Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, Başbakan Binali Yıldırım'ın açıkladığı eğitimdeki düzenlemelerden 5. sınıfta yabancı dil eğitiminin verilecek olmasını ve okul öncesi eğitimin daha erkene çekilmesini eleştirdi.

Kaplan, "Anadilini 150 kelimeyle konuşan bir ülkede yabancı dilin 5. sınıftan itibaren zorunlu kılınması kararı da; kendi masallarını, ninnilerini, manilerini, çocuk edebiyatını, hayallerini değil, Batı kültürünün duygu, düşünce ve inanç dünyasının ürünleri ve hayal dünyasını çocuklarımıza zerkeden okul öncesi eğitimin zorunlu hâle getirilmesi kararı da son derece sakıncalıdır" dedi.

Kaplan'ın Yeni Şafak gazetesinini bugünkü (7 Ekim 2016) nüshasında yayımlanan 'Eğitimde çıkış yolu: Pergel metaforu' başlıklı yazısı şöyle:

Önce şu: Eğitim sistemi, genç kuşaklara, 5 şeyi vermiyorsa, toplumun mezarını kazıyor demektir:

1-Ruh

Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'dan 'tam gün' açıklaması

2-İdeal

3-Ahlâk

4-Özgüven

5-Tevazu/Başkasına Saygı

Eğitim meselesi, medeniyet meselesidir

Eğitim meselesi, bir medeniyet meselesidir. Her medeniyet, köklü bir Yaratıcı tasavvuru, kâinât / âlem / dünya tasavvuru, insan tasavvuru ve “eşya” / hakikat tasavvuru geliştirir.

Ve her medeniyet, kendi Yaratıcı, kâinât, insan ve hakikat tasavvuru ışığında kendi insan prototipini yetiştirir. Bilimde, düşüncede, sanatta, siyasette, iktisadiyatta, kısacası hayatın her alanında bu medeniyet tasavvuru ışığında büyük atılımlar yapacak insanlar ve akımlar armağan eder insanlığa.

Yani sadece eğitim meselesinde değil, fikir, sanat, siyaset, ahlâk, iktisatta da medeniyet perspektifini, ruhunu ve ufkunu yitiren toplumlar, dünyaya hiç bir zaman zihin açıcı, çığır açıcı, ufuk açıcı açılımlar sunamazlar.

Dahası, medeniyet perspektifini ve dinamiklerini, ruhunu, ideallerini ve ufkunu yitiren toplumlar hem başkalarının kölesi olmaktan hem de yok olmanın eşiğine yuvarlanmaktan kurtulamazlar sonunda.

İkinci medeniyet buhranı ve özgüven bunalımı

İslâm dünyası iki asırdır ikinci büyük medeniyet krizinin pençesinde kıvranıyor.

Medeniyet krizi, gökkubbemizin çökmesine, kendimize olan güveni yitirmemize yol açtı. Bizi Batı karşısında büyük bir aşağılık kompleksi duyan yıkıcı bir çıkmaz sokağın eşiğine fırlattı.

Sormamız gereken temel soruları soramıyoruz o yüzden. Yaşadığımız medeniyet krizinin yol açtığı şoku iliklerimize kadar yaşıyoruz çünkü.

Bizi perişan eden temel varoluşsal sorun'ların ne/ler olduğunu bilmiyoruz hâlâ: Müslüman ZİHNİ'ni de, Müslümanca yaşama, varolma ZEMİN'ini de yitirdiğimiz gerçeğini görebilmeliyiz:Zihin de bize ait değil, oraya buraya sürüklendiğimiz, sürgit kayganlaşan zemin de.

Her şeye seküler / Batılı zihin kalıplarıyla bakıyoruz; başkasının gözleriyle ve gözlükleriyle, zihin kalıplarıyla ve kavramlarıyla kendi sorunlarımızı anlamaya kalkışıyoruz!

Oysa bu, bir toplumun temel varoluşsal sorunlarını sürekli olarak yanlış görmesi ve tanımlamasıyla sonuçlanacak bir cinayettir. İki asırdır kendi ayağımıza kurşun sıkmakla meşgulüz!

Kendi sorunlarına bile başkalarının bakış açılarıyla, zihin kalıplarıyla bakan bir toplum, hiç bir sorununu doğru tanımlayamaz ve çözemez; aksine iyice çözümlenemez hâle getirir ve kangrene çevirir.

Çağı tanımanın ve aşmanın yolu: Köklü medeniyet tasavvuru

Oysa yapılması gereken iki temel şey var:

Birincisi, içinde yaşadığımız çağı iyi tanımak. Hep söylüyorum: İçinde yaşadığınız çağı tanıyamazsanız, tanımlanırsınız. Tanıyamadığınız bir çağı değiştirme iddiasında bulunamazsınız.

İkincisi, içinde yaşadığınız çağı tanımanın birincil yolu, kendiniz olmanızdan, kendi kavramlarınıza, bakış açılarınıza, kısacası medeniyet tasavvurunuza sahip olmanızdan geçer. Başkalarının bakış açılarıyla, zihin kalıplarıyla ve kavramlarıyla kendi dünyanızı ne anlayabilirsiniz ne de kurabilirsiniz.

Kendi medeniyet perspektiflerine sahip olan toplumlar, başka medeniyetlere karşı eziklik duygusu duymazlar. Hem başka medeniyetlerden nasıl yararlanabileceklerinin yollarını hem deinsanlığın önünü açacak ufuk ve çığır açıcı atılımları nasıl gerçekleştirebileceklerini iyi bilirler.

Batı eğitimi çatışmaya, İslami maarif dengeye dayanır

Bu söylediklerimi eğitim meselesine bilfiil uygulamaya çalışayım.

Batı seküler eğitim sistemi, bilgi'yi güç olarak konumlandırır.

Bilginin güç olarak konumlandırılması, insanın tanrılaştırılmasınayol açar. Tanrılaşan insan, her şeyi, dünyayı, tabiatı kontrol etmeye kalkışır.

Sonuç, dünyanın sömürgeleştirilmesi, tabiatın delik deşik edilmesi, hakikat fikrinin yitirilmesi ve insanın makineleşmesidir.

İslâmî maarif sistemi, seküler eğitim sistemi gibi çatışma'ya değil, denge'ye dayanır.

Tabiata, insana, eşyaya hâkim olma kaygısı gütmez; hakikatin izini sürer...

İnsanın, tabiatın bir parçası olduğunu bilir; o yüzden Yaratıcı'ya, kâinata ve insana hâdim olma kaygısıyla hareket eder. İlâhî emaneti üstlendiği şuuruyla yeryüzünde, -tabiat ve hayvanlar âleminde de- sulh ve emniyeti teminat altına alma “salih amel / hayırlı iş” yapma ilkesi, temel varoluşsal ülküsüdür.

Burada kısaca özlü bir şekilde söylediklerimi görmek için hem Batı uygarlığı tarihine hem de İslâm medeniyeti tecrübesine birazcık önyargısız bir perspektifle bakmanız yeterlidir.

Sömürgeci eğitim sistemi yıkılmalı ve yeniden yapılandırılmalı

Gelelim Türkiye'deki eğitim sistemine...

Türkiye'de çocuklarımızın ruhunu, zihnini, özgüvenini silindir gibi ezen köksüz, ruhsuz ve ufuksuz bir eğitim sistemi var.

Çocuklarımızı sistemin kölesi hâline getiren pozitivist, ezberci, sömürgeci bir eğitim sistemi bu.

Sömürgeleştirilemeyen bir ülke ancak böyle bir eğitim sistemiyle sömürgeleştirilebilirdi!

Sömürgeci bir eğitim sisteminde tam gün eğitim kararı da; anadilini 150 kelimeyle konuşan bir ülkede yabancı dilin 5. sınıftan itibaren zorunlu kılınması kararı da; kendi masallarını, ninnilerini, manilerini, çocuk edebiyatını, hayallerini değil, Batı kültürünün duygu, düşünce ve inanç dünyasının ürünleri ve hayal dünyasını çocuklarımıza zerkeden okul öncesi eğitimin zorunlu hâle getirilmesi kararı da son derece sakıncalıdır.

Önce bizim medeniyetimizin duygu, düşünce, ruh ve hayal dünyasının yok sayıldığı ruhsuz, köksüz ve ufuksuz bu sömürgeci eğitim sisteminin yıkılması gerekiyor.

Nicelik değil nitelik, şekil değil ruh üzerinde yoğunlaşılmasıyani.

Bu sistemi yıkıp kendi medeniyet dinamiklerimiz üzerinden yeniden kuramazsak geleceğimizi kurtaramayız; aksine geleceğimizi kendi ellerimizle karartmaktan başka bir iş yapmış olmayız.

Çıkış yolu: Pergel metaforu

Anlata anlata dilimde tüy bitti: Eğitimde zihin ve ufuk açıcı yegâne çıkış yolu, Hz. Mevlânâ'nın -Fussilet Sûresi 53. âyete dayandırdığım- pergel metaforudur:

Pergelin sabit ayağını medeniyetimize sabitleyecek, hareketli ayağıyla dünyaya açılacak...

Ama bizde tersi var!

Nedir bu?

İntihar!

Özetle: Türkiye'de pergelini şaşırmış sömürgeci eğitim sistemi hükmünü icra ediyor iki asırdır.

Pergelin sabit ayağı Batı'ya sabitli, hareketli ayağı kilitli!

O yüzden yalpalıyoruz sürekli... Kimse de, n'oluyoruz, böyle gitmez, diye sorgulamıyor, ne yazık ki.

Sözün özü: Köksüz ve ruhsuz, ezberci ve ufuksuz bu sömürgeci eğitim sistemi, bizim medeniyet

dinamiklerimiz ekseninde, silbaştan yeniden yapılandırılamazsa bir kuşak sonra yok oluruz! Benden hatırlatması...

Kaynak: Birgun.net