CAN UĞUR
[email protected]
@canugur1987

Brezilya’da patlak veren yolsuzluk skandalı tüm dünya tarafından yakından takip ediliyor. İktidardaki İşçi Partisi üyelerinin de adının karıştığı soruşturma devam ederken konuya ilişkin yapılan yorumların birçoğu konuyu sadece İşçi Partisi özelinde ele alıyor. Ancak yolsuzluk skandalına adı karışanların önemli bir bölümü de sağ parti temsilcilerinden.

Yıllardır emperyalizme karşı Latin Amerika’da yoksulların sesi olma iddiasıyla önemli başarılar elde etmiş sol kuşak temsilcilerinin bölgede yolsuzluk konusuyla gündeme gelmesi ve bazı yerlerde de seçimleri kaybetmesinin nedenlerinin arka planında nelerin olduğu merak konusu. Öte yandan ortaya çıkan tabloyu neoliberal politikaların savunucusu sağ partiler kendi çıkarları için kullanmaktan geri durmuyor. Latin Amerika’da yaşananları solun tekrar halkın ihtiyaçlarına cevap veren politikaları uygulayıp uygulayamayacağını bölgeyi yakından tanıyan Bilkent Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Berk Esen’e sorduk.

Brezilya’da neler oluyor?

Brezilya yaklaşık 3 senedir giderek daha kötüleşen bir ekonomik durgunluk ve onun tetiklediği ama kontrol edilemedikçe iktidar için varoluşsal bir tehdit haline gelen bir siyasi krizle boğuşuyor. Yaklaşık 10 sene boyunca Brezilya, 2003 yılında İşçi Partisi'nin başında iktidara gelen Lula'nın liderliği altında hep siyasi istikrar ve ekonomik büyümeyle anıldı. Bu olumlu tablo önce ulaşım ücretlerine yapılan zamlara karşı başlayan, ama sonra Dünya Kupası ve Olimpiyatlar için yapılan pahalı yatırımlar başta olmak üzere iktidarın ekonomik politikalarına tepki şeklini alan protestolarla yıkıldı. Lula’nın ardından 2010 yılında seçilerek iktidara gelen İşçi Parti adayı Dilma Rousseff in popülaritesi, 2014 seçimlerini çok az farkla da olsa kazanmasına rağmen, ekonomik büyümenin hızının ciddi anlamda düşmesi sonrası hızla eridi. İşte tam bu ortamda, Rousseff yönetimi, Sergio Moro adlı enerjik ve idealist birinin yürüttüğü Lava Jato (Araba Yıkama) adlı yolsuzluk soruşturmasıyla sarsıldı. Soruşturma çeşitli inşaat şirketlerinin Brezilya devletine ait petrol şirketi Petrobras'a değerinden daha yüksek harcamalar yazdırıp, bu meblağın bir miktarını önemli siyasetçilere rüşvet olarak dağıttığını ortaya çıkardı. Eski başkan Lula da olmak üzere onlarca üst düzey siyasetçi bu soruşturma kapsamında sorgulandı ve süreç halen devam ediyor.

Giderek büyüyen bu ekonomik ve siyasi kriz, arka arkaya dört başkanlık seçimi kaybetmiş muhalefete, uzun yıllar sonra ilk defa İşçi Partisi'ni iktidardan uzaklaştırma şansı verdi. Rousseff yönetimi yolsuzluk soruşturmasından önce bile parlamentoda güçlü bir çoğunluğa sahip değildi ve soruşturma sonrası yasama organında iyice zorlanmaya başladı. Muhalefet ise giderek artan ekonomik sıkıntıları kullanarak, Rousseff yönetimine olan tepkisini önce sokaklara ve sonra da parlamentoya taşıdı. Muhalefet, Araba Yıkama soruşturmasını bir bahane olarak kullanarak çok düşük halk desteğine karşın istifa etmemekle direnen Rousseff'i azletme sürecini başlattı. İşin ilginç tarafı, 2003-2010 yılları arasında Petrobras'ın başında olmasına rağmen, Rousseff şu ana kadar herhangi bir yolsuzluk iddiayla somut olarak ilişkilendirilemedi. Buna rağmen, muhalefet Başkan Rousseff'i 2014 yılında seçimi kazanmak için bütçe hesapları üstünde yasadışı bir şekilde oynama yapmak ve Petrobras'ın başında olduğu dönemde kurumdaki yolsuzluklardan haberdar olmakla suçluyor.

Brezilya’da sadece İşçi Partisi’nden isimlerin mi yolsuzluğa adı karıştı?

Hayır, kimisi iktidar kimisi de muhalefette olmak üzere birçok partiden siyasetçinin adı yolsuzluk iddialarına karıştı. Örnek vermek gerekirse şu an itibariyle Meclis ve Senato üyelerinin yaklaşık yarısı yolsuzluk, para aklama ve seçim hilesi suçlamalarıyla karşı karşıya. Bu isimlerin hatırı sayılır bir oranı muhalefet partilerinde siyaset yapıyorlar. Ellinin üstünde milletvekili "Araba Yıkama" operasyonu kapsamında soruşturuluyor.

Son 13 senedir iktidarda olduğu için “Araba Yıkama” operasyonu kapsamında soruşturulan siyasetçilerin önemli bir bölümü İşçi Partisi ve iktidar bloğundan geliyor. Fakat bu durum, dışarıda kalan partilerin yolsuzluk ağından nasibini almadığını göstermiyor. 29 Mart'ta 2007den beri İşçi Partisi ile yürüttüğü hükümetten ayrılan merkez sağ PMDB partisinin birçok önemli siyasetçisi benzer suçlamalara maruz kaldı. Mesela bugün Başkan Rousseff'ın en önemli muhaliflerinden olan Parlamento Başkanı Cunha da aynı operasyon kapsamında soruşturulan isimlerden biri. Cunha 40 milyon dolara yakın bir parayı rüşvet olarak alıp, İsviçre bankalarına yatırmakla suçlanıyor. Eğer Rousseff parlamento tarafından görevinden azledilirse yerine gelecek olan Temer de ethanol ihalesinde çıkar sağladığı iddiasıyla karşı karşıya.

Yolsuzluk meselesini sağcılar nasıl kullanıyor? Gerçekten yolsuzlukla mücadele gibi dertleri var mı?

Bu kadar karmaşık bir soruşturmayı sadece sağ-sol farkıyla açıklamaya çalışmak yeterli olmayacaktır kanısındayım. Mesela Rousseff'e karşı azil müzakerelerinde başı çeken ve yolsuzluk soruşturmasına destek veren Temer ve Cunha gibi isimler sağcı ve mensubu oldukları parti yaklaşık 9 sene boyunca iktidar bloğu içinde yer alıyordu. Bu isimlerin tabi yolsuzlukla mücadele etme gibi bir dertleri yok; zira kendileri de benzer rüşvet vakalarına bulaşmış durumdalar. Aynı şekilde, muhalefette yer alan ve uzun süredir İşçi Partisini koltuğundan etmek isteyen parti ve grupların siyasi çıkarları doğrultusunda yolsuzluk meselesini gündeme getirdiğini söylemek mümkün. Fakat bu, siyasetin doğasında olan ve fazla şaşırılmaması gereken bir durum diye düşünüyorum. Yolsuzluk soruşturması 2003ten beri Brezilya sağını ilk defa iktidara yaklaştırdı. Bu partiler, ekonomik durgunlukla zaten zayıflamış, bir de sokak gösterileri ve protesto eylemleriyle uğraşan ama istifa etmeyi reddeden Rousseff yönetimini bu şekilde yıpratabileceklerini düşündüler. Başta ülkenin en büyük medya kuruluşu Globo olmak üzere sağcı basın organları da azil sürecine destek vermeyi tercih etti. Hatta sağ muhalefet cephesinden eski başkan yardımcı adayı Aloysio Nunes, azil müzakereleri başladıktan hemen sonra Washington DC'ye giderek üst düzey bazı temaslarda bulundu.

Zaten bu nedenlerden ötürü İşçi Partisi çevreleri en başından beri azil sürecini bir darbe teşebbüsü olarak tanımlıyor. Azil sürecini başlatan suçlamaları yetersiz bulmakla birlikte bu darbe iddiasını da abartılı buluyorum. Sonuçta görevden alma Brezilya Anayasasına göre yasal ve parlamentoda yeterli sayısal gücü olan her partinin başvurabileceği bir uygulama. Demokratik ülkelerde hükümetler sadece seçim yoluyla değil, geniş halk kitlelerinin protestoları ve tabi yasama veya yargının görevden almasıyla da iktidarlarını kaybedebilirler. Ayrıca bazı muhafazakâr (evangelical) ve sağcı çevreler destek veriyor diye yolsuzluk meselesini hafife almak veya göz ardı etmek de çok yanlış olur. İçlerinde İşçi Partisi de olmak üzere çok farklı partilere oy vermiş yüz binlerce Brezilyalı temiz bir siyaset için yaklaşık iki senedir sokaklarda protesto gösterilerine katılıyor. Giderek artan ekonomik durgunlukla birlikte gündeme gelen yolsuzluk iddiaları nedeniyle Rousseff'in desteği yüzde 10’lara kadar düştü. Zaten böylesine bir halk desteğini arkasında olmadan soruşturmayı yürüten Sergio Moro ve ekibinin operasyonun kapsamını genişleterek siyasi mekanizmanın en tepesindeki isimlere bile dokunması mümkün olmazdı.

Peki, solcuların adı neden böyle bir konuda öne çıktı?

İktidar olduktan sonra İşçi Partisi kendisini onlarca senedir devam etmiş çarpık sistemin en tepesinde buldu ve tabi yolsuzluk pastasının önemli bir bölümünü tüketme imkânını yakaladı. Ayrıca başta petrol olmak üzere artan emtia fiyatları nedeniyle iktidar bloğunun elinde çok ciddi bir kaynak toplanmıştı. İşçi Parti hükümeti bunun bir miktarını fakir seçmenlere yarayabilecek sosyal programlara aktarırken, diğer kısmını da kendi elitlerine dağıttı. Zaten kitleleri siyasete dâhil eden ve bu sayede uzun süre iktidarda kalan bir partinin, hele de gelişmekte olan bir ülkedeyse, yolsuzluk çarklarından kendini tamamen soyutlamasını beklemek çok gerçekçi olmaz. İktidarda sağcılar olsaydı, tahminen benzer şekilde ve hatta daha büyük çapta yolsuzluklara bulaşırlardı. Ama bu İşçi Parti’sini sorumluluktan muaf hale getirmiyor.

Latin Amerika’nın genelinde sol iktidarların çeşitli mağlubiyetleri söz konusu. Bunun arka planında ne var?

1990’lar boyunca uygulanan neo-liberal politikaların toplumda yarattığı ekonomik uçurum, yüksek işsizlik ve artan fakirlik, Latin Amerika'nın birçok ülkesinde tepki olarak solu iktidara taşımıştı. Önce 1999 yılında Chavez Venezuela'da iktidara geldi, sonra onu Şili, Arjantin, Brezilya, Uruguay, Ekvator, Paraguay, Peru, El Salvador ve Nikaragua gibi ülkelerdeki sol partiler takip etti. Fakat son yıllarda bazı analistlerin pembe dalga diye tanımladığı bu süreç epey güç kaybetti ama durmadı. Öncelikle bu tespiti yapmam gerekiyor. Sol partiler, Şili, Bolivya, Uruguay, Ekvator, Nikaragua ve her şeye rağmen Brezilya'da hala iktidarda.

Olumlu tarafından bakarsak, Latin Amerika'da sol kendi başarısının kurbanı oldu. Sol partiler takip ettikleri yeniden dağıtımcı politikalar sayesinde ekonomik eşitsizlikleri azalttılar. Bu yeni tabloda, geniş seçmen kitleleri bölüşüm çatışmalarından ziyade ekonominin genel durumuna odaklanmaya başladılar. Bu da seçmen kitleleri nezdinde solun önceliğini düşürdü.

Fakat asıl neden, son 10 senede Latin Amerika'daki sol iktidarlara çok zengin finansal imkânlar sunan yüksek emtia fiyatlarının hızla düşmesinin yarattığı ekonomik durgunluk oldu. Bu dönemde büyüyen pazarına hammadde temin etmek için bölge ülkeleriyle ilişkilerini güçlendiren Çin, birkaç sene içinde Latin Amerika'nın en önemli ticaret ortağı haline gelmişti. Fiyatların düşmesiyle birlikte sol hükümetler halkçı uygulamalarını ve özellikle dar gelirli vatandaşlara olan destek politikalarını eskiye nazaran daha kısıtlı şekilde takip etmeye başladılar. Bazı hükümetler ise yeniden dağıtımcı politikalarına devam ettikleri için ciddi bütçe açıkları ve yapısal ekonomik sorunlarla karşılaştılar.

Venezuela'dan Brezilya'ya, Arjantin'den Peru'ya son dönemde sol partilerin güç kaybıyla başta yüksek enflasyon olmak üzere çeşitli ekonomik sorunlardan kaynaklı olarak şehirli orta ve alt orta sınıfların desteğini yitirmeleri arasında güçlü bir bağ var. Sol, yoksul kesimlere devlet kaynaklarını bütçe açığı yaratma pahasına dağıttıkça makroekonomik dengeleri bozdu. Daha çok Çin'e ihraç edilen başta petrol olmak üzere temel maddelerin fiyatlarının düşüşü sol hükümetlerin gelirlerini çok hızlı bir şekilde azalttı ve bütçe açığını iyice azdırdı. Yoksulluk oranının ilk etapta düşmesi solun başarı hanesine yazılsa bile üretimde verimi arttırmadan yapılan bu yeniden dağıtım politikaları ulusal para birimlerinin değer kaybetmelerine ve enflasyonun artmasına yol açtı. Venezuela gibi hayli zengin doğal kaynakları olan bir ülkede mesela en basit gıda maddeleri ve ilaç malzemeleri karaborsaya düştü. Ekonomik gelişmeyi insani gelişme endeksi bileşenlerindeki gelişmeyle bir arada yürütmeden uzun süreli başarı yakalamak artık mümkün değil.

Sağ ve muhafazakâr partiler giderek bozulan bu ekonomik tabloyu çok iyi kullanarak oylarını ciddi oranda arttırdılar.

Solun yakın zamanda olduğu gibi kıtada tekrar ciddi biçimde ayağa kalkması ve daha ileri bir adımla kitleselliğini arttırması mümkün mü?

Biraz önce söylediğim gibi sol, Latin Amerika'da her ülkede iktidarı kaybetmiş değil. Ayrıca iktidarlarını kaybettikleri ülkelerde bile sol partiler hala geniş halk kitlelerinin desteğine sahip durumdalar. Dolayısıyla sol hareketlerin bunun bilincinde olarak mücadelelerini devam ettirmeleri gerekiyor. Sol, Kolombiya dışında Latin Amerika'nın çok önemli bölümünde ilk seçimlerde iktidarı kazanabilecek veya zorlayabilecek bir kitlesel güce sahip.

Yukarıdaki soruya verdiğim cevap aynı zamanda bu sorunuza da yanıt olabilir. Sol partilerin öncelikle iktidarları döneminde ortaya çıkan yolsuzluk tablosuyla hesaplaşarak, şehirli orta sınıfların tekrar desteğini sağlamaları gerekiyor. İkinci olarak bugüne kadar güçlü lider figürlerine dayanarak oy toplayan solun, artık kişilerin ötesine geçen ve onlardan sonra da ayakta kalabilecek derecede güçlü parti kurumları geliştirmeye ihtiyaçları var.

Son olarak solun kitlesel gücünü koruması için yeniden dağıtım politikalarıyla ekonomik büyümeyi aynı anda götürebilecek bir ekonomik model geliştirmesi gerekiyor. Sol başarıyla uyguladığı sosyal devlet politikalarını beşeri sermayenin gelişimine katkıda bulunacak şekilde genişletmeli. Bugüne kadar Arjantin, Brezilya, Venezuela, Bolivya, Ekvator gibi ülkelerdeki sol hükümetler, Çin'deki ekonomik büyümenin tetiklediği talep fazlası sayesinde doğal kaynaklarını ve tarım ürünlerini yüksek ücretlere satıp, kazandıkları para ile iç tüketimi arttırarak ekonomilerini çevirdiler. Üretim oranları ve verimi ise aynı şekilde artmadı. Bu tarz ürünlerin dünya piyasalarındaki fiyatlarının düştüğü bir dönemde bu ekonomik strateji sürdürülebilir değildi ve zaten şu an sol bu durumun siyasi faturasını ödüyor. Bu sorunu aşmak için sol partiler üretimde verimi arttıracak şekilde eğitim yatırımlarına, beşeri sermayenin gelişmesine ve getirisi yüksek sektörlerin büyümesine öncelik veren politikalar izlemeli.

Aslında gelişmekte olan ülkeler içinde solun şansının en yüksek olduğu bölge Latin Amerika'dır. Çünkü burada sol çoktan kitleselleşti, muhafazakâr yapıları kırdı ve dar gelirli kesimleri siyasi sisteme kattı. Dolayısıyla Latin Amerika solunun ileriki dönemde bu yapının üstüne yeni bir siyasi model inşa edebileceğine ve kalıcı olabileceğine inancım tam.

Kaynak: Birgun.net