100’ü aşkın avukatın imzasının bulunduğu itiraz dilekçesinin girişinde alışılagelmişin dışında “Soruşturma evresi savcılık soruları ve tutuklama duruşmasında kendilerine yöneltilen tüm hukuksal ve eylemsel iftira ve suçlamalar; müvekkillerimiz ve biz müdafiler tarafından karşılanmış olmasına karşın verilen ‘tutuklama kararının’ ‘hukukun bittiğinin’ kanıtı olduğu bilincimize karşın, siyaset gölgesindeki bu hukuk ayıbından sükûnet, suhulet ve ferasetle geri dönülebileceği, düzeltilebileceği umudumuzu korumak ve bu sonucun sorumlularına bir olanak sağlamak, olmadığı takdirde ulusal ve ulusal üstü hukuk denetimlerine dayanak olmak üzere” ibaresine yer verildi. Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Yayın Danışmanı Kadri Gürsel, İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyeleri Önder Çelik, Musa Kart, Bülent Utku, Mustafa Kemal Güngör, Hakan Kara ve Güray Öz ile Cumhuriyet Kitap Yayın Yönetmeni Turhan Günay’ı tutuklayan İstanbul 9. Sulh Ceza Hakimliği’ne iletilmek üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulan dilekçede tutukluluğa yapılan itirazın duruşmalı bir şekilde incelenmesi talep edildi. Dilekçede, tutuklama kararlarının tarafsızlığının tümüyle yitirmiş savcılık makamı tarafından göstermelik, olgusal ve hukuksal açıklamaları ile kamu davasının açılmasına bile elverişli olmayan dosya kapsamı gibi yasal ve hukuksal olmadığı vurgulandı. Tutuklamanın siyasi bir karar olduğu kaydedilen dilekçede, Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki (CMK) tedbir kararlarının niteliğine aykırı olarak tutuklama kararı verildiğinin altı çizildi.

Sahte kanıtlar

Dilekçede, dosyadaki kanıtların hukuksal değerinin olmadığının ve pek çoğunun sahte olduğunun savunmalar ve sunulan pek çok belge ile ortaya konduğu kaydedilerek, sahte, yanlış bilgi-belgeye itibar eden tutuklama kararının yasa, usul ve hukuka açıkça aykırı olduğu belirtildi. CMK’deki ifade ve sorgu alınmasına ilişkin tüm kuralların göz ardı edildiği, yazar ve yöneticilere sadece hiç bilmedikleri, bilmelerine imkân olmayan, çoğu sahte ya da yanlış bilgilere dayalı ilgisiz soruların sorulduğu vurgulandı. Hiçbir yazar ve yöneticimizin herhangi bir somut hukuksal iddia ile ilişkilendirilmediği, aynı sorularla, ortak gerekçeli tutuklama kararına maruz bırakıldıkları, bu durumun da yasa, usul ve hukuka açıkça aykırı olduğu belirtildi.

Aynı yöntemler

Dilekçede, dosyayla ilgili savcı ve yargıçlara seslenilerek, “Bu dosyanın 2008’den bu yana sürdürülen birçok siyasi davada olduğu gibi, bugün FETÖ/ PDY terör örgütü olarak kodlanan ve bu örgüte üyelikle suçlanan savcı ve yargıçların hazırladığı, Türkiye adalet sistemini zehirleyen yöntemlerle aynı yöntemleri kullandığını görüyoruz, ifade ediyoruz. Bu yöntemler, sadece özgürlüklerinden yoksun bırakılan müvekkillerin değil, tüm ülkenin zararınadır. Buradan varılacak hiçbir adil, iyi sonuç yoktur. Dosyaya temas eden her savcı ve yargıç, bunu görmeli ve mesleğin yüklediği sorumlulukla gereğini yapmalıdır” denildi. Dilekçede, daha önceki siyasi davalardan farklı olarak soruşturmayı yürüten savcının kimliğinin de adil yargılanma hakkını doğrudan ve baştan ihlal ettiği, soruşturmayı baştan çökerttiği belirtildi.

Tecrit halinde savunma

Avukatlar, dilekçede, dosyadaki iddialara dayanak olarak gösterilen bilirkişi raporunu incelemek istediklerini ancak kısıtlama kararı gerekçe gösterilerek bu talebin haksız biçimde kabul edilmediğine dikkat çekti. Emniyet’teki sorularda yer alan sınırlı göndermelerle raporu sınırlı biçimde öğrendiklerini kaydeden avukatlar, müvekkillerinin 4 günden fazla süre suçlamadan habersiz, avukatın hukuki yardımından yararlandırılmadan, tecrit halinde tutularak savunma yapmak zorunda kaldıklarını belirtti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre sanığın hukuki yardımdan yararlanma hakkı ile ilgili düzenlemenin, teorik ve hayali değil, pratik ve etkili olması gerektiği belirtilerek, belge içeriği bilinmeksizin savunma yapmanın etkili olmayacağını ve adil yargılanma hakkını ihlal edeceğine işaret edildi. CMK’nin 153. maddesinde bilirkişi raporlarının avukat tarafından incelenmesi ve bunlardan örnek almasının engellenmeyeceği, aksinin dürüstlüğe aykırı düşeceği vurgulandı. Dilekçede, Akın Atalay hariç 9 yazar ve yöneticimizin avukatları ile görüştürülmeyerek tecrit halinde tutuldukları belirtilerek, Birleşmiş Milletler’in devletlere tecrit yasağını yüklediği, AİHM’nin de ilk 48 saat avukat kısıtının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bulduğu kaydedildi. Bu sözleşmeye göre gözaltındaki kişinin, serbest bırakılmayan kişinin derhal hâkim önüne çıkarılması gerektiği ifade edildi. Savcılığın yazar ve yöneticilerimizi yargıç önüne çıkarmadan 4 günden fazla süre ile tecride tabi tutmasının makul bir nedene dayanmadığı belirtilerek, bu süre içinde birtakım kişilerin bilgisine başvurulduğunu ancak bu işlemlerin daha önceden de gerçekleştirilebileceği anlatıldı.

Bilirkişi kim?

Dilekçede Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 1 Mart 1991 günlü içtihadına göre bilirkişi raporunun deliller gibi tartışmaya açılacağı ve değerlendirileceği belirtilerek “Müvekkillerimiz hakkındaki bu soruşturmada, bilirkişinin kimliğinin ve bilirkişi raporunun savunma makamından saklanması nedeni ile şüphelilerin adil yargılanma hakları ihlal edilmiştir” denildi. Tutuklama kararında dosyadaki müşteki ve tanık beyanlarına gönderme yapıldığı aktarılarak, bunların da yazar ve yöneticilerimizden kaçırıldığı belirtildi. Anayasada yer alan “hukuk devleti” kavramının yürütme erkinin keyfiliğini önlenmesi amacı ile üretildiğine dikkat çekilerek, “Savcı ya da yargıcın gücü, savunmayı yok edici sonuç doğuracak biçimde kullanılamaz. Savunmanın katılımına kapalı bir süreçten çıkacak her karar, hukuka aykırı düşecektir” denildi.

Toptancı zihniyetle suçlama

Dilekçede tutuklama istemi ve kararının gerekçelerinde yazar ve yöneticilerimize yönelik bireyselleştirilmiş bir değerlendirme olmadığına dikkat çekilerek, “Gazetede vakıf ya da Yenigün Haber Ajansı’nın yönetimlerinde bulunmayan Turhan Günay’a 30 kere gazetenin hangi yönetiminde olduğunun sorulması nasıl toptancı bir zihniyetle suçlama yapıldığını göstermektedir” denildi. Hakkında soruşturma açma süresi geçmiş yazıların yeniden soruşturmaya dayanak yapıldığı açıklanarak, “Bu ancak Cumhuriyet gazetesine siyasi bir operasyon yapıldığı gerçeği ile açıklanabilir” denildi. Suçlamaya konu yazılardaki eleştiri ya da mizahın neden suç oluşturduğunun açıklanmadığı belirtilerek, “Anayasadaki ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü kavram ve sınırları hukukçu olmayanlar tarafından da bilinen tartışmasız bir husustur” yorumu yapıldı.

İfade özgürlüğü suç olamaz

ilekçede can güvenliği nedeniyle yurtdışında olan Can Dündar ve birkaç günlük yurtdışı gezisine çıktığı için “kaçak” olduğu ileri sürülen Akın Atalay’a atıf yaparak 9 yazar ve yöneticimizin kaçma şüphesi ile tutuklanmalarına yanıt da verildi. Avukatlar, “Bu kişiler kaçmış olsalar ya da kaçak sayılsalar dahi, bu olgunun diğer müvekkillerimizin hukuki durumunu etkilemesi söz konusu olamaz. Her şüpheli kendi davranışı nedeni ile bir yaptırım ya da tedbire katlanmaya zorlanabilir. Aksi hal, çağdışı bir aklın ürünü ve abesle iştigal sayılacaktır” dedi. Tutuklama koşullarının oluşmadığı aktarılarak, kuvvetli şüphe olmadığı, öğretiye göre kuvvetli şüphe haline en iyi örneğin, suçüstü hali olduğu belirtildi. Suçlamanın somut olaylara dayalı olsa bile, “suç” oluşturmuyorsa, makul şüpheden söz edilemeyeceğinden bahsedilerek, “Öncelikle müvekkillerin hangi eylemine hangi suç şüphesi doğurduğu irdelenmelidir. Yüklenen eylemin, yalnızca yazı yazmak, yazı yayımlamak, düşünce açıklamak, gazete yönetmek olduğu anlaşılmaktadır. Yüklenen eylemin, iddia edilen suçu oluşturup oluşturamayacağı irdelenmelidir. Bir gazeteci, yazar/ çizer, düşüncelerini toplumla yazarak paylaşır, ifade özgürlüğünü kullanır. Bu ifadeler, şiddeti övücü, diğer kişilerin kişilik haklarını, onur ve şerefini rencide edici, aşağılayıcı olmadığı sürece, demokratik bir toplumda suç olarak kabul edilemez” denildi. Toptancı zihniyetle suçlama İfade özgürlüğü suç olamaz.

Propaganda değil haber

Dilekçede soru olarak sorulan haber ve manşetlerimizle ilgili de açıklama getirildi. Güneydoğu Anadolu’daki çatışmalı sürece ilişkin haber yapılmasının PKK propagandası, Fethullah Gülen hakkında yazı dizisi yapmanın terör örgütü propagandası olmadığı vurgulandı. “FETÖ” diye adlandırılan yapının silahlı terör örgütü olduğu yönünde henüz verilmiş bir yargı kararı olmadığı aktarılarak, “Müvekkiller hakkında bu tür örgüt adına suç işlemekten söz edilemez. Bu nedenle suçlama propagandaya çevrilmiştir” denildi.

Sadece düşünce açıkladılar

Soruşturma dosyasında, yönetici ve yazarlarımızın kaçtığını ya da delil kararttığını gösteren herhangi bir delil olmadığı, olsaydı bunların tutuklama kararında gösterileceğine işaret edildi. Kararda, “tutanaklara yansıyan ve sorguda gözlemlenen savunma ve davranışları” ibaresinin yer aldığı belirtilerek, “Müvekkiller hangi savunmaları ya da davranışları ile propaganda suçlusu olarak değerlendirilmektedirler? Haberi, haberciliği, halkın bilgilendirilmesini, gerçeği savunmak, propaganda mıdır? Ya da müvekkiller adı geçen örgütlere ilişkin çağrışım yapacak giysi, aksesuvar kullanımı, sembolik el işareti, sloganvari sözler sarf edilmesi, bu örgütlere mal edilebilecek tezlerin ileri sürülmesi gibi davranışlardan hangilerini sergilemişlerdir de, hâkimlikçe böyle bir değerlendirme yapılabilmektedir” diye soruldu. Dilekçenin talep kısmında ise, “Özgür düşünen, tarafsız, bağımsız, demokrat, hukuk devletine inanan, şiddet karşıtı bir aydın insan, gazeteci, yazar/çizer, avukat, edebiyatçı, danışman, yönetici olan ve güncel olaylar hakkında düşüncelerini açıklamaktan öte bir eylemi bulunmayan müvekkillerin hakkındaki tutuklama kararının kaldırılması” istendi

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr