BİRGÜN

Özgürlüğün düşmanları yaşam alanlarını tek tek yok etmeye çalışıyor. Önce kamusal alanlara yönelik başlayan saldırılar, zamanla şahıslara ait özel mekânlara yöneldi. Son olarak İstanbul Firuzağa’da yaşanan da bunun en bariz örneği. Bu vandallık “2-3 lümpenin işi” değil; organize ve iktidar eliyle ince ince işlenen gerici ortamın ürünü. Gezi Direnişi’nden bu yana AKP iktidarının anti-özgürlükçü, “inanan-inanmayan” ayrımına dayalı politikalarından güç alanlar; faşizmin sokaklardaki hegemonyasını “inanç hassasiyeti” adı altında pekiştirmeye çalışıyor. Bu unsurlar, iktidarın çizdiği vatandaş profiline uymayanları “katli vacip” olarak görüyor ve cezalandırmayı kendilerine vazife biliyor.

Mesele artık basit bir “içki içebilme özgürlüğünün” ötesine geçerek yaşam problemine dönüştü. AKP’nin hayata geçirdiği her yasa, her içtihat, her imam hatip projesi bu olumsuz ortama hizmet ediyor.

Peki, bu gidişe nasıl karşı koyulabilir? Bu baskıcı ortamdan nasıl çıkılabilir? Bir anda ideal olanı bulmak zor olsa da basit yoldan izlenebilecek bazı yöntemler söz konusu:

1. İlk başta bilinmesi gereken, haklı ve meşru olunduğu. Ramazan ayında ya da başka bir zamanda, yurttaşlar yaşamlarına dair istediği seçimleri yapma hakkına sahiptir. Yurttaşların seçimlerini engellemeye ve bastırmaya dönük her girişim haksızdır.

2. Kimi çevreler, çetelerin saldırılarını “dini hassasiyet” ile açıklamaya çalışsa da meseleyi “inananlarla inanmayanların mücadelesi” şeklinde tanımlamak hata olur. Saldırılar “inançlı yurttaşların ortak kararı” değil, dinci faşist rejimin izdüşümleridir.

3. Nefretle hareket eden güruhları görmezden gelmek, ilerleyen süreci daha karanlık bir hale sokmaya yol açacaktır. Unutmayın; ilk başta mekânlara karıştılar, daha sonra evlerde kızlı-erkekli oturmaya dil uzattılar. İtirazı yükseltmedikçe bunun sonu yok.

4. Alışıldık siyaset yöntemlerinin bugünün ihtiyaçlarına karşılık vermediği ortada. Düzen içi tüm yollar Saray eliyle tıkanmış durumda. Tabandan gelişecek kuvvetli bir demokrasi hamlesi, oluşturacağı basınçla özgürlük rüzgârı yaratabilir.

5. Saldırılara ve linç girişimlerine karşı bireysel cevaplar yetersizdir. Konu politik olduğu için, yanıt da politik ve kolektif olmalıdır. İktidarın harekete geçirdiği gericilik, omuz omuza bir toplumsal dayanışmayla püskürtülebilir.

6. Organize saldırılardan korunmanın yolu organize olmak. “Az kişiyiz” diye yanılgıya düşmek yerine 2’nin 1’den fazla olduğunu unutmadan hareket edip, mahallelerde ya da mümkün olan en yakın çevrede özgürlükten yana olanlarla diyaloğa geçilebilir.

7. Onlar nereden saldırıyorsa, nerede canlar yanıyorsa orada direnmek gerekir. “Sen şurada neredeydin” lafları anlamsızlaştı. Yurt çapındaki tüm direniş noktalarının birleştirilmesi, ortak hedeflerin güçlenmesi açısından kritik önemde.

8. Devlet teşvikli şiddete karşı bir araya gelmek, aynı zamanda yaşam alanlarına sahip çıkma ve sokakları halkın evi haline dönüştürme düşüncesini hayata geçirebilmek demektir. Kara bulutların dağıtılabilmesi, halk meclislerini yaratmakla olanaklı.

9. Sessiz kalarak savunulabilecek bir hak yoktur. Ülkenin herhangi bir yerinde bir kişiye yapılan haksızlık için yan yana gelebilmek, örgütlü kötülüğe vurulacak en büyük darbedir. Çünkü gericilerin “gücü”, özgürlüğün örgütsüzlüğünden geliyor.

Kaynak: Birgun.net