ONUR EREM / [email protected]
@onurerem

Uluslararası Savaş Karşıtları (WRI) üyeleri, nisan sonunda Türkiye’ye gelerek çatışmaların yaşandığı bölgede yaptıkları gözlemleri raporlaştırdı. “Türkiye’deki şiddet sarmalını durdurun” başlıklı rapor, çarşamba günü Belçika’nın başkenti Brüksel’deki Barış Evi’nde kamuoyuyla paylaşıldı. Basın toplantısına Türkiye’den de insan hakları savunucuları katıldı. İnsan Hakları Vakfı’ndan Coşkun Üsterci, Erdoğan’ın başkanlık için Kürtler, sol muhalefet ve seküler kesimler için demokratik siyaset yapma imkânını ortadan kaldırdığına dikkat çekerken “Türkiye freni patlamış araba gibi bir iç savaşa doğru son hızla gidiyor” dedi. Mültecilerin kitlesel olarak kapısına dayanmasından ürken, Erdoğan’ın ahlaksız tekliflerine boyun eğen Avrupa’nın, bu çok daha büyük tehlikeyi görmezden geldiğini söyleyen Üsterci, “Yaşanacak bir iç savaş yıkımı şimdikinden çok daha fazla mültecinin kitlesel biçimde Avrupa’nın kapılarına dayanmasına yol açacaktır” ifadelerini kullandı.

Irkçı klip örneği

İnsan Hakları Derneği’nden Gamze Yalçın ise “Sokağa çıkma yasakları sırasında güvenlik güçleri tarafından duvarlara ırkçı ve nefret içeren cümlelerin yazılması, güvenlik güçleri tarafından çekildiği devletçe tespit edilen ırkçı klipler, günlerce sokakta bekletilen cenazeler, öldürülen kadın militanların cenazelerinin çıplak bir vaziyette teşhir edilmesi ve cenazelerden bazılarının askeri araca bağlanarak sürüklenmesi, uluslararası hukuk ilkeleri ile insancıl hukukun temel ilke ve değerlerinin ayaklar altına alındığını gösteriyor” diye konuştu.

Konuşmaların ardından kamuoyuyla paylaşılan raporda yer alan ifadelerden bazıları şöyle:

* Bölgede yaşananlar adı konulmamış da olsa bir savaştır.

* Çatışmalar boyunca Türk basını hükümetin diliyle ve çok az sayıda haber yaptı. Uluslararası basında da az sayıda haber yer aldı. Hükümetin dilinin karşısında yazılan haberler ve bu anlatıya karşı çıkan, binlerce akademisyenin katıldığı imza kampanyası gibi kampanyalar ise devlet tarafından ‘terörizm’ suçlamasıyla soruşturmalara maruz bırakıldı.

* Çözüm sürecinde 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe Anlaşması seviyesine gelinmişken sonrasında Erdoğan’ın anlaşmayı geçersiz sayması ve savaş başlatmasının HDP’nin yükselen oy oranına karşı ve başkanlık sistemine geçiş amacıyla yapıldığı konusunda gözlem heyetindeki herkes hemfikir. Benzer bir şekilde, Suriye ve Irak’ta yaşanan savaşın da Türkiye’deki savaşla bağlantısı bulunuyor.

* Ancak savaş başlamadan önceki süreçte de iki tarafın birbirine güveni azdı. Ordu yeni kalekollar yaparken bazı bölgelerde gençler mahallelere hendek kazıyordu.

* Yine de kimse savaşın kentleri bu kadar etkileyebileceğini öngörmemişti. Savaşın başlamasının ardından evlerini terk etmek isteyen insanlar hendekler nedeniyle evlerini terk etmekte zorlandı, isyancılar tarafından da “mücadeleyi desteklememekle” suçlandı. Bazı yerlerde, PKK tarafından canlı kalkan olarak kullanıldılar. Ama sonunda pek çoğu evlerini terk ederek başka kentlere taşındı.

* Öte yandan devletin uyguladığı sokağa çıkma yasakları, ülke tarihinde hiçbir zaman böylesine aralıksız bir şekilde uygulanmamıştı. Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı yerlerde pek çok sivil, ekmek almak, ambulansa binmek gibi temel haklarını kullanırken vuruldu. Ölü bedenler, çatışmalar nedeniyle sokaklarda çürüdü veya buzdolaplarında bekletildi. Üç kadın siyasetçi telefonla yardım çağırırken vuruldu. Sur’a insani yardım götürmek için giden öğrencilerin Sur’u terk etmesine izin verilmedi ve vurularak öldürüldüler. Bodrumlarda ölen sivillerinse sayısı bile belli değil.

* Devletin isyancılara verdiği silahlı yanıt, insan haklarını ihlal etmeyi umursamayan ve Kürt halkına karşı kolektif cezalandırma amacı taşıyan bir şekildeydi.

* Tarihi Sur semtinin yüzde 82’si kamulaştırılarak halkın elinden alındı. Geri kalan yüzde 12’si de zaten ya TOKİ’nin elindeydi ya da hazine arazisiydi. Bunun amacı, Sur’un sosyal, kültürel ve demografik yapısını değiştirerek toplumsal hafızayı yok etmekti.

* Şiddetli çatışmalar nedeniyle Türkiye’nin Kürt bölgelerinde şiddetsiz sivil itaatsizlik eylemleri örgütlenememektedir.

Siviller korunmalı

* Bölgede konuştuğumuz örgütler “Avrupa bizi yalnız bıraktı” diyor. Ama Avrupalı siyasetçiler artık bölgede yaşananlara gözünü kapatmayı bırakmalı.

* PKK de Türkiye de uluslararası desteğe bağımlı. Bu nedenle çatışmaların durması için iki tarafa da uluslararası baskı yapılabilir. Hükümetin “Önce PKK silah bıraksın”, PKK’nin ise “Önce özerklik garanti edilsin” şartları bu süreci zorlaştırıyor.

* Sivilleri korumak, dünyadaki tüm hükümetlerin görevidir. Aynısı, siyasi hareketler için de geçerlidir. Eğer bir isyancı grup halkı için mücadele ettiğini söylüyorsa halkını tehlikeye atmaktansa onu korumalı. Sivilleri korumak yalnızca uluslararası hukukun dayattığı bir görev değil, aynı zamanda ahlaki bir gerekliliktir ve tüm siyasi liderlikler için akıllıca bir siyasi stratejidir.

Kaynak: Birgun.net