Yeraltı dünyasında sivrilmiş isimlerin çoğu kendilerinin nedense “Mafya Babası” olarak tanımlanmasından pek hoşnut olmazlar. “Biz mafya babası değil kabadayıyız” derler. Bunun nedeni sorulduğunda ise “Mafya dediğin toz, silah ve kadın satıcılığı yapar. Bizim bu taraklarda bezimiz yok” derler. Ankara’da yeraltı dünyasının ünlü isimlerinden İskender Çolak da kendisini “Kabadayı” olarak tanıtanlardandı. Dün sabah evinde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını kaybeden İskender Çolak, o dünyanın renkli simalarındandı. Sol ve Alevi çevreden tanımadığı kimse yoktu. Ankara’da da genellikle bu çevre ile oturup kalktığı için bu çevreyle ilintili herkesin bir şekilde yolu kesişmiştir İskender Çolak’la. Ancak son yıllarda Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’le ilişkisi hayli ilerleyince eski çevresinden pek çok kişi ile ilişkileri soğumuştu.

Gülüp geçerdi

İskender Çolak bildiğimiz mafya babası ve kabadayıları tipolojisinden biraz uzaktı. Pahalı lüks arabalarla dolaşmaz, yanında silahlı adamlarını taşımazdı. Kendisiyle ilgili yapılan ağır şakalara bile gülüp geçerdi. En son Ulucanlar Cezaevi’ne girip çıktıktan sonra bir ortak dostumuza “Aşkolsun hapiste beni ziyaret etmedin. Çok kırıldım sana. Oysa sen doğum yaptığında ben hemen hastaneye koşup geldim” demişti. Avukat olan kadın dostumuz da, “İskender Abi, sen doğum yapsaydın ben de koşa koşa gelirdim seni ziyarete. Ama sen yasa dışı bir işten dolayı hapse düştün. Bu ikisi aynı şey mi?” deyince kızmak bir yana katıla katıla gülmüştü.

Ah bir bulsam

Kendisiyle ilk tanışmamız 90’lı yılların ortalarında Hacıbektaş’ta olmuştu. Kaldığımız otelin bahçesinde dostlarla otururken yanında sadece şöförü ile birlikte çıkageldi. Sohbet sırasında bir ara konu Sivas Katliamı’na geldi. “O Cafer Erçakmak denen dürzüyü her yerde aratıyorum. Ama yer yarıldı da içine girdi sanki. Ah bir izini bulabilsem” diye masaya yumruğunu vurmuştu. Masadaki arkadaşlardan biri, “N’apacaksın bulursan?” diye sormuştu. “Ah bir bulsam ben bilirim yapacağımı? Söylersem siz ona da itiraz eder işte ‘mafya babası ne olacak’ dersiniz” diye cevap vermişti. Türkü dinlemeyi çok severdi. Hele de Erzurum türkülerini. Sık sık dostlarıyla sanatçıların da katıldığı özel muhabbetler organize ederdi. Bu muhabbetlerden birinde Ankara Radyosu’nun gür sesli bir sanatçısı ile Yavuz Bingöl de varmış. Masada bulunan arkadaşlardan birinin anlattığına göre önce Ankara Radyosu’nda görev yapan sanatçı dostumuz o gür sesiyle türküler söylemiş. Keyfi yerine gelen İskender Çolak, Yavuz Bingöl’e dönerek “Bir de seni dinleyelim Yavuz” demiş. Yavuz Bingöl de türkülerini stüdyo kaydındaki gibi düşük bir volümle söylemeye başlamış. Elini kulağına götürüp Yavuz Bingöl’ün neredeyse ağzına dayayan İskender Çolak, “Yahu Yavuz senin bu sesini yanında oturduğum halde ben zor duyuyorum. Sahnede söylerken seyirci seni nasıl duyuyor Allah aşkına. Bi de üstüne para verip dinlemeye geliyorlar he mi?” diye takılmış.

Hepsine yüzlük

Ankara’da bir akşam yemeğinde yine karşılaştık İskender Çolak’la. Yemekler yenilirken garsonlar neredeyse iki lokma almadan servis tabaklarını değiştiriyordu. İskender Çolak, her servis değiştiğinde garsonun cebine bir yüz papel bahşişi tıkıştırıyordu. Masadaki arkadaşlardan biri, “Aaa birazdan ben kalkıp değiştireceğim servisi. Her tabağı kaldırana bir yüzlük veriyor” demişti. Kabadayılığın raconu buydu. Giderken kimse arkasından laf etsin “Doğru dürüst bir bahşiş bile vermedi” densin istemezdi. 1980 darbesinden sonra Bülent Ecevit’le de hapisane arkadaşı olar İskender Çolak, kendisini sosyal demokrat olarak tanımlardı. Ecevit’le hapisteki anılarını Can Dündar’a anlatan Çolak, eski Ulaştırma Bakanı Ömer Barutçu’nun bir yakınının kumar borcunun silinmesi için Kürt Ahmet’le konuşurken dinlemeye takılmıştı.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr