Burası “kimlerin ülkesi” sorusuna verdiğimiz cevaplar umudu örgütlediğimizde başka, yasal mermisiyle dostlarımızı, yoldaşlarımızı yitirdiğimizde başka; omuz omuza güzel günler için mücadele ettiğimiz anlarda başka, gerici çetelerce saldırıya maruz kaldığımızda başka. Sık sık bizleri öldürmek isteyenlerin ülkesi olarak gördüğümüz topraklar, katillere inat, zorbalığa başkaldıran kitlelerin ilham kaynağı aynı zamanda. Hiç unutmam Gezi Direnişi günlerindeki bir forumda eski bir öğrencimin dudaklarından dökülenleri. Demişti ki hayatımda ilk kez bu ülkede yaşıyor olmaktan gurur duydum. Ona bunu dedirten ne gayretkeş bir suflör ne de bir akıl hocasıydı. Birbirinden çok farklı insanların doğa ve özgürlük için müşterek mücadelesine tanık olmanın verdiği heyecan ve hayranlıkla konuşuyordu sadece. 15-16 Haziran’ı yaşayanlardan da benzer ifadeler duyduğumu hatırlarım. Tankları, barikatları aşanlar sadece 15 Temmuz akşamında değil çünkü. Bugünkü iktidarın da içinde bulunduğu gelenek bundan önceki emek ve demokrasi mücadelelerini unutturmak istese de işte orada sapasağlam direniş öyküleri var. Demek ki ezilenlerin, bastırılanların, iradesi hiçe sayılanların bir araya gelmesinden doğan güç her türlü politik hesabın ötesinde sahici bir aidiyet hissi kazandırıyor geniş kitlelere.

Şevket Süreyya Suyu Arayan Adam’da askeriye rüştiyede okurken imparatorluk haritasına bakıp nasıl gururlandıklarını anlatır. Sonra da çözülme başlayınca gözlerini nasıl hayali Turan topraklarına diktiklerini. Nihayetinde geriye Anadolu kaldığında Anadolu romantizminin gerçeklerle bağdaşmadığını fark etmesiyle yaşadığı hayalkırıklığını ekler hikâyesine. Şimdilerde de “içeride” ve “dışarıda” ihanete uğradığını düşünenlerin memleket tahayyülleri popüler. 15 Temmuz saldırısını ve siyasi açmazı demokrasiyle değil Irak’ta, Suriye’de nüfuz alanı yaratarak aşabileceği yanılsamasına kapılanların maceraperest dünyasındayız. Bu toprakları Müslüman-Türk vasatın kimliğiyle eş tutan, emperyal hırslarını “şanlı” geçmiş anlatısıyla ambalajlayan, demokratik her teşebbüsü vatana ihanet olarak kodlayan bir zihin dünyası bu. Musul’u, Kerkük’ü içine alan haritalar yayınlayan gazeteye şaşmamalı. İktidarın giriştiği maceraları “Türkler Lozan’daki sınırlara sığmıyor” diyerek alkışlayanlar o küçümsedikleri sınırların içinde barışın ve demokrasinin gelişmesine en az katkı yapanlar.

Yıllarca Sevr’i hortlatmaya çalışanlar olduğunu bizlere ‘hatırlattılar’. Türkiye topraklarını bölen Kürdistan ve Ermenistan haritalarını buna delil gösteriyordu. Gerçek bir anti-emperyalizm değil milliyetçilikle belirlenmiş Batı karşıtlığının kıskacında “milli bütünlüğümüze” saygı göstermeyenlere ateş püskürülüyordu. Şimdilerde Irak’tan, Suriye’den, Yunanistan’dan toprakları “yeni Türkiye” diye gösterenler başkalarının da “milli bütünlüklerine” saldırdıklarının farkındalar mı dersiniz? Hiç sanmam zira o toprakları hala kendilerinin görüyorlar. Başka türlü olsa bir ülkenin parlamentosu o topraklardaki ordunuzu işgalci olarak nitelerken bu sözlerin kıymeti olmadığını söylemezsiniz.

Bir yıl önce, 10 Ekim’de Ankara’nın yolunu tutanlar, muhayyel haritalar karşısında gururlanmak için değil, o sınırların içinde kardeşçe ve insanlık onuruna yakışır bir biçimde yaşamak için seslerini yükseltmişti. 7 Haziranda sandıktan çıkan sonucun devletin zirvesinde beğenilmediğinden yok sayılmasına, çatışmaların yeniden başlamasına tepkili binlerce insan bu memleket bizim diyordu. Hamasetten, emperyal arzulardan, Osmanlıcı düşlerden uzak bir sahiplenmeydi bu. O iki bomba tam da bu sahici sahiplenmeyi kana buladı. Göz göre göre gelen katliam önlenseydi Ankara’da on binlerin barış talebi bir dönüm noktası olabilirdi. Sonrasında neler yaşadığımızı hepimiz biliyoruz. Bu ülkeyi yönetenler 10 Ekim’de katledilenleri sahiplenmedi.

Eğer mesele demokrasiyi savunmak ise Ankara’da katledilen 18 yaşındaki Ümit’in ve nicelerinin en az rejimin “makbul vatandaşları” kadar kıymetli olduğunu kabullenmekle işe başlamak gerekir. Katledilenlerin anısına dahi saygı göstermeyip ıslıklayanların, kayıplar için grev kararı alındığında emekçileri fişleyenlerin, cihatçı çetelerin sırtını sıvazlayanların demokrasiden ve “milli birlik ve beraberlikten” söz etmesi bahsetmesi en hafif karşılığıyla ikiyüzlülüktür. Necmiye Alpay’ın, Aslı Erdoğan’ın hapiste olduğu, radyo ve televizyonların kapatılıp ifade özgürlüğünün tarumar edildiği bir ülke, bizzat muktedirin elinde memleket olmaya en uzak ülkedir.

Kaynak: Birgun.net