Kısa bir mola

Bugün 14. bölümünü yayımladığımız “Söz sırası Cumhuriyet’te” yazı dizimize kısa bir mola veriyoruz. Mola boyunca yüzlerce sayfalık bir iddianame, onun birkaç katı ekleriyle dev boyutlu bir dosyayı didiklemeye devam edeceğiz. Örneğin Cemaat’in yargıç, savcı ve polislerinin tuzağıyla 13 ay Silivri’de yatan Ahmet Şık bu kez de FETÖ propagandası yapma saçma iddiasıyla tutuklandı. Bu utanç verici intikam operasyonunu teşhir etmek, “birisi”nin ya da “birilerinin” kişisel takıntısıyla tutuklanan Kadri Gürsel arkadaşımıza yöneltilen iftiralarla hesaplaşmak, 55 saniye ekranda kalmış bir tweet yüzünden Silivri’ye yollanan Oğuz Güven arkadaşımızın tutuklanmasındaki saçmalığı, Cumhuriyet’in finans işlerini kotaran Emre İper’de ne aradıklarını ve ne bulamayacaklarını, bir hukuk davası olan Cumhuriyet Vakfı dosyasının 24 Temmuz’da ağır ceza mahkemesinin karşısına çıkacak tutuklu ve tutuksuz Cumhuriyetçilerin dosyası ile nasıl ilişkilendirilmeye çalışıldığını sergilemek gibi.

Yani “Söz sırası Cumhuriyet’te” yazı dizisinde söylenecek daha çok sözümüz var.

Dizimizin birinci bölümünü içeriden değil, dışarıdan bir destek yazısı ile noktalıyoruz. Odatv editörü ve Ahmet Şık’la birlikte Silivri’de 13 ay volta atan Barış Pehlivan yazdı. Meslek dayanışmasının ve -varsa eğer- dünya görüşü farklılıklarını bir yana itip gazetecilik ahlakının somutlandığı bu yazının hiç de “dışarıdan” olmadığını sizler de gözleyeceksiniz.

Evet, şimdi kısa bir mola. Bizden ayrılmayın. Sözümüz daha bitmedi ve bitmeyecek... Biliyoruz ve inanıyoruz ve savunacağız: Gazetecilik suç değildir!..

Göz var, izan var, arşiv var

Yeni dönemin bavulcuları, Fethullahçılar gibi önce kamuoyu oluşturup Cumhuriyet’i kriminalize etmeye çalıştı...

“Fakat yavaş yavaş daire genişledi, başkalarına da uzandı bu mesele.” Fethullah Gülen’in ağzından dökülmüştü bu söz. FETÖ operasyonlarını müritlerine değerlendirirken, mutluluğunu böyle açıklamıştı bu yılın başında.

Öyle ya, kumpas üstüne kumpas kurduğu Cumhuriyet’in çalışanları, şimdi kendisine yardım etmekle suçlanıyordu. Devletin içinde nasıl örgütlendiklerini anlattığı için “yanan” Ahmet Şık, bu kez kendisinin propagandasını yaptığı iddiasıyla hapisteydi. Hem de bu soruşturmaların başında, yine kendi kurduğu terör örgütünün üyesi olduğu suçlamasıyla yargılanan bir savcı vardı. Keza, o savcıyı görevde tutan HSYK üyeleri de FETÖ üyeliğinden tutuklanmıştı.

Gülen mutlu olmasın da kim olsun?

“FETÖ soruşturmaları dairesi” genişledikçe, Gülen’den uzaklaşılıyordu.

Tanıdık bir hikâye

Fethullahçıların öncülüğünde gerçekleşen Silivri kumpaslarının en önemli ayaklarından biri de; operasyonlar öncesi kamuoyunu hazırlamaktı. Hakkınızdaki yalanlar önce Fethullahçılarla işbirliğindeki sözde “gazetecilere” sızdırılır ve sizin aslında ne kadar “suçlu” olduğunuz herkese anlatılırdı. Sonra da “toplumun alınmış rızasıyla” kendinizi hapiste bulurdunuz. Bu satırların yazarı da bunu gözlemlemekten öte, Odatv davası kapsamında iliklerine kadar yaşadı.

FETÖ kumpasıyla 6 yıl boyunca yalanlarla linç edildik, hapis yattık, ağır bedeller ödedik ama bitti.

Sahi bitti mi?

Marx’ın deyimiyle “Geçmiş karabasan gibi uzanıyor şimdinin üstüne.”

Savcıların kullanmayı çok sevdiği o üç kelimeyle anlatırsak; “her ne kadar” artık böyle kumpaslar yaşanmayacağına yemin billah edilse de, Cumhuriyet davası “biz bu filmi daha önce görmüştük” sözünü dillere pelesenk etti.

Yeni dönemin bavulcularıyla, Cumhuriyet önce “kriminalize” edilmeye çalışıldı, sonra da terör operasyonuna uğradı.

‘Terör’ suçlamasının ‘altın oranı’

Bakmayın “terör” dediğime. Nasıl ki, 134 sayfalık Odatv iddianamesinde 361 kez “haber” kelimesi kullanıldıysa, 275 sayfalık Cumhuriyet iddianamesinde de 667 kez “haber” kelimesi vardı. İkisinin de her sayfasında ortalama 2 buçuk kez “haber” yazıyordu. Evet, iki davanın iddianamesinde de “altın oranı” tutturmuşlardı.

“Terörü” savcılardan daha iyi bilecek değiliz ya!

Odatv iddianamesini yazan Cihan Kansız da, Cumhuriyet soruşturmasını başlatan savcı Murat İnam da, FETÖ’nün Selam Tevhid Kumpası’nda “terörizm”den yargılanıyor birlikte.

Eski Türkiye’de bilgisayar dosyaları vardı

Bugün ya hapiste, ya firarda olan Fethullahçılar, Odatv kumpasını kurarken “suç deliline” gerek duyuyordu. Öyle ya, haber yazmak nasıl olurdu da tek başına terörle ilişkilendirilebilirdi! Bir kılıf gerekti; hazırlandı. Kendi yazdıkları ve bilgisayarlarımıza koydukları sahte “örgüt talimatlarını”, yine kendi elleriyle buldular. “İşte buydu”; Ergenekon’un talimatıyla haber yazılıyordu!

AKP gibi “kandırılmaya” çok hevesli liberallerin hâlâ tekrarladığı gibi “Ergenekon davası amacından saptırılmıyordu.” Zira, Ergenekon zaten bizzat bu amaçla kurgulanan bir davanın adıydı.

Tüm bu kumpasların icracısı Fethullah Gülen’in liderliğindeki terör örgütüydü. Ama gelin görün ki; o kumpaslarda hedefteki Cumhuriyet çalışanları, bugün aynı örgüte yardımla suçlanıyordu. Üstelik, hedefteyken yardımcılığıyla yaftalanırken bir kılıfa dahi gerek duyulmadı.

Şunu demek istiyorum: Cumhuriyet çalışanları nasıl, nerede, hangi yolla, ne vaadiyle, “FETÖ’ye yardıma karar vermişler”; yok bu en önemli sorunun yanıtı!

Cumhuriyet arşivleri öyle söylemiyor

Yok, hayır “Savcı neden görevinin emrettiği şekilde lehte delil de toplamamış” gibi safça bir çıkış yapmayacağım. “Her ne kadar” iddianamede, Cumhuriyet’in FETÖ’ye yardıma 2013’ten itibaren başladığı, hatta ve hatta “örgütün basın ayağındaki önemli aktörü haline geldiği” iddia edilse de; göz var, izan var, arşiv var:

Savcının dediği gibi “FETÖ 2013’ten sonra Cumhuriyet’e el koyduysa”, nasıl oluyordu da o Cumhuriyet, 4 Temmuz 2014’teki birinci sayfasından “Cemaat kilitledi” diye bir habere yer verebiliyordu? O haber ki; HSYK’daki Fethullahçıların kumpas kuran Hâkimlere sahip çıktığını anlatıyordu. Keza, 14 Aralık 2015’te “Yalan davanın gerçek öyküleri” diye günlerce sürecek yazı dizisini, yine birinci sayfasından anons eden de Cumhuriyet’ti. O yazı dizisinde FETÖ’nün İzmir’de gerçekleştirdiği “Askeri Casusluk” kumpasının perde arkası okurla buluşuyordu. Kumpasın mağdurlarından Jandarma Kurmay Albay Eray Güçlüer’in şu sözleri yer alıyordu Cumhuriyet’te: “Emekli olduktan sonra birçok eğitim kurumuna başvurdum. Ancak Fethullah Gülen örgütünün bu kurumlar üzerinde baskısı halen devam ediyor.”

Ya peki, 2015 yılı boyunca Cumhuriyet’in ısrarla fikri takip yaptığı, FETÖ’nün KPSS sorularını çalmasıyla ilgili özel haberlerini ne yapacağız?

Örnekler saymakla bitmez. Bitmez de; bu nasıl FETÖ-Cumhuriyet işbirliği ki savcının “örgüt gazeteyi ele geçirdi” dediği süreçte böyle haberler yayımlanıyordu? Haydi, kerameti kendinden menkul “iletişim ve bilişim uzmanı” olduğu iddiasındaki bilirkişi bunları görmezden geldi de FETÖ ile mücadele ettiğini iddia eden yargıya n’oluyor?

ByLock taşıyan serbest, aradığı suçlu

Neler olmuyor ki!

Odatv’den Müyesser Yıldız haberleştirdi: MİT’in kendi bünyesindeki ByLock’çularla ilgili hazırladığı rapor FETÖ Çatı Davası dosyasına girdi. O raporda, 7 eski MİT’çi hakkında aynen şöyle deniliyor:

“ByLock programını kullandığı tespit edilen eski personellerden FETÖ ile irtibatlı/iltisaklı olmakla birlikte, örgüt mensubu olduklarına dair yeterli kanaat oluşmadığından haklarında suç duyurusunda bulunulmamış olup...”

Evet...

MİT’e göre, “ByLock kullanmak, hatta hatta FETÖ ile irtibatlı/iltisaklı olmak tek başına veya birlikte örgüt mensubu sayılmaya ve hakkında suç duyurusunda bulunmaya yeterli değil”miş!

Peki...

Devam edelim:

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkanvekili Mehmet Yılmaz, 5 Nisan’da Hürriyet’ten Toygun Atilla’ya konuştu. Yeniden yapılandırılan HSK’nin de üyesi olan Yılmaz, “Bugüne kadar ByLock kullanıcısı olduğu iddiasıyla ihraç edilen 4 yargı mensubu göreve iade edildi. Sonradan çocuklarının ByLock kullanıcısı olduğu anlaşıldı. Suçun bireysel olduğundan hareket ettik. Güvenilir yargıyı oluşturmak zorundayız” dedi.

Mehmet Yılmaz doğru bir tavırla, “suç ve cezanın şahsiliği” gibi çok önemli bir ilkeyi hatırlatıyordu.

Hepsi güzel...

De...

Hal böyleyken, Cumhuriyet çalışanlarının suçu ne?

MİT ve yargı mensuplarına gözetilen bu hukuk hassasiyeti, tutuklu gazetecilerden neden esirgeniyor?

Öyle ya, onlarda ByLock bile yok, ByLock kullandığı belirtilen kişilerle nasıl olduğu belirsiz bir şekilde iletişimde oldukları iddia ediliyor.

Cumhurbaşkanı’nın, Genelkurmay Başkanı’nın dibindeki yaverin FETÖ’cülükten alındığı ülkede, Cumhuriyet çalışanları ByLock kullanan birilerinin telefonuna “alo” demekle suçlanıyor.

Duyduğuma değil, bildiğime inanırım...

O da şudur:

Bülent Utku ve Akın Atalay, Odatv davasında avukattılar, FETÖ kumpasına yıllarca direndiler.

Müvekkilleri, gazeteci Ahmet Şık bu satırların yazarıyla yan yana sanık sandalyesinde oturdu ve FETÖ’yü yargıladı.

Kadri Gürsel, liberal camiadaki Fethullah âşıklarına inat, yıllarca ekranlarda hem Gülen’i hem kumpaslarını yerden yere vurdu.

Musa Kart ki, Fethullah Gülen’i en çok öfkelendiren karikatürlerin çizeriydi.

Uzatmayayım...

FETÖ dairesini aslında olanından fazla genişletmeyin.

Cumhuriyet’in yöneticilerinin ve yazarlarının bir FETÖ davasındaki yeri sanık sandalyesi değil, ancak ve ancak iddianamenin en üstündeki “şikâyetçi” olur.

 

Yazı dizisinin birinci bölümü: Kumpas böyle başladı...

Yazı dizisinin ikinci bölümü: Erbabından FETÖ soruşturması

Yazı dizisinin üçüncü bölümü: Tatil şirketini arama suçu

Yazı dizisinin dördüncü bölümü: Soruşturmanın en büyük 'suçlaması': ByLock kullanan neden seni aradı?

Yazı dizisinin beşinci bölümü: MASAK’tan zorlama rapor: Mademki parke döşettin o halde FETÖ’cüsün

Yazı dizisinin altıncı bölümü: Kayyım reklam verdi, suç oldu

Yazı dizisinin yedinci bölümü: Saray destekli vakıf davası

Yazı dizisinin sekizinci böümü: Haber yaptık ‘mesaj’ aradılar

Yazı dizisinin dokuzuncu bölümü: Onlarda haber Cumhuriyet’te suç!

Yazı dizisinin onuncu bölümü: Tiraj belgeleri gerçeğe aykırı

Yazı dizisinin on birinci bölümü: Bu ‘bilirkişiyle’ bizi suçlamaya kalktılar

Yazı dizisinin on ikinci bölümü: Bozacının şahitleri şıracı

Yazı dizisinin on üçüncü bölümü: Hepiniz oradaydınız

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr