Düzce’de bir gün geçirip de İstanbul’a dönerken, son bir buçuk yıldır gazeteci olarak hiç mutlu ve umutlu biriyle görüşmediğimi fark ettim. O gün Beyköy’de bir şantiyede toplanmış bu insanlar, üstelik 17 Ağustos depremiyle başlayan bir hikâyeyi nasıl umutlu hale getirebilmiş olabilirlerdi ki? Hiç kolay değil. Depremde resmi rakamlara göre 17 bin 480 kişi öldü, 133 bin 683 bina tamamen yıkıldı, 285 bin 211 ev hasarlıydı. Bu, 600 bin kişinin evsiz kaldığı anlamına geliyordu. 12 Kasım’da yeni bir deprem Düzce’den başlayarak bölgeyi bir daha sarstı. 845 kişi hayatını kaybederken 12 bin 389 ev de ağır hasarlı hale geldi. Zaman içinde prefabrik evlerden kalıcı konutlara geçildi geçilmesine, fakat bu hak sadece ev sahiplerine sunulmuştu. Evsiz kalan kiracılar ne yapacaktı?

Site değil mahalle

29 blokluk bir site de diyebilirsiniz, bir mahalle de. Şantiye sahasının girişindeki tabelada Düzceli Evsiz Depremzedeler Dayanışma Konut-Yapı Kooperatifi yazıyor. İnşaatta su basman ve temel seviyesine gelinmiş, beton filizleri bel hizasında sazlıklar gibi yükselmiş. İleride sosyal merkez yapılacak alana kurulan uzun masa, farklı kadınların elinden çıkmış yemeklerle dolu; çoğu Abhaz mutfağından. Hiç altı sönmeyen çaydan da içildikten sonra, bu fosforlu yelekli genç öğrenciler de, kimi 30’larında, kimi 70’lerine ulaşmış Düzceli Evsiz Depremzedeler Dayanışma Konut- Yapı Kooperatifi’nin üyeleri de, onlara senelerdir destek veren hukukçu, şehir plancı, mimar, sosyolog herkes inşaatın bir ucundan tutacak. Teşbih değil, gerçekten.

‘Hep bir hayalle yaşadık’

1999’daki depremin ardından konut sorununa çare aramak için kurulan Düzce Depremzedeler Derneği her şeyin başlangıcıydı. Kendileri için çözüm beklentileri karşılığını bulamayan bir grup kiracı ise 2003’te Evsiz Depremzedeler Dayanışma Konut Yapı Kooperatifi için bir araya geldi. Hepsi dar gelirli olan 650 kiracı devletten kredi ve arazi tahsisi talep ediyordu. Prefabrik konutlardan çıktıktan sonra başka çareleri yoktu; her biri enkazdan canını zor kurtarabilmiş, yakınlarını kaybetmiş olanlar için bu bir doğal hak sayılmalıydı. Seslerini duyurmak için 240 km yürüyerek Ankara’ya gittiler, 20 bin imza topladılar, 176 gün nöbet tuttular, yeri geldi gözaltına alındılar. Bu mücadelenin en başından beri içinde olan Nursefa Çengeltepe, “Hep bir hayalle yaşadık yıllardır” diyor. Şimdi gelmiş belki 70’ine, “Ankaralara mı gitmedik, gazlar, sular mı yemedik, hayatımızda görmediğimizi gördük” diyor. O hayali kurmaya başladığı zaman ilkokula giden kızının çocuğu var bugün.

 

İhtiyaçlara göre daire planı

2004’ün sonralarına doğru mücadeleleri karşılık buldu, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı kurdukları kooperatife 775 sayılı yasa uyarınca düşük gelirli vatandaşların konut ihtiyacını gidermek üzere arazi tahsis etti. Fakat bir baktılar ki bahsedilen alanın yüzde 86’sı son bir yıl içinde peydahlanan beş ayrı kooperatife verilmiş, başvuran 674 kiracıyken onlara sadece 108 konutluk alan kalmış! Bu usulsüzlüğe yaptıkları itiraz yedi yıllarını aldı ama vazgeçmediler. Akrabalarının yanında, çevre köylerde düşük kiralı evlerde idare ettiler. Arada bir biçimde konut sorununu çözenlerin kooperatiften ayrılması şartı vardı; davayı kazanarak Ekim 2014’te şimdi bu şantiyenin bulunduğu 42 dönümlük araziye hak kazandıklarında 234 kişiydiler. Bu yılın mart ayında ruhsatlar da tamamlanarak inşaat başladı.

Bir yüklenici şirketle anlaştılar ama risk barındırmayan işlerde kooperatif üyeleri bizzat çalışıyor. Söz ettiğimiz, bu çapta ilk kiracı hareketi olması ve başarıya ulaşmasıyla Türkiye’de kesinlikle nadir hak arama mücadelelerinden. Ama vereceği ilham daha da fazla. Bir yandan mahkemelerde adalet arayışı sürerken, diğer taraftan 2012’de Bir Umut Derneği, sonradan Düzce Umut Atölyesi’ne dönecek Dayanışmacı Atölye ile bu kiracıların direnişine yeni bir katman ekledi. Bu satırları okuyan kim, planı hakiki ihtiyaçlarına göre çizilmiş bir evde oturuyor? Gazete ilanlarında o mutlu suratlı ailelere bakıp da afili isimli sitelerden ev alanların hangisi, o “yaşam alanlarında” vaat edilen mahalle hissini buldu? Ev, her haliyle politik bir mesele.

Bir Umut Derneği’nin parçası olan gönüllü akademisyenler, şehir plancıları, mimarlar aylarca Kooperatif ortaklarını dinledi, anketler yaptı, yıllarca birlikte mücadele edenlerden kurulacak bu mahalleyi gerçekten onların yaratmasına olanak tanıdı. Tarihin ironisi, zaman içinde muhatapları Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’ndan bu araziyi tahsis edecek olan TOKİ’ye dönmüştü. Şu an hemen diplerinde de bir TOKİ sitesi var. Yemeğin ardından bulaşıklar yıkanırken kooperatif üyesi kadınlara evlerinin planında neler istediklerini soruyorum. Geniş mutfak, kiler, büyük balkon şartları olmuş. Deprem korkuları yüzünden blokların çoğu üç katlı; sadece birkaçının dördüncü katı var. Sosyal merkezde kadınlara gelir kaynağı getirecek faaliyetler yapabilmeleri için ayrı bir alan kurulacak. Hatta organik tarım için çalışmalar şimdiden başlamış. Bu kooperatifte evler kurayla da değil, gönüle göre seçiliyor. Önceliklerin çakıştığı hallerde de tarafların konuşarak anlaşması isteniyor. Anlaşmışlar da.

'Adamı almayacağım eve’

Temel atılasıya kimse inanmadı” diyor Nezahat Altındal. Nursefa Çengeltepe gülerek giriyor lafa: “Ben adamı almayacağım eve. Senelerdir buradan bir şey çıkmaz diye başımın etini yedi, şimdi şantiyeye herkesten önce geliyor”. Konuştukça hakikaten kadınların inadının bu hikâye için önemini anlıyorsunuz. Usullerine o kadar alışık olmadıkları ama insani bir noktadan kurulduğu için çarçabuk da parçası hissettikleri bu direniş, zaman içinde herkesi dönüştürmüş. Dokuz yıldır kooperatif yönetiminde de olan terzi Sıdıka Özbakır, depremde toprağın nasıl yarılıp da arasına bacağının sıkıştığını, çatlaktan sızan gazla kirpiklerinin dahi yandığını anlatıyor. Uzun hikâyeye nereden başlayacağını bilemeden giriyor: “Umudun kırıldığı anlarda hep birimiz diğerine destek verdi. Sabretmeyi öğrendim. Benim için ev meselesi değil artık. Zaten daire bile seçmedim, verin birini otururum dedim”. Her bir kooperatif üyesi haftanın bir gününü burada çalışmaya ayırmak zorunda. Kadınlar tüm şantiyenin yemeğini sırayla yapıyor. Elmas Çolak “kadın işi” olarak tarif edilenlerin ötesinde, sıva, demir ayıklama, strafor taşıma gibi bir dolu işteki emeklerini anlatıyor. Safiye Alkaya “Bir kere psikolojim düzeldi bu mücadele sayesinde” diyor, inşaat temellerine doğru yürüyoruz, bana buradan yükselecek evlerinin yerini tarif ediyorlar heyecanla. Seneye bu zamanlara misafirlik teklifi alıyorum.

 

 

 

‘Tekrar kullanılabilir bir model’

Düzceli Evsiz Depremzedeler Dayanışma Konut-Yapı Kooperatifi’ni var eden deneyimlerden biri de deprem sonrası Düzce’nin dört köyünde hayata geçen 24 evlik İmece Evleri. Devletin ev sahipleri için tanıdığı maddi olanaklara, Hollanda’dan gelen bir miktar bağışın da eklenmesiyle 2002’de inşa edilen, yine o evlerde yaşayacak olanların bizzat inşaata katıldığı evlerdi bunlar. Bu tecrübenin öznelerinden olan avukat Erbay Yucak, deprem sonrası bölgeye gidip hak arama toplantıları, mağdurlar için dilekçeler yazma, İmece Evleri, Düzceli kiracılar derken yapabilecekleri birbirini izledikçe, oralardan uzaklaşmamış. Çok ön plana çıkmak istemese de her kooperatif üyesinin sevgiyle, minnetle andığı biri. Evler bitince en fazla bir süre kapıcılık yapacağını söylüyor şimdi. Yucak, bütün bu mücadelede yaslandıkları hukuki argümanın, kamu arazisinin dar gelirliler için bu biçimde kullanılmasını öngören 775 sayılı kanun olduğunu anlatıyor. Düzce Umut Evleri, yıllar içinde belediyeler ve kimi dolandırıcılar tarafından suistimal edilmiş kooperatif fikrinin de tekrar itibar kazanması demek onun için. Bu tekrar kullanılabilecek politik bir model aynı zamanda. Kooperatif üyeleri TOKİ’den karşılıksız almış değiller araziyi; aslen “arsa yardımı” olarak geçen bu tahsis için 10 yıl cüzi bir miktar ödeyecekler. İnşaat giderleri için de bu mücadelenin ruhuna ve üyelerinin gelirine denk düşecek koşullarda kredi arayışı içindeler. Sonra Türkiye’de örneği olmayan bu sitedeki evlerine yerleşecekler. Başka türlü bir “ev” mümkünmüş.

 

 

Sıva yaparken hayat dersi

TCDD’den emekli Sami Kılıç, Kooperatif Başkanı ama onun tarifine göre bu inşatın yedi gün 24 saat çalışan amelesi. Bu dayanışmaya destek veren Mimar Sinan Üniversitesi’nin mimarlık, şehir planlama bölümlerinden öğrenciler destek için geldikleri şantiyede Kılıç’ın etrafını sarmış. Hem mesleklerine dair pratik yapıyorlar hem hayat dersi alıyorlar. İzolasyonun nasıl yapıldığını ince ince anlatıyor, belki ilk kez işçi eldiveni takmış gençlere. İnşaat malzemelerinin tercihli olanlarında kanserojen madde içerenlerden nasıl kaçındıklarını, bu evleri yaparken temel ilkelerini anlatıyor: Sağlıklı, güvenli ve ucuz olması... Rant aracı haline gelmemesi bir de. Harç kararken ev değil yaşam biçimi inşa ettiklerini söylüyor ve gençlere teşekkür ediyor: “Bugün bize yardıma geldiniz, sağ olun. Kan bağınız, eşiniz dostunuz olmayan birine karşılıksız iyilik yapmak, erdemli insanların yaşayacağı en büyük mutluluktur”. Bir-iki gencin gözleri doluyor, görüyorum.

 

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr