Berivan Bingöl, bir dönem PKK içinde farklı görevlerde bulunmuş kadınları Almanya, Belçika, İsviçre ve Güney Kürdistan’da buldu. Evlerine, mutfaklarına, hayatlarına hatta rüyalarına girdi. Onlarla çeşitli nedenlerle örgütten ayrılışlarından sonra annelik ve yaşama yeniden adapte olma tecrübelerini konuştu.

Kitapta anlatıları yer alan kadınların ortak birkaç noktası var. Daha çok örgütten gelen erkeklerle evleniyorlar. Kendilerine 'ihanetçi' denmesini hazmedemiyorlar. Anneliği yaşadıktan sonra kendi annelerine yaşattıkları acıdan pişmanlar. Çocuklarının bir gün dağa gitmek isteyebilecekleri korkusuyla yanıyorlar. En çok da rüyaları ve kabuslarındaki benzerlikler dikkat çekiyor...

İletişim Yayınları’ndan çıkan ve geliri Ezidi kadınlara yardım için bağışlanan kitap, barışı savunanların hapse konulduğu, hatta vatandaşlıktan çıkarılmalarının konuşulduğu bugün birbirimizi ‘insan’ odağında anlamamıza yardımcı olacak, kıymetli bir çalışma... 

Reha Erdem'in 'Jin' filminden bir kare.

'Hepimiz insanız'

Kitabı hazırlama fikrinin nasıl oluştuğundan bahsederek başlayalım…

Filistinli gerilla Leyla Halid’le yapılan bir söyleşide, 3,5 yaşındaki çocuğunun ona hırsız olup olmadığını sorduğunu, gittiği yuvada onun uçak kaçırdığını söylediklerini, kendisinin de "Anneler hırsız değildir" dediğini fakat küçük bir çocuğa bunu açıklamanın zor olduğunu anlattığını okumuştum.
Söyleşiyi anımsayıp tekrar okuduğumda, PKK saflarında gerilla mücadelesi yürütmüş ve şimdi anne olan eski gerillaları, onların nerede olduklarını ve ne yaptıklarını düşündüm: Nasıl annelerdi? Çocuklarına ne anlatıyorlardı? Geçmiş öykülerinden bahsediyorlar mıydı? Çocuklarının isimleri neydi? Onlar annelerini nasıl görüyorlardı, diğer annelerden farklılar mıydı?

Kadın-dağ-anne odağını seçmenizin sebebinin altında 'insan' vurgusu yapmak mı vardı?

Ben de bir Kürdüm ve gerilla, benim halkımın bir gerçeği. Bu gerçeğin bir zamanlar parçası olan ve şimdi kendi özel hayatlarını yaşayan insanların özellikle de kadınların duygularını merak ettim. Hayatta hiçbir şeyin insandan daha değerli olmadığına inandım ve inanıyorum. Bunun için böyle bir çalışma yaptım. Hepimiz insanız ve herkes birbirinin aynası...

'Başta ürkektiler'

Hangi süreçte, nasıl yaptınız bu görüşmeleri?

Röportajları; görüşmeciler Türkiye koşullarında olamadıklarından Güney Kürdistan, Almanya, Belçika ve İsviçre’de yaptım. Tarih olarak 2014 yılı, mart-ağustos ayları arasıydı. Çözüm sürecinin kısmen de olsa devam ettiği bir dönemdi.

Görüşme yaptığınız kadınları nasıl belirlediniz, buldunuz, iletişime geçtiniz? Her şeyden öte görüşmeye ve kitaba dahil etmeye ikna etmeniz zor olmadı mı?

Görüşmecileri belirlemeye çalışırken; büyüdükleri ortam, geldikleri bölge, sınıf, mezhep, eğitim düzeyi, kültürel farklılıklarını da mümkün olduğunca yansıtmaya çalıştım. Görüşmecileri hem örgütün farklı alanlarında kalmış, hem de çeşitli düzeylerde görev almış olanlar arasından seçmeye dikkat ettim.
Görüşmeler tanıdıkların referanslarıyla yapılsa da ilk başta bir huzursuzluk, tedirginlik ve ürkeklikleri oluyordu. Beni tanımaya, anlamaya, anneliğimi öğrenmeye çalışıyorlardı. Kendimi, amaçlarımı yapmak istediklerimi anlatınca samimi olduğuma inandılar sanırım. Her şey söyleşi başlayana kadardı. Söyleşi başladıktan sonra onlara karşı önyargılı olmadığımı, onları anlamaya çalıştığımı hissettikçe anlatmaya başladılar. Anlaşılacakları duygusunu hissetmeleri ile birlikte kendileri arkadaşlarına yönlendirmeye, başka görüşmecilere referans olmaya başladılar. Aslında çok zor oldu diyemem.

Kitabı basacak yayınevi bulmakta zorlandınız mı? İlk görüştüğünüz İletişim Yayınları mıydı?

Sevgili Ezgi açıkçası 7 Haziran öncesi, insanlar bu konulara karşı daha meraklıydı, öğrenmek istiyorlardı. Basacak yayınevi bulma konusunda sıkıntı çekmedim. Çok sevdiğim Diyarbakırlı dostum Necdet İpekyüz'ün, sevgili Tanıl Bora'ya çalışmamdan bahsetmesi üzerine merakla okuyacağını söylemesi, bana çok iyi gelmişti. Gözü, yüreği ve aklı hep üzerimde oldu.

Berivan Bingöl 

'Farklı iki yaşam'

Kadınların pek çoğu örgütten ayrıldıktan sonra örgüte katıldıkları yaşta, diyelim on üç yaşında katıldıysa yine on üç yaşında topluma geri döndüklerini, evlenip çocuk sahibi olduklarında ise bebeklerini kucaklarına almakta, ilk banyolarını yaptırmakta vs. duygusal olarak zorlandıklarını aktarmışlar... Nasıl bir travma bu?

Sonuçta farklı iki yaşam. Örgüte katılana kadar yaşadıkları çocukluk ve ergenlik dönemlerine denk gelmiş genelde. Bu dönemin deneyimleri ile çok farklı bir yaşam şekline geçiyorlar. Örgütte yaşadıkları deneyimlerle tekrar eski, bildiklerini sandıkları yaşama geçiyorlar ama eskide bıraktıkları hayat çok değişmiş. Deneyimlerini ortaklaştıramadıkları yaşam şekilleri yaşamışlar. Yani resmen bir dünyadan başka bir dünyaya geçiş gibi. Ve iki dünya arasında, anlattıkları kadarıyla ciddi farklar var ve bunları anlamakta, kabul etmekte, uyum sağlamakta oldukça zorlanmışlar. Mesela geldikleri ortamlar yine anlattıkları kadarıyla birçok soruna rağmen daha komünal, insan ilişkilerinin daha yoğun olduğu, toplumsallığın ön planda olduğu bir ortam ama mesela gelmişler İsviçre'ye... Avrupa sonuçta kapitalist ilişkilerin doğduğu, büyüdüğü yer ve bu insanlar yıllarca bu tür ilişkilerden uzak kalmışlar. Yaşadıkları, sistemler arası geçiş gibi bir şey sanki. Dolayısıyla da zorlanmaları çok normal değil mi?

Savaşların insanları büyüttüğü söylenir. Bir savunma mekanizması refleksi ile savaşın onları büyütmesini istemediği için belki de çocuk kalmak istemiş de olabilirler.

Kitaba tepkiler nasıl?

Şu ana kadar çok olumsuz tepki almadım. Genelde olumlu geri dönüşler oldu. Çünkü insani bir yerden bakmaya çalıştım, sanırım ondan kaynaklı... Basın konusuna gelince sizden başka ilgi merak eden olmadı.



‘Füsun Demirel’e yapılanı üzülerek izledik’

Füsun Demirel bir röportajmızda oyuncu olarak "Dağlardaki gerilla kızları canlandırmak istediğini söyledi diye, onu hedef alan bir linç kampanyası başlatıldı. İşsiz bırakıldı, tehditler almaya başladı. Bu linç refleksi size neler düşündürüyor?

Bir kadın ve bir oyuncu olarak Füsun Demirel'in, kadınların özgürleşmesi ve bunun için üretmek istemesinden daha doğal ne olabilir? Bütün bu olan biteni, Türkiye'de ve Ortadoğu'da olup bitenlerden ayrı düşünmemek gerekir. Haziran seçimleri ve ertesine; Diyarbakır, Suruç, Ankara ve bölgenin genelinde yaşananlara bakın. Kürt halkının yaşadığı zulme sesini çıkaran, barış isteyen insanların yurttaşlıktan çıkarılmasının konuşulduğu bir dönemde, Füsun Demirel'e yapılanları da üzülerek izledik hep beraber. İfade özgürlüğü en çok da sanatçılar, gazeteciler ve akademisyenlerin ihtiyacı olan bir şey. Bugün baktığımızda bu özgürlüğe olan ihtiyacımız daha da açık olarak görülüyor. Bu günler de geçecek ve günler aydınlığa dönecektir...

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr