Levent'teki Sabancı Center'da düzenlenen semirerin açılışında konuşan Gülen Sabancı, Filantropi Filantropi Semirerleri'nin her yıl, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü ile aynı haftada yaptıklarının altını çizerek, sivil toplum çalışmalarının özünün insan hakları olduğunu belirtti. İnsan haklarının tüm insanların hak ve saygınlıkları açısından eşit ve özgür olarak doğdukları anlayışa dayandığını kaydeden Sabancı, "Aslında bütün bireyler haklarını eşit ve özgürce kullanabildiğinde gelişmiş bir toplumdan söz edebiliriz. Maalesef bugün dünya genelinde insan haklarının ideal şekilde uygulandığı bir ortamdan söz etmemiz mümkün değil. Bu nedenle toplumsal gelişmeyi sağlayacak etkili çalışmalara çok ihtiyacımız var" diye konuştu.

"FLİYETLERİMİZİ KALICI VE SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR ETKİ YARATACAK ŞEKİLDE PLANLIYORUZ"

Konuşmasında toplumsal gelişmeye giden yolda etkiye yatırım yapmanın giderek önem kazandığına dikkat çeken Güler Sabancı, Sabancı Vakfı'nın da faaliyetlerini, sivil toplumla işbirliği zeminini genişleterek, kalıcı ve sürdürülebilir bir etki yaratacak şekilde planladıklarını ifade etti. Sabancı, bu anlamda hayırseverlik alanında yeni yaklaşımları ve dünyada etki yaratan örnekleri paylaşmak için i de Filantropi Seminer'lerini yaptıklarını anımsattı.

"HER ŞEYİN ÜSTÜNDEN GELEBİLECEK OLAN İNSAN SEVGİSİDİR"

İnsan hakları önündeki engellerin ancak bütüncül bir yaklaşımla, her işte insan sevgisi ile hareket ederek kaldırılabileceğine vurgu yapan Güler Sabancı , "Özellikle dünyamızın ve ülkemizin bulunduğu bu zor dönemde insan sevgisi pusulamız olmalı. Bundan sapmamalıyız. Her şeyin özünde insan var ve her şeyin üstünden gelebilecek olan da insan sevgisidir. İnsan sevgisi ve kararlılıkla yapacağımız tüm çalışmaların toplumsal gelişmeye katkı sağlayacağına yürekten inanıyorum. Dünyanın dört bir yanında artan gönüllülükle insan hakları konusunda çalışanların arttığını her gün görüyoruz. Bu bizi çok mutlu ve umutlu kılıyor" ifadelerini kullandı.

İKİ CESUR KADININ HİKAYESİ

Öte yandan moderatörlüğünü gazeteci Şirin Payzın'ın yaptığı seminerin bu yıl ki konuşmacıları, Somali'de isyancılar tarafından kaçırılıp 460 gün rehin tutulduktan sonra kurtulmayı başaran ve daha sonra bölgede hayırseverlik çalışmalarına başlayarak bir vakıf kuran gazeteci Amanda Lindhout ile Somali'de kadın sünnetine uğramasının ardından, yaşlı bir adamla evlendirilmek istenince evden kaçan ve uzun bir mücadelenin ardından kadın sünnetinin engellemesi konusunda Birleşmiş Milletler elçisi olup aynı konuda çalışan bir vakıf kuran İnsan Hakları Aktivisti Waris Dirie oldu.

Amanda Lindhout ile Waris Dirie, yaşadıkları zorluklar karşısında nasıl ayakta kaldıklarını, Kendi kişisel deneyimlerinden yola çıkarak kadına ve çocuğa karşı şiddet konusuyla ilgili düşüncelerini başlarından geçen olaylar ışığında anlattılar.

DİRİE: O GÜN KARAR VERDİM, BU UĞURDA ÖLECEKSEM DE ÖLECEĞİM

Waris Dirie, kadın sünneti şiddetinin dünyanın bir gerçeği olduğunu, bunu uygulayan bir çok toplum bulunduğunu ve 200 milyondan fazla kadının da bu şiddete uğradığını belirtti. 4 yada 5 yaşındayken Somali'de kadın sünnetine maruz kaldığını belirten Dirie, "Böyle bir işkenceyi düşmanım için bile istemem. Kadın sünnetinin ve kadın şiddetinin sadece iki sebebi var; birincisi cehalet ikincisi de eğitim eksikliği...Ben, o gün buna karşı mücadele etmeye karar verdim. Dedim ki bu uğurda öleceksem de öleceğim. Çünkü bu kesinlikle kabul edilemez" diye konuştu.

460 GÜN TUTSAK KALDI

Gazeteci Amanda Lindhout ise Somali'de 460 gün tutsak yaşadıktan sonra 7 yıl önce serbest bırakıldığını, Kanada'ya evine geri döndükten sonra da yaşadığı deneyimleri değerlendirmeye karar verdiğini söyledi. Bir vakıf kurduğunu belirten Lindhout, "Somali'deki eğitim girişimlerine destek veriyoruz" diye konuştu.Seminer, katılımcıların sorularının yanıtlanmasının ardından sona erdi.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr