Sarp Kuray, 68 kuşağının simge isimlerinden. 12 Eylül darbesinden önce yurtdışına çıktı. ‘Ülkemin hapishanelerini yeğlerim’ diyerek Türkiye’ye döndü. 4 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı. 1993 yılından bu yana açık olan dosyası, bir süre sonra, apar topar karara bağlandı, Kuray, 16 Haziran Örgütü’nü kurup yönettiği gerekçesiyle müebbet hapis cezası aldı. 7 yıl 8 ay hapis yattı. Kuray hakkında son kararı veren yargıç ve savcıların çoğu şimdi FETÖ’den tutuklu. Kuray ise içerde bir ömür geçiren siyasi tutuklular varken, kendi mahpusluğunun mevzubahis olmasını istemiyor. “Cezaevleri konuşulacaksa o arkadaşlarımızdan başlayarak konuşulmalı. Tiyatro gibi davalarla, insanlara inanılmaz cezalar verilmiş” diyor. Kuray ile özgürlüğünün altıncı gününde buluştuk.

- Cezaevini anlatır mısınız? Nasıl geçti günleriniz?

Cezaevinde 30 senedir kalan insanlar var. Türkiye’deki hiçbir değişimi yaşamamışlar. Anneleri, babaları ölmüş. Örgütler o eski durumundan başka bir hale gelmiş. İyice yalnızlaşmışlar. 30 senedir yatanların yanında, sekiz senenin hesabını yapamam. Son koğuş arkadaşlarım Mehmet Çiftçi 30 yıldır, Tuncay Kurtbaş 28 yıldır, Nurettin Erenler 25 yıldır içerde. Cezaevleri konuşulacaksa bu arkadaşlarımızdan başlayarak konuşulmalıdır. Cezaevinde beni en çok üzen olay Sur’a, Cizre’ye Nusaybin’e top atışlarının yapılmasıydı. Cezaevi bize o günlerde cehennem gibi oldu. Kobani düştü düşecek dedikleri gece çok üzüldüm. O gün sabahtan öğlene kadar ağladım. Eşimin annesi Rabiş annenin ölümü de beni çok etkiledi. O bana her telefonda, ‘Seni bekliyorum’ derdi. 3 bin mektup aldım. Yüzlerce kitap okudum. Spor yaptım. CHP’li vekiller hiç yalnız bırakmadı. Onlara da teşekkür etmek isterim.

- Cezaevine ilk ne zaman girdiniz?

Siyasal İslamcı Mehmet Şevket Eygi, ‘harp okullarına komünistler yerleşmiş’ diye yazıyordu. 460 kişi tasfiyeye karşı çıktık. İkinci bildirimiz, devrimci öğrenciler içindi. Bir ayağı devlette, bir ayağı dışarda bir çete, takır takır öğrenci vuruyor. Dedik ki, ‘Öğrenci öldürmekten vazgeçin. Sokağa ineriz.’ Ben, bu bildiriyle ordudan atıldım. Güllübahçe Cezaevi’ne aldılar. 22 yaşındaydım.

- Dev-Genç mücadeleniz başladı...

Dev-Genç’in kurucularındanım. Kürt ve Türk arkadaşlarla beraberdik. Sonra bölünmeler oldu. Gruplar birbirini dinlemez oldu. Çin, Sovyet, Latin Amerika ülkeleri derken, Türkiye’ye bir şablon dayatmaya çalıştılar. O devrimler bir değerdir tabii... Ama toprağımızın konuları başka. Bu topraklarda halkın yıllardır süren bir başkaldırışı var. Dışardaki birikimlerle kendimizi var etmeye çalıştığımız için yabancılaşma oldu... Arkadaşlarımızı avcının bir kuşu indirdiği gibi öldürüyorlardı. O zaman meşru müdaafa için silahlanmaya başladık...

- Bugünden bakınca, geçmişi nasıl yorumluyorsunuz?

Biz, Türkiye Cumhuriyeti’ni de daha ileri bir boyuta taşımaya çalıştık. Ne derece başarılı olduk? Bu ayrı bir problem. Ama biz Cumhuriyeti tutarız. 1919 ve 1922 arası Anadolu ordusunu tutarız. O dönemde yaşasak, ordunun içerisinde olurduk. Subay mı oldurduk, nefer mi olurduk bilmiyorum. Bizim sorunumuz Cumhuriyeti, demokratik Cumhuriyet yapma sorunudur. Deniz’ler, Anıtkabir’e yürüdüler. Deniz’in o deftere yazdıkları hepimizi bağlar. Bütün çabamızı, tanımadığımız, mazlum yığınlar adına harcadık. İşçiler ve köylülerle mücadeleyi genişletmişken öldürmeler başladı. Fedakâr bir kuşaktık. Dolmabahçe’de Amerikan erlerini denize dökerken, bunlar ‘hoşgeldin namazı’ kılıyorlardı. Orada namaz kılan adam TBMM’de başkanlık yapıyor. Filistin’le dayanıştığımız zaman onlar bizi vatan haini olarak görüyorlardı. Onların aldatmacalarına bilen insanlarız. Bize yutturamazlar.

Hepimizin gönlü bir anda Cumhuriyet’le birleşti

- Özgür ilk haftanızda gazetemize desteğe geldiniz. Cumhuriyet’e yönelik operasyonu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhuriyet bizim evimizin gazetesi. Benim babam 1934 Mülkiye mezunu. Bu ülkede kaymakamlık, vali muavinliği ve valilik yapmış bir insan. Cumhuriyet kuşağı. Zaten onların gazetesi Cumhuriyet. Biz öyle bir havada yetiştik. Cumhuriyet’e bir saldırı yapılacağı belliydi. Bunlar hiçbir saldırıyı boşuna yapmazlar. Sizin devrimci, demokrat birikiminizi iyi biliyorlar.

Bu yüzden Cumhuriyet’e gelmeyi denediler. Ama Cumhuriyet’e sahip çıkış çok güçlüydü. Desteğin sürmesi lazım. Cumhuriyet gazetesi etrafında binlerce insan kenetlendi. Hepimizin gönlü bir anda Cumhuriyet’le birleşti. Birbirimizin kıymetini anlayıp, daha devrimci bir şekilde birbirimize sokulmaya başladık. Biz birbirimizle dayanışmazsak kimle dayanışacağız.

Cumhuriyet’le uğraşacaklarına şu dolarla uğraşsınlar. Çünkü başları belaya girecek. Kriz, finansal sektör krizi değil, yapısal bir kriz haline dönüştü. Durum, bu adamların bu işi yönetemedikleri konusunda bir direniş kapısı açmıştır. İyi değerlendirmek lazım. Eski kafayla, değil kolektif kafayla bir sahiplenme lazım. Herkes konuşuyor aslında. Kolektif direniş ve arkadaşlık şimdi geri geliyor. Buna o kadar büyük bir ihtiyaç duyuyor ki herkes... Cumhuriyet gazetesinin önünde de bunun provasını yaşadık. Ben hiç umutsuz değilim ama bu kadar da büyük felaket görmedik. Bu bela çok ciddi. Çünkü Türkiye’nin ciddi olarak birikimleriyle, toplumun genetiğiyle oynuyorlar. Büyük bir tehlike.

Dayanışma ruhunu törpülemeyeceğiz

- OHAL uygulamaları konusunda neler söylersiniz?

Gecenin en karanlık olduğu noktada, aydınlık en yakındır. Türkiye böyle şeyler çok atlattı. Tarihe baktığımızda, hep ışık doğmuştur. Türkiye’nin mücadele birikimi buna müsaittir. Bazı kendine misyon biçen yerlerin de iki seksen olması da güzel bir şey. Biz 1971’de ordunun artık tarihte tanıdığımız ordu olmaktan çıktığını söylüyorduk. Hayat bizi doğru çıkarmıştır. Mesele, mazlum kesimleri, kimseye vekalet vermeden mücadelede örgütlemek. Kürtlerle birlikte yapacağız. Onlar olmazsa olmaz. Her zamanki dayanışma ruhunu törpülemeyeceğiz.

Gezi Direnişi’ni bağıra çağıra izledik

- Gezi Direnişi sırasında cezaevindeydiniz... Neler hissettiniz?

Cem TV verdi izledik. Ne heyecan, ne heyecan. Bildiğiniz gibi değil. Bağırıyoruz, çağırıyoruz. Hapishane yıkılıyor. Hele benim sesim boru gibi. Her yeri ayağa kaldırıyorum. İnternet çocuğu dediğimiz o çocukların kendilerini ortaya koymaları, devrimcilerin onlarla ilişkileri... Hep takip ettik.

68 ruhu dönecek

- 68 kuşağının bir üyesi olarak şimdiki Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz?

68 kuşağının ruhu bence geri dönecek. Bütün birikimlerimize, bize karşı yapılan aksiyonun karşılığı çıkacak. Biz bu dalganın altında kalmayız. Kimse bileğimizi bükemez. Gelirler, hava alırlar. Biz, ölürüz yine bükülmeyiz. Ama özeleştiri yapmasını biliriz. Türkiye’nin birikimlerini iyi değerlendiremiyorlar. Başkan olmak istisyorsa olsun. Böyle bir Türkiye’de başkan olsanız kaç yazar, olmasanız kaç yazar? Ülkenin her yeri ayağa kalkmış. Ordunun merkezine kadar girilmiş. Genelkurmay Başkanı’nız yerlere yatırılmış. İnsanları işten atıp, tutukluyorlar. Bu kafayla Türkiye’nin toparlanmasına imkân yok. Bu politikalar tutmaz

- Türkiye’ye dönme kararını nasıl verdiniz?

12 sene oralarda dolaştım. Bir ecnebi pasaport almadım. Bu toprakları özledim. Bu ülkede cebinde İngiliz pasaportu olan bakanlar, Amerikan pasaportu olan başbakanlar oldu. Bizim yurtseverliğimizin iyi bilinmiş olması lazım. Deniz’i asıp, Mahir’i katlettiler. Bizi ise perişan ettiler. Bizim kuşakta bir acı bıraktılar. O acıyla başladı her şey. Bu süreçlerin çok ciddi bir şekilde tahlil edilmesi lazım. 68 kuşağının dibinin kazınması için yiğit insanları katlettiler. ‘Avrupa’nın renkli başkentlerinden ülkemin hapishaneleri daha iyidir’ dedim. Tek başıma hapis yattım. Mahkeme heyetim de ‘FETÖ’cüymüş.’.

- Nedir asıl mesele? Bedel ödetmek mi? ‘Sarp Kuray’ı hapiste yatırdım’ demek mi?

Şimdi bu gericilik Cumhuriyet’e dayandı. 10 kişi tutuklu. Hepsi entellektüel insanlar. Ben bildim bileli Hikmet Çetinkaya cemaatle mücadele eden bir adamdır. Fethullah Gülen’le ilgili gerçekleri ilk Hikmet Çetinkaya’nın kitaplarından okuduk. Aydın Engin’e yapılan suçlama... Ayıptır ya... Ben İlhan Selçuk, Oktay Kurtböke’yle beraber Maltepe Zırhlı Birlikler Hapishanesi’nde aynı koğuşta yattım. İlhan Selçuk, o dönemde bize abilik yapmıştır. İlhan abi, Maltepe Cezaevin’deki firarda çıkmamızı istemedi. ‘Kıyarlar’ dedi. O zaman çıkmamıştım ama rüyalarımda hep o delikten firar ettiğimi görürüm. Türkiye, maalesef insanı bir değirmende öğütüp hakkını böyle veriyor.

- Türkiye’ye dönüşünüz üzerine çok fazla spekülasyon yapıldı. Kırıldınız mı?

Hayatınızı bu işe yatırmışsınız ve abuk subuk konuşuluyor. Silahlı saldırıya uğradım. Mafya denildi. Niçin? İtibarımı yok etmek için. Kırılmaz mısınız? Kalleşlere karşı çıkmak, namuslu olmak büyük meziyet aslında. İstersen servet versinler sana tutunabileceğiniz servet bu. O sırada yanımda eşim Nur (Sürer) vardı. Ama yılmam, inançlı bir adamım. Kalleşliği sevmem. Hata edebilirim, kalleşlik etmem. Mücadele tarihim tek servetim. Bir tercihti, asla pişman değilim.

Sevgi, dayanışma, merhamet kaybolmuş

- Sarp Kuray, şimdi ne yapacak?

72 yaşındayım. Kendime göre mütevazı bir hayatım var. Eski sistem bir örgütlenmenin içerisinde olmayacağım. Sevgi, dayanışma ruhu, merhamet kaybolmuş. Onarılma yolları nasıl olur? Buna kafa yormak lazım. Bir hizmet yapacaksak bu çizgide olmalı. Örgütler meselesi geçmişte kalmıştır. Onları kapattık. Barıştan yanayım. Çözüm süreci içerde beni de heyecanlandırmıştı. Kürtlerle birlikte eşitlik, özgürlük temelinde birlikte yaşamak istiyorum.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr