PINAR GÜNER

İncil’de ‘yaşayanlar ve ölüler’ için ‘koşanlar ve duranlar’ ifadeleri kullanılır. Tezer Özlü bir bakıma duranlardan. Ölümle durmaksızın hesaplaşması sonsuz bir yaşama isteği duymasına da engel değil. ‘Kurumlarınıza uyuyor gibi görünmem, onlara karşı direnmemi ancak böyle sağlayabileceğime inanmamdandır’ cümlesindeki huzursuz edici mantıkla, kurduğu dünyayı dış dünyanın etkilerinden korumaya çalışan, yaşamın özüne yüreğiyle olduğu kadar okuduklarıyla dokunmaya ve onu tek bir erkeğe ait olmayan sınırsız bir tenmiş gibi hissetmeye çalışan biri.

İlk yapıtı ve belki de tek romanı Çocukluğun Soğuk Geceleri’ndeki (YKY, Eylül 2015) soğuk sözcüğü, romantik eleştiri yazarlarının bile görebileceği gibi, böylesi bir tenselliği de içerir; çünkü çocukluk, sevmeyen ve sevişmeyen anne babaların güdümünde dar gelen ev duvarlarının, rahibelerin disiplini altında bunaltıcı okul duvarlarının, ‘varoluşu derinden duyduğu’ anların yokluğunun getirdiği soğukluktur. Çocukluğun Soğuk Geceleri’nden bağımsız düşünülmesi mümkün olmayan, ikinci yapıtı Yaşamın Ucuna Yolculuk’ta da (YKY, Kasım 2015) ‘Çocukluğun sınırları korkunç.... Oysa çocukken de dünyayı aynı gözlerle gördüğümü, aynı gözlerle, aynı düşünceyle, duygular ve sezgilerle kavradığımı anlıyorum. ... Ama şimdi çocukluğun tutukevinde değilim’ sözleriyle açıklar bakışını.

Yeryüzüne Dayanabilmek İçin’deki (Hazırlayan: Sezer Duru, YKY, Şubat 2015) yazılarından birinde, yaşamı kendi egemenliği altına almanın getireceği özgürlük duygusunu, varoluşu bir iki kişiye daha anlatmak ya da kendi kendine kanıtlamak için yazdığını söylemesi, bize belki de bu elli sekiz sayfalık romanın sarsıcı gücünü okurun beğenisine göre yazılmamış olmasından aldığını düşündürür. O, ‘Acıları dönüştürecek sözcüklerin peşindedir’. ‘Edebiyatın aşk, çelişki, acı, gözyaşı, intihar dolu derin yaşamı’, onun en ‘sadık’ dünyasıdır.

Tezer Özlü, yalnızca Yaşamın Ucuna Yolculuk’tan değil Yeryüzüne Dayanabilmek İçin’den de anlaşılacağı gibi en çok Cesare Pavese ve Italo Svevo gibi yazarların duygu ve dünyasından etkilenir. Bir Tanrı yazar olan Kafka’dan ise, hangi türde ürünler verirse versin zaten etkilenmeyen yazar yoktur. İlkin ‘Bir İntiharın İzinde’ olarak yayımlanan Yaşamın Ucuna Yolculuk’ta kendi başlangıç ve sonunu aynı anda yaşama isteğini içinde taşıyarak, aynı dili konuştuğuna inandığı yazarların mezarlıklarına yaptığı sancılı yolculuklar anlatılır. Aslında başrolde Pavese vardır; metne ivme ve yön kazandıran onun kitaplarından yapılan alıntılardır. Kafka-Prag ve Svevo-Trieste’ye de gidilir ama ana mekân Pavese’nin doğduğu yer Torino’dur. Pavese’nin Yaşama Uğraşı (Çev. Cevat Çapan, Can Yayınları, Ocak 2016) ya da Yalnız Kadınlar Arasında (Çev. Rekin Teksoy, Can Yayınları, Mart 2015) kitapları düşünüldüğünde bizce, doğum günleriyle, ölüme yakın melankolik duruşlarıyla bu iki yazar benzeşse de konuştukları dil aynı değildir. Yine de Tezer Özlü’yü Tezer Özlü yapan, onu duygularıyla yalınlığın şiirsel dilinde yazmaya iten Pavese’dir.

Tezer Özlü’nün ‘Yazarken, öykü anlatacak değilsin. Çevre öykü dolu. Çevreyi tanımlamak da istemiyorum... İnsan beyninin küçük bir kıpırdanışı yeter.... Tanımlamalar uzuyor, geçmiş zamanın, ânın, gelecek zamanın zamansızlığında yitiyor’ satırlarında görülen edebiyat anlayışı, bizce Çocukluğun Soğuk Geceleri’nden çok, Yaşamın Ucuna Yolculuk’ta meyvelerini verir. Sonuçta ilki her anlamdaki tutsaklığı ve sınırları anlattığından, yazarının aslında sınırlanmak istemediği öykülemeyle birlikte, diyaloglar yardımıyla çevreyi de içerir. Oysa Yaşamın Ucuna Yolculuk’un hiç durmamak, bazen geriye de olsa hep gitmek kitabı olması, Tezer Özlü’yü bir yazar olarak da özgür kılar. Roman yerine anlatı ya da en fazla anlatı-roman olarak nitelendirilen bu yapıtında Tezer Özlü, öykülemeyi tümüyle bırakıp diyalogları da en aza indirir. Bir zamana ya da mekâna ait olmama duygusu, ardışık paragraflar arasında yer ve zaman sıçrayışlarına sıkça yer verilmesiyle yapısal olarak vurgulanır. Birinci tekil şahısla yazılmış bir paragraf ikinci tekil şahısla ya da birinci çoğul şahısla sürebilir. Şaşırtıcı olan tüm bunların, metinlerin akışını bozmadan yapılabilmiş olmasıdır.

‘Gülebilir miyiz dersin?’ Tezer Özlü Kitabı’nda (Der. Feryal Saygılıgil ve Beyhan Uygun Aytemiz, İletişim, 2016) Hatice Meryem’in Yaşamın Ucuna Yolculuk’taki karakterin Aylak Adam’ın edebiyatımızdaki kadın muadili olduğu şeklindeki tespiti önemlidir. Anlatıdaki karakterin gerekçelendirme gereği duymaksızın toplumsal cinsiyet normlarına takılmadan doğal bir biçimde yaşadığı kadın olma hali ve ‘İnsan ilişkilerini değiştirmek için yaşıyorum’ sözleri bu görüşü destekler.

Tolstoy, İtiraflarım’da yazarları ne öğrettiğini bilmeden öğretmenliğe soyunan kibirli kişiler olmakla suçlar. Tezer Özlü’yü okurken aklımdan geçen ise, coşkunluğu deliliğe, umutsuzluğu ölüm isteğine varan bir yazar olarak, edebiyatın pusulasında duyguları anlattığı olur yalnızca. Yapmacıksız ve korkusuzca özü yaşayan ve bunun bedelini sinir hastanelerine yatırılarak, elektrik şoklarına alışarak ödeyen biridir. Hastanelerin duvarları, bir tutukevinin sınırları gibi inadına yaşam ve yalnızlık direncini, bununla bağlantılı olarak algıladığı tek bir kişiye yöneltilmemiş sonsuz sevgi isteğini besleyen bir duyguya varır onda: ‘Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama dileği kadar büyük’tür. Tezer Özlü’ye yakışan durmamak, hep gitmektir: ‘Yolculuklara dönüyorum. Kentlerden sakladığım resimlere. Duramam’.

Kaynak: Birgun.net