Yazının başlığı bir Gaziantep türküsüne ait. Oysa İŞİD, 12 yaşındaki canlı bomba ile çoğu çocuk 54 kişiyi, Gaziantep’te bir düğünde öldürüyor. IŞİD Irak’ta ve Suriye’de “Allah adına” emperyalistlerin bölgede ve ülkemizdeki çıkarları için öldürüyor. Tüm bu katiller sürüsü cihadistler Suriye için eğitildiler, beslendiler, donatıldılar ve şimdi can evimizde canlı bomba olup her yerde patlıyorlar. Düne kadar FETÖ ve IŞİD sevenler, bugün halkı “affedin ve aldatıldık” şarkılarıyla avutuyor.

Bu kez Gaziantep’te öldürüldük. Bombanın ölümcül gürültüsü, önce davulun, zurnanın sesini ağıda dönüştürdü. Sonra ölüm düğün evini yas evine çevirdi. Halay meydanındaki insanların önce zılgıtları sustu. Parçalanmış bedenler tek tek kan gölüne dönüşen meydana savruldu. Gelinin elindeki kınaya kan bulaştı. Çocuklarını arayan analar, parçalanmış cesetlerini topladılar.
Yaşamanın zerre kadar bir anlamı olmadığı ve “artık hepimiz ölelim de kurtulalım” diye düşünen insanların omuzlarında sıralı mezarlarda toprağın altına taşındılar.

Bu vahşi insanlık dışı katliam sadece bedenlerin değil, duyguların, kimliklerin, komşulukların, ölümlerin, ağıtların ve yasların da parçalandığını gösterdi. Katliam adresinde “biz daha fazla oy aldık” diye paylaşan AKP milletvekilinden tutun, ölen Kürt ve HDP’li ise “danışıklı dövüş” diyen siyasal İslamcı yazarın parçalayan canlı bomba tweetini okuduk.

Siyasetçiler bu kadar rezil değildi. Yazar bozuntuları bu kadar alçaklaşmamıştı! Gaziantep’te acının ve travmanın ortasında duygularını, ölen kişilerin kimliklerine ve düşüncelerine göre açıklayanların insani bitmişliğine bu kadar tanık olmamıştık.
Ölenlerin ve öldürenlerin taraftarı olmuş siyasetçinin, gazetecinin ve toplumun olduğu bir ülkede, toplumsal huzur ve barış nasıl sağlanacak sorusu, içinde bulunduğumuz durumun vahametine işarettir.


Gaziantep katliamı, AKP’nin son 14 yılda nasıl bir toplumsal, insani ve vicdani bir tahribat yarattığı gerçeğini de göstermiştir. Ölüm karşısında insansızlaşma ve vicdani çürümüşlüğü yaratan AKP siyasetinin, toplumsal acıya merhem olması mümkün değildir.

Ölümsüz ve nefretsiz gün yok. Her gün yeni ölümler ve katliamlar. Ölenlerin sayılarına ve fotoğraflarına sarılmış hayatı yaşıyoruz. Ne ülkemizde, ne komşularımızda huzur bırakmayan mezhepçi iç ve dış siyaset hepimizi içinden çıkılmaz hale sürüklüyor.

Bunlar, AKP eliyle yaratılan toplumsal kutuplaşmanın, hasımlaşmanın, mezhepçiliğin ve kinin vardığı sonuçlarıdır. Türkiye’nin mezhepçi dış politikası ile Ortadoğu’daki bu cihadist iğrençlikler ve insanlığa yönelik suçlar ülkemize taşındı.
Ölümler, katliamlar, şiddet, nefret ve toplumsal fay hatlarını tetikleyen bölücü ve kutuplaştırıcı siyaset hepimizi bölüyor, yoruyor ve tüketiyor.

Halkın mutsuzluğundan mutlu olan iktidarların dünyasındayız. Egemenlerin en çok haz aldığı siyasetin adı, insanın mutsuzluğu, halkların düşmanlaştırılmasıdır. İşte bu nednele çocuklarımızı din, milliyetçilik, sahte kahramanlık ve güce tapınma adına bizden çalıyorlar.

Ölürken ölümlerimize suskun toplum haline getiriliyoruz. Ölümleri umursamaz ve kanıksamış gündelik hayatın robotlarına dönüştürülüyoruz. Ölümlere susuldukça ölümler çoğalıyor. Barışa düşmanlık savaşa dönüştükçe, ölümleri “senin” ve “benim” diye ayırıyoruz. Ve her gün daha çok ölüyoruz. Komşuluğumuzu, mezhepçilik, etnik kimlikler ve ötekiler üzerinden hasımlaştıranlar, hayatı daha da çekilmez hale getiriyorlar.

Egemenlerin devlet ve din dersinde öldürmenin ve ölmenin kutsallığını öğrenen çocuklarımızdan egemenler uğruna hem katil, hem de katli vacip nesil yaratıyorlar.

O nedenle egemenler çocukların akıl tarlasına “kutsal dava” için ölmeyi ve öldürmeyi öğütlüyor. Ortadoğu bu saçma ideolojik “kutsal dava” kurbanlarıyla doludur. Ölümün kutsandığı tüm iğrençliklerle dolu vahşilikler artık sınırları aşıyor ve küreselleşiyor. Kutsal dava dedikleri sultanların, egemenlerin, gericiliğin ve sermayenin güvenliği için ölmek ve öldürmektir. Aslında hepimiz bu devlet ve din derslerindeki bu “kutsal” hamasetlere teslim olarak öldürülüyoruz.

Ötekilere sessiz Türkiye

Türkiye ötekilerin ölümlerine ve kendinde olmayanın acılarına sessiz. Çünkü Türkiye’de toplumsal, kültürel, dinsel, etnik ve cinsel bölünmüşlük, ölümleri de bölüyor.

Ötekinin ölüsüne ses, acısına merhem vermiyor. Vicdanı sızlamıyor.

Çünkü Türkiye’de insanlar kendisine benzemeyenin ölümüne kayıtsız. Türkün, Kürdün, Ermenin, Kadının, Alevinin, Sünni’nin, Hristiyan’ın, Eşcinselin, Travestinin, Ezidinin ve Süryaninin ölüsünü bir görmeyen vicdan aslından insanlığını unutmalıdır.
Ölümü hak edenler varmış gibi, göz yumuluyor. Yaşam hakkının kutsallığı yerine, ölümün ve öldürmenin kutsallığı savunuluyor.
Oysa ölen biz ve insanlığımızdır. Ölen insanın yaşam hakkıdır! İnsanı, yaşam hakkını ve toplumsal barış için birbirimizi savunmak ve sahiplenmek zorundayız.

Ölüme karşı yaşamı, savaşa karşı barışı savunmak için toplumsal ve vicdani bölünmeye teslim olmama zamanıdır. Mezhepçi, gerici siyasete ve eğitime karşı, laik, demokratik, çoğulcu ve barışçıl eğitimi savunmak için, devletin ve dinin ideolojik ve gerici ölümcül derslerini boykot etme zamanıdır.

Kaynak: Birgun.net