. İki tane sihirli sözcük. Henry Kissinger'in bir sözü var. 'Enerjiyi kontrol eden bugünü, gıdayı kontrol eden yarını kontrol eder' diyor. Siz hiç bir muhalefetin çıkıp da GDO ile ilgili bir şeyler söylediğini duydunuz mu? Bence bir siyasi partinin halka ilk vaadi sağlıklı gıda olmalı. Hollanda gibi küçücük bir ülke bütün Avrupa'yı besliyor. Türkiye dünyayı besleyebilir.

- Tutkulu bir adam

Kocasakal, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ceza ve Ceza Usul Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı. Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde de ders veriyor. Haftada 14 saat derse giriyor. Tez danışmanlığı yapıyor. 2014’te İtalya Savunma Avukatları tarafından, ‘cesur cübbe’ ödülüne layık görüldü. Aynı yıl Paris Barosu Onur Madalyası’nın, 2015’te ise Barselona Barosu Onur Madalyası’nın sahibi oldu. Hayatında her şeyi tutkuyla yapan bir insan olduğunu dile getiriyor. Söylediği her şeyi de çok inanarak söylüyor. Köşeli, net bir insan olduğunu anlatıyor: “Mizahı kullanmayı çok seven bir insanım ama bir yanım da öfkeli. Türkiye’ye bu yaşatılanları gördüğüm zaman öfkeleniyorum. Üzüntü ile karışık bir öfke doğuyor içimde.” 14 yaşından beri bir aile ve kız çocuk hayali kurmuş. Şimdi bir kızı ve bir de oğlu var. Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hatice Özdemir Kocasakal ile evli. “Ailem benim sığınma noktam” diyor. Kocasakal, tiyatro ile de çok uğraşmış. Oyunculuk yapmış, topluluklar çalıştırmış. Zagor başta olmak üzere, 9 ayrı çizgi roman koleksiyonu, öykü denemeleri, şiir çevirileri var. Çok iyi film ve plak koleksiyonuna sahip. Hayallerinden biri de yönetmenlik. Sinemaya tutku derecesine bağlı. Kocasakal'ı en çok dinlendiren ve mutlu eden şeylerden biri ise tarımla ve toprakla uğraşmak. Kocasakal'ın, çevirisini yaptığı Fado sözleri yakında kitap olarak basılacak.

İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu ‘Hacivat’la Karagöz’ oyununa benzetiyor. “Sahnede Hacivat ve Karagöz’ün birbirine girdiğini görürsünüz. Arkaya geçtiğinizde göreceğiniz tek şey ise birbiriyle kavga eden iki kişiyi oynatanın aynı kişi olduğudur. Önce doğru teşhisi koyalım. Daha büyük fotoğrafta emperyalizmin senaryosu var” diyor. Kocasakal ile Galata’daki baro binasında bir araya geldik. Ülke gündemini konuştuk.

 

Cumhurbaşkanı’na hakaretten tutuklananlar var. Polis, sosyal medyada yazılanlar üzerine evlere baskın düzenliyor. Bu tabloyu nasıl yorumlarsınız?

 

Topluma mal olmuş kişilerin başında politikacılar geliyor. Bu kişiler, eleştirilere daha fazla katlanmak zorundadır. İngiltere’de zamanında Tony Blair'i fino köpeği olarak çizdiler. Tasmasından tutup gezdiren Bush’tu. Blair'in gıkı çıkmadı. Bizde, Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu, ifade özgürlüğünü, eleştiri hakkını ortadan kaldıracak ölçüde bir baskı aracı olarak kullanıyor. Bu çok vehamettir. Benim siyasi iktidarın zihniyetiyle, onu temsil edenlerle, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere nasıl bir mücadelem olduğunu herkes biliyor. Eleştirilerinizi en ağır ve en sert şekilde ama hakaret etmeden yapmak durumundasınız. Ben hukukçu olarak onu kişi olarak görmem. Cumhurbaşkanlığı makamı olarak görürürüm.

 

Yargıtay başkanı İsmail Rüştü Cirit’in Rize ziyaretini izlediğinizde bir hukukçu olarak ne hissettiniz?

Müthiş bir üzüntü ve acı hissetim, çok samimi söylüyorum. Victor Hugo, ‘Cumhuriyet’in yargısı onun onurudur’ der. Yurt gezilerine katılmak istiyorlarsa, Cumhurbaşkanı’nı çok seviyorlarsa, derhal istifa etsinler, siyaset yapsınlar. Tarihe çok kötü biçimde geçecekler. Şunu unutmasınlar. Bugünler gelip geçecek. Değer mi? Her şeyden kaçabilirsiniz ama aynalar bir süre sonra sizi rahatsız etmeye başlar. Birilerinin, başkanlara (yüksek yargı başkanları) şunları anlatmaları lazım. Anlamadıklarını görüyorum. Türkiye’de müthiş bir çarpıtma var. Milli irade yalanı ve miti. Tarihe baktığınızda, milli iradeyi en çok kullanan iki kişi var. Şimdi üç oldu. Hitler ve Mussolini. Olan şu, seçmin tercihinin milli irade olarak yutturulması.

 

Yüksek yargı başkanlarının o görüntüleri vermelerinin sebebi bu 'milli irade miti' mi yani?

 

Fransız devrimi milli iradenin yerine milli egemenliği armağan etmiştir. Siyasi iktidar, ilk üç madden bile daha çok Anayasa’nın 6. maddesinden haz etmez. Bütün maskeleri düşüren maddedir 6. madde. ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ der. Egmenlik kayıtsız şartsız Meclis’indir demez. ‘Biz millete gideriz onlar yargıya’ deniyor ya... 6. maddeden anlıyoruz ki; yasama gücünün kaynağını ne kadar Anayasa’dan alıyorsa, yargı da o kadar Anayasa’dan alıyor. Yani Türk milletinden alıyor. Cumhurbaşkanı’nın yargıya söylediği her söz, her tehdit, her hakaret doğrudan doğrudan doğruya millete, 78 milyona söylenmiş oluyor. Bunu anlayalım. Bunu yargı başkanları da anlasın. Danıştay Başkanı’nın Cumhurbaşkanı’nın yanında eğilmesi, önünü kapatmaya kalkması, Yargıtay Başkanı’nın çay toplaması, bunlar ayıp şeyler. Kamu vicdanı bunları not alıyor. Yargıtay Başkanı’nın başkanlığa geliş sürecinde izlediği yol bizlere bir şeyler söylüyor, tesadüfi değil. Yüksek yargı başkanı olma niteliğini yitirmişlerdir. O saygınlığı, tarafsızlığı ve bağımsızlığı kendi elleriyle yok etmişlerdir. Bundan sonra bizim açımızdan ağızlarıyla kuş tutsalar bir şey ifade etmiyor. Bir insanın çocuklarına bırakacağı en değerli miras onurlu bir hayattan ibaret. Mirasınızda bu yoksa her şey boş.

 

Akademisyenlere yönelik baskıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Akademisyenler, zamanında çok büyük bir hata yaptılar. Bu canavarı kendileri yarattılar. 2010 referandumunda ‘yetmez ama evet’ cephesini oluşturdular. Şunu anlayalım: 2010 referandumu bugünkü binanın temelidir. Halbuki orda bir tek amaç vardı; yargıyı ele geçirmek. O zaman Erdoğan’a methiyeler düzenler, bir bakıyorum ki, bazı gezete köşelerinde Türkiye’nin faşizme gittiğini söylüyorlar. Hani diyorlar ya; it’s too late. (Çok geç) Hatırlayınız o zaman ordu tarumar edilirken, şimdi kumpas olduğu anlaşılıyor, ne deniyordu? Türkiye bağırsaklarını temizliyor, duş alıyor. Ben şunu demiştim; duş temiz suyla alınır. O zaman bize demediklerini bırakmadılar. Bir ittifak vardı. Siyasi iktidar, kol kola yürüdüğü, kendi besleyip büyüttüğü paralel yapı, liberaller - benim deyimimle hormonlu solcular- etnikçiliği ya da mezhepçiliği solculuk olarak yutturmaya çalışanlar, ağzına emperyalizmi artık alamayanlar... Yarattıkları canavar gücü tamamen ele geçirdi, şimdi kendilerini yemeye başladı.

Bu süreçte hiç konuşmayanlar da var. Neden susuyorlar sizce?

Sizin söylediğiniz gruba ben bir ad taktım. Güce bakan. Günebakan gibi... Bugün suskun kalanlar için ecnebi filimlerinde meşhur nikah sahnesi var. ‘Söyleyeceği bir şey olan ya şimdi söylesin ya da sonsuza kadar sussusun.’ Türkiye için söyleyeceği bir şey olan varsa, başta bilimadamları, hukukçular olmak üzere, bugün söylesinler. Bir süre sonra bir şey ifade etmeyecek çünkü. Bugün öyle veya böyle kandırıldıklarını anlamış olanları da dışta bırakmadan yana değilim. Onları da belli bir safta toplamak gerekiyor. O saf antiemperyalist temelli bir saf olmalı. Klasikler ölmüyor. Faşizme karşı omuz omuza. Güzel bir klasiktir. Bugün halen geçerli.

CHP’de siyaset yapacağınız konuşulmuştu. Bu konuda bir karar verdiniz mi?

Siyasete girmek herkes için bir haktır. Bazen görev haline geliyor. İstemesem de benle ilgili bir beklenti var. Ben de Çanakkale’de yatan şehitlere bir borcum olduğunu hissediyorum. Bu borcu ödemem gerekiyor, yoksa rahat uyuyamam. Gelecek günlere göre karar vereceğim. Ben kahramanlara inanmam. Ben dahil bir takım insanlara gereğinden fazla anlam yüklenmesini doğru bulmuyorum. CHP'ye üye olduktan sonra şunu söylemiştim. Türkiye'nin bir kurtarıcıya değil, sağlam bir fikre, o fikre dayalı bir kadro hareketine ve yitirdiği hafızasını geri kazanmaya ihtiyacı var. Hala buna inanıyorum. Gelecek günlerin ne göstereceğini bilemiyoruz. Bir görev düşecekse bundan kaçınamayız.

Başkanlık kavgası veren bir Cumhurbaşkanı, her ay patlayan bombalar, Doğu’da süren çatışmalar... Türkiye, nereye gidiyor sizce?

Siyasi iktidar, bunları, kendi senaryosunu yazıp yapmıyor ki... Daha büyük fotoğrafta emperyalizmin senaryosu var. Hacivat ve Karagöz oyunu çok zihin açıcıdır. Oyunu perde önünden izlerseniz, Hacivat ve Karagöz’ün birbirine girdiğini görürsünüz. Arkaya geçtiğinizde göreceğiniz tek şey ise birbiriyle kavga eden iki kişiyi oynatanın aynı kişi olduğudur. Önce doğru teşhisi koyalım. Büyük fotoğrafı dikkate almaksızın, sadece siyasi iktidar ve Recep Tayyip Erdoğan nefreti ve düşmanlığı da gözleri kör edebilir.

Topluma hakim olan duygu 'Erdoğan düşmanlığı’ mı sizce?

Hükümetin Suriye politikasını eleştiririm ama Şam tribününden bakmam. Rus politikasına da Moskova’dan bakmam. Benim milli duruşum bunu kabul etmiyor. Erdoğan dünyada rezil oldukça, biz de rezil oluyoruz. Erdoğan’ı da olduğundan büyük görmemek lazım. Arkasındaki gücü göremezsek o gider yerine başkası gelir. Emperyalizm bir adamı kullanır, son kullanma tarihi geldiği zaman buruşturup atar. Yerine yeni bir kişiyi bulur. Şu an öyle bir arayışta olduğu görülüyor ama Türkiye bu oyunları böyle bozamaz.

Nasıl bozar?

Emperyalizm bir ülkeyi önce zihinlerde işgal ediyor. Niye ulus devlete saldırıyor emperyalizm? Bu ulus devlet niye Amerika’da, Fransa’da, Japonya’da, Belçika’da, İngiltere’de ölmüyor? Ulus devlet size alt kimliklerinizden öte ortak bir aidiyet duygusu veriyor. Emperyalizme de sadece bu ortak aidiyet duygusuyla direnebilirsiniz. Aksi halde toplum atomize olur. İnsanlar arasına fay hatları çekilir. Türkiye’de şu anda olan budur. Magazin basınında ünlüdür. ‘Falanca falancayla aşk yaşıyor’ denir. Orada aşk denilen şey gerçek anlamda aşk mıdır? Kavram kargaşası yaratılınca, artık, emperyalizmden de söz edilmez hale geliyor. Emperyalizm çok daha tehlikeli bir hale gelmiş durumda. Lenin, en yüksek aşaması olan finans kapitalden bahsediyordu. Hadise bu. Türkiye’ye Lozan’da kaldırdığı kapitülasyonların misli dayatılıyor şimdi. Emperyalizm, Türkiye’de Kürt’lere bir vatan arayışı içinde. Bu topraklarda yaşayan bütün Kürt yurttaşların bir vatanı var, orası da burası. Emperyalizmin dayatmasından bir barış çıkmaz.

 

Çıkış noktası ne?

Çıkış noktamız tam bağımsızlık. Atatürkçülük ve 6 ok. Türkiye’nin Mustafa Kemal Atatürk’ten başka bir rehbere ihtiyacı yok. Türkiye şu an hafıza kaybı yaşıyor. Yitirdiği hafızasını geri kazanmalı, kurucu değerlerine geri dönmeli. Bir ülkede, görünüde siyasi iktidarının ve parlamentonun olması, seçimlerin yapılıyor olması o ülkenin bağımsız olduğu anlamına gelmiyor. Türkiye bugün maalesef sömürgedir. Hiçbir umutsuzluğum da yok. Türkiye bu kara günleri aşacak. O potansiyeli ve birikimi var Türkiye’nin.

AKP’nin Osmanlı hayranlığı neyin göstergesi?

Bu ülkede iki parti vardır ki; bildiğimiz anlamda parti değildir. AKP ve CHP. AKP, 1923’te başlayan karşı devrimin bayraktarı, mirasçısı. Kutlu dava dedikleri, Cumhuriyet’i yıkma davası. Emperyalizmle çıkarları çakıştığı için taşeronluk görevini seve seve kabul ettiler. Hiçbir haçlı seferi AKP kadara İslam’a zarar vermemiştir. Bunlar muhafazakar falan değil, muhafazaikar. Osmanlıcılık yapıyorlar ya, bunların en büyük şansı Osmanlı’da yaşamıyor olmak. Hırsızlıkların üstü, din sümürüsüyle örtülmeye çalışılıyor. Osmanlı’da yaşıyor olsalar hepsinin kellesi gitmişti.

CHP neden parti değil?

CHP, ulu önderin iki büyük eserimden biri dediği yapı. Ülkenin kurucu partisi. Sigortası. Baba ocağı. Atatürk’ün partisi olduğu için AKP’ye oy veren yurttaşlar başta ve dahil olmak üzere, 78 milyon insanın her birinin bu partide bir hissesi var. Bugün CHP de kurucu özünü, 6 oku reddeder konumda. İçerisinde, partinini dokusuyla uyuşmayan bir sürü insan var. Hem Atatürk’ün partisinde olup, hem de Atatürk’e, Cumhuriyet’e fatura çıkaramazsınız. Ahlaki problem bu. Kitle partisi olabilmek için önce kütle partisi olmak gerekiyor. Bir kimliğiniz olacak. Emekliye 1500 lira vereceğim diyerek politika yapılmaz. Birisi de 2 bin lira verir, iş biter.

 

İnsanlara ulaşmak için ne yapmak gerekiyor?

 

Ben eninde sonunda doğrunun galip geleceğine inanıyorum. Doğrularınızı açık ve net bir şekilde savunmanız gerektiğini düşünüyorum. Herkesi memnun edemezsiniz. Her şey olmaya çalıştığınızda hiçbir şey olabiliyorsunuz. Türkiye üretmiyor bugün, açlığa gidiyor. Planlama ve üretim. İki tane sihirli sözcük. Henry Kissinger'in bir sözü var. 'Enerjiyi kontrol eden bugünü, gıdayı kontrol eden yarını kontrol eder' diyor. Siz hiç bir muhalefetin çıkıp da GDO ile ilgili bir şeyler söylediğini duydunuz mu? Bence bir siyasi partinin halka ilk vaadi sağlıklı gıda olmalı. Hollanda gibi küçücük bir ülke bütün Avrupa'yı besliyor. Türkiye dünyayı besleyebilir.

 

Tutkulu bir adam

 

Kocasakal, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ceza ve Ceza Usul Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı. Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde de ders veriyor. Haftada 14 saat derse giriyor. Tez danışmanlığı yapıyor. 2014’te İtalya Savunma Avukatları tarafından, ‘cesur cübbe’ ödülüne layık görüldü. Aynı yıl Paris Barosu Onur Madalyası’nın, 2015’te ise Barselona Barosu Onur Madalyası’nın sahibi oldu. Hayatında her şeyi tutkuyla yapan bir insan olduğunu dile getiriyor. Söylediği her şeyi de çok inanarak söylüyor. Köşeli, net bir insan olduğunu anlatıyor: “Mizahı kullanmayı çok seven bir insanım ama bir yanım da öfkeli. Türkiye’ye bu yaşatılanları gördüğüm zaman öfkeleniyorum. Üzüntü ile karışık bir öfke doğuyor içimde.” 14 yaşından beri bir aile ve kız çocuk hayali kurmuş. Şimdi bir kızı ve bir de oğlu var. Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hatice Özdemir Kocasakal ile evli. “Ailem benim sığınma noktam” diyor. Kocasakal, tiyatro ile de çok uğraşmış. Oyunculuk yapmış, topluluklar çalıştırmış. Zagor başta olmak üzere, 9 ayrı çizgi roman koleksiyonu, öykü denemeleri, şiir çevirileri var. Çok iyi film ve plak koleksiyonuna sahip. Hayallerinden biri de yönetmenlik. Sinemaya tutku derecesine bağlı. Kocasakal'ı en çok dinlendiren ve mutlu eden şeylerden biri ise tarımla ve toprakla uğraşmak. Kocasakal'ın, çevirisini yaptığı Fado sözleri yakında kitap olarak basılacak.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr