Dünya’ya kolonyalist “beyaz adam”ın gözüyle bakmaya alışmış bir batılı Çin’e gelirken adeta bir misyoner ruhu taşır. “Dünyadan bihaber yaşayan yoksul Çinlileri beyaz adamın uygarlığı ile tanıştırmak” için mutlaka bir şeyler yapmalıdır. Bu iletişim çağında Çin hakkında halen bu derece bilgisiz olmak aslında dünyadan kimin bihaber olduğunu da gösteriyor. Bu misyonerlik ruhunda, son beş-on yılda Çin’in Batı’nın ezici ekonomik ve bilimsel üstünlüğüne attığı esaslı çizikten duyulan kuyruk acısının da payı büyük. Bunlar Dünya’nın efendisi ve uygarlığın (asli) sahibi “beyaz adam”ın öyle kolay hazmedebileceği şeyler değil. Yani işin içinde haset de var.

Spor malzemeleri işiyle uğraşmak için sekiz yıl önce Çin’e gelen eski futbolcu (on yıl kadar önce bırakmış) Bryan’ı tanıdığımda iki yıldır buralardaydı. Gelirken aklında bir amatör futbol kulübü kurmak ve Çin’de futbolun tanınması, sevilmesi ve yaygınlaşması için çalışmak gibi bir “misyon” da varmış. Ben tanıdığımda buralarda yaşayan batılılar ve futbolsever Çinlilerden oluşan bir takım/kulüp kurmuştu. Kendi ifadesiyle Çin’in Chelsea’sini kurmuşlardı. Zira o güne kadar maç yapıp yenemedikleri bir takım çıkmamıştı. Ayrıca çok sıkı çalışıyorlardı. Velhasıl, Bryan’ın hem çalıştırıcısı hem de oyuncusu olduğu takım futbol çölünde fırtına gibi esiyordu.

İş yaptığı spor malzemesi üreticisi firmaları şehirde bir turnuva düzenlemeleri ve sponsor olmaları konusunda ikna etti. Ona göre, şampiyonluk kendi takımının hakkıydı ve garantiydi çünkü en iyi takım onlardı. Hani “El sopası yemeyen kendi yumruğunu balyoz sanırmış” derler ya, sanki Bryan’ın halini anlatıyor gibi. Onun takımı açısından sonuç ağır bir hezimet oldu. Daha ilk iki maçta bir düzineden fazla gol yediler ve elendiler. Bir lise bebesi Çinliden yediği bir kıvrak çalım yüzünden hafif sakatlandı ve bir-iki hafta topallayarak dolaştı. Lise ve üniversite bebeleri bizimkileri perişan etmişti. Bu öğrencilerin oynadığı takımlar daha önce maç yaptıkları ekiplere hiç benzemiyordu. Neye uğradığını anlaması biraz zaman aldı. Bilmediği şey, Çin’de çoğunlukla devlet eliyle kurulan ve çok ciddi çalışan (çoğu amatör de olsa) futbol okulları/kulüplerinin varlığıydı; yani devletin futbol diye bir projesinin olduğu.

Birkaç ay sonra görüştüğümüzde Çin futbolu hakkında neredeyse her şeyi öğrendiği gibi, Çin gerçeğini de kavramıştı. “İşi o kadar ciddiye alıyorlar ve disiplinli çalışıyorlar ki gelecek 10-15 yıl içinde Çin Milli Takımı kesin Dünya şampiyonu olur” dedi. Artık o da anladı ki, neredeyse her şeyde dünyanın en başarılısı olmayı hedeflemiş Çin’in hedefleri arasında futbol da var. Milyarları peşinden sürükleyen bir popüler alana uzak durmak o keskin ÇKP zekâsına yakışmazdı zaten. On beş yılın dolması için daha neredeyse on yıl var. Bu arada Dünya şampiyonu olurlar mı bilemem ama Çin futbolunun dünya için çok zor lokma olacağından eminim. Bunu futbol otoritesi olduğumdan değil Çin’in önüne hedef olarak koyduğu işlerde ne kadar ciddi çalıştığını bildiğim için söylüyorum.

İşin show-business, reklam, tanıtım kısmını Çin sermayesinin en büyükleri üstlenmiş durumda. Emeklilik çağı gelen futbol yıldızlarını Çin’e getiren ve bir-iki yıl daha oynamalarını sağlayanlar işte bu sermaye gruplarının kurduğu kulüpler. Yolum düştüğünde maçlarını ben bile izliyorum. Giriş bedava, yıldızları izlemek bedava… Aslında, o yıldızlardan çok Çinli futbolcuları izlemek için gidiyorum desem yeridir. Çünkü oynadıkları futbolda izlemeye doyum olmaz bir estetik var. Yediği böyle bir estetik çalım yüzünden sakatlanan Byran’ın dediği gibi, “Sanki futbol oynamıyorlar da tai-chi (taiçi) yapıyorlar”. (Ayrıca, hakemle hiç dalaşmıyorlar.)

Aslında futbolu bahane ederek bir halkı bir ütopyaya (burada büyük Çin) inandırabilmenin ve harekete geçirebilmenin nasıl bir şey olduğundan bahsediyorum. Akademiden, bilim dünyasından futbola kadar uzanan bir yelpazeden… Yani aklı ancak “Orucu ne bozar” ve “Kiminle cima edebilirim” sorularıyla meşgul olan arkaik İslamcıların harcı olmayan şeylerden. Zira onların dünyasında insani-ahlaki düşkünlükten, yalan ve riyadan, kötülükten başka bir şey yok. Yüzlerine bakın anlarsınız; hiç insana benziyorlar mı?

Kaynak: Birgun.net