“İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey bakanlar? Bilir misiniz? Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?” diye soruyordu Hrant Dink.

Darbe girişimini takip eden günlerde “son dakika”lara boğulduk; televizyon kanallarından, gazetelerden, haber sitelerinden verilen bilgilerle “darbenin kimlerce ve nasıl planlandığı” ve daha buna benzer birçok ayrıntıyı anlamaya çalıştık. Kaos ortamında hissettiğimiz, içten içe büyüttüğümüz baskın duyguysa hemen hemen hepimiz için endişe ve korkuydu. Özellikle genç arkadaşlarım, artık yorulduklarını ve yarınlarından umutsuz olduklarını sıkça söylüyordu. İçimizde büyüyen korku, bizi sonunda ülkesiz mi bırakacaktı? Çok gençtik ve korkuyorduk.

 

‘Hani yunusları izleyecektik?’

Arkadaşım Büşra’yla 15 Temmuz günü Moda sahilinde çimlerde oturup “denizde süzülen yunusları” izlemiştik dakikalarca. “Bak, bak gördün mü? Tüh ya, yine yakalayamadın! Gözünü ayırma” diyerek kahkahalarla ilk kez yunus görmenin sevincini yaşıyordu. Akşam saatlerinde, diğer arkadaşımız Çağla, “Köprüde askerler ne yapıyor, yine mi bomba alarmı?” diye yazdı Whatsapp grubumuzdan. Sonra hepimizin bildiği şeyler oldu. 16 Temmuz akşamı Büşra’yla telefonda öldürülmüş insan fotoğrafları, linç ve işkence videolarının üzerimizde yarattığı korkuyu konuştuk. Büşra sordu: “Hani biz yine yunusları izlemeye gidecektik o sahile?” Yanıtlayamadım.

 

‘Kontrol eden’ gözler

Çağla ise, 23 yaşında bir genç kadın. Daha önce birçoğumuz gibi F-16 sesi dahi duymamış. Artık Türkiye’nin asla eskisi gibi olmayacağını düşündüğünü ve giderek umutsuzlaştığını söylüyor günlerdir. Güzel gülümsemesiyle tanıdığımız bu genç kadın, bu can arkadaş, artık gülemediğini ve yaşamına “oldu bitti” deyip devam edemediğini söylüyor. Yaşamın “normalleştiği” 18 Temmuz Pazartesi sabahını ise şöyle anlatıyor: “Çıktım evden işe gidiyorum. Herkes mutsuz. Kimse gülmüyor. Herkes artık birbirine ‘kontrol eden’ gözlerle bakıyor.”

 

Artık kedilerle barıştım

Üniversiteden arkadaşım Funda ile konuşuyoruz. Sesi mutsuz ve şimdiye dek ondan hiç duymadığım bir endişe tonunda. İki kedisi olduğu için Funda’yla ev arkadaşı olamıyorum yıllardır. Çünkü 24 yıllık yaşamımda kediden daha çok korktuğum hiçbir şey yok. Funda’yı arayıp, “Artık kedilerle barıştım. Onlardan F-16’lardan korktuğum kadar korkmadığımı fark ettim” dedim. Tarifsiz bir huzursuzlukla süren günlerimizde, işe gitmek için ayarladığım alarm çalınca sıçrayarak uyandığım sabah gördüğüm herkese : “Biz bunu hak etmedik, Gezi’de çöp toplayan çocuklardık. Kimsenin canını yakmadık. Biz her canlının yaşam hakkını savunduk. Duvarlara şakalar yazdık” dedim durdum.

 

Kimliklerimiz...

Darbenin “püskürtülmesinden” sonra “demokrasi şöleni”ne çıkan kitlelerin sevinci ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Bakanlar Kurulu toplantısının ardından ilan ettiği OHAL endişelerimizi daha da arttırdı. Sosyal medyada “OHAL nedir, ne değildir” diye saatlerce konuşuldu. “Kimliksiz dışarı çıkmayın” uyarıları, OHAL’in temel hak ve hürriyetlere getirdiği sınırlandırmalar, ‘Cadı avı başlar mı, başlarsa bize ne olur’ endişeleri... Bu sırada @MrOzcanan adlı Twitter kullanıcısı, kimliğinin “İl: Hakkari, İlçe: Yüksekova ve Köy-mahalle: Dağlıca Köyü” bölümlerinin görselini paylaşarak şöyle dedi: “Bence kimliksiz çıksam daha iyi.” Bu paylaşım, 19 bin beğeni, 5 bin retweet aldı.

 

‘En az 5 kez ölümden döndüm’

Direkt mesaj yoluyla ulaştığım hesabın sahibi Özgür Özcanan, 19 yaşındaymış. “15 Temmuz gecesi ve OHAL sana ne hissettirdi” soruma, “Darbe günü korkmadım her gün darbe gibi katledilen insanları Yüksekova’da görmüştüm çünkü. En az 5 kere ölümden döndüm. Doğu’da bulunan her insan yaşamıştır. OHAL ilanı yapılan demokrasi dışı bir harekettir asla desteklemiyorum, ama Kürt illerinde yaşanan olaylar gibi değil. Orada insanlar ayrım yapılmadan katlediliyor. Bunu herkes biliyor ama kabullenemiyorlar.” Türkiye’den gitmek isteyişlerin sebebinin AKP iktidarı olduğunu söyleyen Özgür, “Yarınlarımız asla güzel olmayacak” diyor.

 

Kaos bağışıklığı

Mustafa, 25 yaşında. İzmir’de yaşıyor, babası polis. Darbe girişimi sırasında, Dikili’de ailecek tatil yapıyorlarmış. “Arkadaşlarımız Alsancak’ta Pokemon oynuyordu, sosyal medyadan gelişmeleri takip ediyorduk, ne olduğunu anlayamadık önce. Babamı göreve çağırdılar” diye anlatıyor o geceyi. Mustafa, Türkiye’den gitmeyi hiç düşünmediğini, İzmir’i bırakamayacağını ve ülkede yaşanan her şeye artık bağışıklık kazandığını söylüyor. Türkiye’deki kutuplaşmanın iç savaşa dönüşeceği kaygısını ise, tüm genç insanlar gibi taşıdığını ifade ediyor. Biz bunları hak etmedik diyen gençleri, Edvard Munch’un çığlığını, Hrant’ın yanıtsız sorusunu duydunuz mu içinizde? Çok genciz ve korkuyoruz: “Siz hiç mi yunus izlemezsiniz?”

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr