Yaklaşık 15 yıl önce izlediğimiz ilk “Karayip Korsanları” bir dönemin favori türünü yeniden canlandıran, eski usül kılıç düellolarının bolca yer tuttuğu, aksiyon sinemasına avantür sosuyla yenilik getirmeye çalışan, bunu da bir ölçüde başaran ve her yaştan izleyicinin kendine bir şeyler bulduğu bir filmdi. Devam filmlerinde bu özelliğini hızla yitiren seri artık benzeri büyük bütçeli filmler gibi izleyiciyi hayretten hayrete sürükleyecek inanılmaz stunt’lar sergilemeye, hikâyeyi büyük ölçüde aksiyona yıkarak karakterleri kartonlaştırmaya başladı ve zaten sabun köpüğüne yakın içeriği alabildiğine boşalttı.

İşin esprisi de kaçtı haliyle. Karayip Korsanları’nda da durum farklı değil. Öyle ki artık binlerce kişinin çalıştığı filmin ekibinde “Johnny Depp’in diş makyajı” için bile bir eleman var ama doğru dürüst bir kılıç dövüşü sahnesi yok. Serinin bir önceki filmine kıyasla izleyiciye daha fazla eğlence ve şaşaa vaat eden “Salazar’ın İntikamı” zamanımızın en güçlü aktörlerinden ve son yıllarda her nedense kötü adam rollerinin aranılan ismine dönüşen Javier Bardem’in varlığıyla zenginleşiyor ve Bardem de yer aldığı her sahnenin hakkını vererek fena halde su alan filmi yukarı çekip batmaktan kurtarıyor. Yine Kaptan Salazar’ın bir Anton Chigurh (bu kötü adam mesaisi o karakterle başladı malumunuz), hatta bir Silva (“Skyfall”) bile değil maalesef.

Öte yandan kimi eski dostları yeniden karşımıza çıkaran (Geoffrey Rush başta olmak üzere) ve hikâyeyi onlarla yeni karakterleri harmanlayarak bütünleyen filmin seriyi yeniden düze çıkarmak için bu hamleleri yaptığını anlamak zor değil. Hatta bu uğurda Jack Sparrow’un babasının yokluğunda amcasının geldiğini ve o amcayı da hayatı boyunca Keith Richards’a rakip olmuş bir başka Britanyalı müzisyenin canlandırdığını da notlarımıza ekleyelim (ve hâlâ anlamamış olanlar için kim olduğunu söyleyerek sürprizi bozmayalım).

Konusunu anlatmaya bile gerek duymadığımız filmde Jack Sparrow’un korsanlığa ilk adım attığı günü de anlatan bir sahne olduğunu; Geoffrey Rush’ın yer yer izleyeni duygusallığa sürükleyen performansının öne çıktığını; filmin yönetmenliğini üstlenen ve daha önce “Kon-Tiki” adlı filmleriyle Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar’a aday olan Norveçli yönetmenler Joachim Ronning ve Espen Sandberg’in beklentilerin altında kaldığını belirtelim ve son bir temenniyle bitirelim: Hazır eski kuşakla yeni kuşağı birleştirip çemberi kapatmışken seriye de nihai noktayı koymak yapılacak en doğru iş olur kanımızca.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr