KADER SEVİNÇ
PES Yönetim Kurulu Üyesi
CHP Avrupa Birliği Temsilcisi

Uluslararası siyasetin yanlış tanımlanan gerçekleri ile demokratik değerler arasında mesafe büyüyor. Denklemde hata var. Genelde Ortadoğu, özelde Suriye politikasının ardındaki hatalı analiz ve tutarsız eylemler ve ardından mülteci akımının krize dönüştürülmesi, Batı için siyasi sınava dönüştü. Halkların mutlak erdem olarak kabul ettiği demokrasi ve doğal bir evrim olarak gördükleri küreselleşme sorgulanıyor.. Batı içinde giderek zayıflayan Türkiye için ise durum daha da derin zafiyetler içeriyor. Mülteci krizinin patlak vermesi ve yönetilememesiyle 29 Kasım 2015’te Türkiye-AB Ortak Eylem Planı ortaya çıkmıştı. Bu plan temel olarak mültecilerin Türkiye’den AB topraklarına geçişini önleyecek bir dizi teknik düzenlemenin AB tarafından 3 milyar Avro’luk bütçe ile fonlanmasını ve Birleşmiş Milletler sistemi dahilinde uygulanmasını içeriyordu. Pakette AB-Türkiye ilişkilerini ilgilendiren siyasi kararlar da vardı: Türkiye’nin mevcut vize serbestisi sürecinin hızlandırılması, siyasi vetolu AB üyelği müzakere başlıklarının açılması, ortak zirvelerin yapılması... Fakat bu basit bir siyasi pazarlık değildi. AB’nin mülteci krizinden bağımsız bir sorumluğu olan bu siyasi girişimleri pazarlık konusu yapması ahlaki bir soruna işaret ediyordu. Uluslararası alanda Avrupa değerleri açısından bu sorgulamayı yapan pek çok analist bu boyutu gündeme getirdi. Buna karşılık, bugünkü karamsar Türkiye resminde payı olan Avrupa’nın dar görüşlü siyasetine ise değinenler azınlıkta kaldı. Müzakere başlıklarının engellenmesiyle ve devamında Avrupalı değerler temelinde sorumluluklar ve eylem yetersiz kaldı, ikiyüzlülük baskın çıktı. “Mea-culpa” yapan Avrupalı siyasetçiler nadirdi.

Diğer taraftan bazı önde gelen Avrupalı siyasetçilerin hipokrasisini, partizanca bir iştahla kullanan, ülkeyi içinden çıkılması zor bir antidemokratik kısır döngüye hapseden iktidar, mülteci krizinde de denklemi düzgün kuramadı. Oysa demokratikleşme ve sosyal kalkınmada ilerlemiş bir Türkiye’nin sahip olacağı tarihi bir fırsat vardı. Avrupa’nın değerlerinin temsilinde içine düştüğü aciziyeti vurgulamak ve belki Avrupa’da bir değişimi tetikleyecek büyük bir atılım olanağı değerlendirilemedi. Meseleyi 3-5 milyar Avro’ya odaklayıp, al-ver pazarlığına çevirmiş gözükmek uluslararası saygınlığı zayıflamış Türkiye için yeni bir yara haline geldi. Aslında haklı olduğu bir çok önerisi olan Türkiye, güçlü bir demokrasi olmadan uluslararası müzakere gücü zafiyetinden kurtulamaz. Bu yönde gerçeklerle değerler birbirine yaklaşıyor. AB’nin maliyetini karşılayacağı bu teknik düzenlemelerin başında sınır izleme ve denetim kapasitesinin güçlendirilmesi, transit mültecilerin geri kabulü, Europol, Eurojust işbirliği anlaşmalarının tamamlanıp uygulanması, yüksek oranda yasadışı göç veren ülkelere yönelik vize uygulamalarının uyumlulaştırılması gibi alanlarda düzenlemeler var. Avrupa’yı en çok sıkıştıran konular arasında Türkiye üzerinden AB’ye yasadışı olarak geçiş yapan üçüncü ülke vatandaşlarının sayısının 2015’te 888 bini bularak yaklaşık 15 kat artmış olmasını gözden kaçırmamak gerekiyor.

AB liderleri 7 Mart’ta Brüksel’deki AB-Türkiye zirvesinde yeni bir sürprizle karşılaştılar. Türkiye hükümeti masaya yeni koşullar getiriyor, 3 milyarlık fonu 6 milyara çıkarmayı, 2016 Ekim ayının hedeflendiği vize serbestisi görüşmelerinin Haziran 2016’da tamamlanmasını, müzakere başlıklarında siyasi engellerin kaldırılmasını, Suriye içerisinde güvenli bölgeler oluşturulmasını, AB ile Türkiye arasında her bir Suriyeli siyasi mültecinin bir “ekonomik” göçmene karşılık gelecek şekilde değişimini öneriyordu. AB zirvesi gece boyu sürerek 8 Mart sabahına sarktı. Taraflar mevcut tutumlarını açıkladılar; bir sonuç bildirgesi olmadı. Olası kararlar 17-18 Mart’ta Brüksel’deki yeni bir zirveye ertelendi. AB başkentleri ve Brüksel arasında temaslar ve müzakere tutumları şekilleniyor. Türkiye’de ise basın üzerinden sanki bir anlaşmaya varılmışçasına vize serbestisi ve zafer propogandası devam ediyor. Uluslararası kamuoyu Ankara’nın neyi kutladığını anlamakta zorlanıyor. Son dönemde bir AB Konseyi Başkanı’nın hiç olmadığı sıklıkla Türkiye’ye ziyaretlerde bulunan AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, Türkiye’de hukuk devleti, medya ve ifade özgürlüğü ve de temel insan hakları vurgusu olan açıklamalar da yapıyor. Fakat bu ziyaretler Türkiye’de demokrasiye, demokratlarla beraber sahip çıkılması odaklı olmadılar. Çıkarlar ve değerler çelişti.

Vize serbestliği konusu Türkiye yurttaşları için çok önemli bir konu. Dünyaya açık bir Türkiye insanları ile, bilimi, sanatı, tekonolojisi, şirketleri ile her alanda güçlenir.. Ne yazık ki vize konusu istismar ediliyor, oysa daha içerikli bir bakışı hak ediyor. Akıllarda çok sayıda soru var. Basına yansıdığı gibi bir anlaşma söz konusu mu? Vize serbestisi yolunda kaç kriter var? Türkiye bunlardan ne kadarını yerine getirdi? Haziran’a kadar bu düzenlemeleri yapma olasılığı var mı? Bu soruların bir çoğuna yanıtları 4 Mart’ta AB tarafından yayımlanan değerlendirme raporunda bulabiliyoruz. Rapor İktisadi Kalkınma Vakfı tarafından Türkçe’ye çevrildi. Raporda 72 kriter yerine getirilme seviyesine göre sınıflanmış. En az 46 alanda ilerleme gerektiği vurgulanıyor. Bunlar arasında öne çıkanlar kapsamlı bir liste oluşturmakta: düzensiz göç ile mücadele, göçmen kaçakçılığının önlenmesi, Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Ülkeler Grubu tavsiyeleri doğrultusunda yeni mevzuat; yolsuzluğa karşı ulusal eylem planı ve bu planın uygulanması için bağımsız ve saydamlık içinde hareket edecek bir kuruluşun gözetimi; terörle mücadele yasalarının AB müktesebatı, Avrupa Konseyi standartları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı ile uyumlulaştırılması; kolluk kuvvetlerinin olası kişi hakları ihlallerini denetlemek için bağımsız bir komisyon; AB Geri Kabul Anlaşması’nın uygulanması, sınırların korunması, AB ile uyumlu bir vize rejiminin uygulanması; örgütlü suçlarla mücadele; kişisel verilerin korunması yasası, ayrımcılıkla mücadele yasası ve pasaportlarının AB standartlarıyla uyumlulaştırılması... Özetle kapsamlı bir demokratik reform programı. Yıllardır Türkiye’nin demokrat güçlerinin ısrarla vurguladığı somut konular listesi.

Türkiye yurttaşlarının yaşam standartlarının yükseltilmesi, AB sürecinin öncelikli bir hedefi olmalıdır. Bu hedef, sosyal haklardan, yeşil enerji teknolojilerine, yargı reformundan dijital ekonomiye geniş bir toplumsal kalkınma dinamiğini beraberinde getirir. Kıbrıs da bu yıl içinde umulan bir çözüm de bu gidişata ivme kazandırır. Ülkenin ekonomik ve sosyal kalkınmasını, uluslararası rekabet gücünü kapsayan her alanda olduğu gibi, vize serbestliği görüşmelerinin de merkezinde demokratikleşme var. CHP’nin hükümetin AB çağrısına yönelik yaptığı “demokratikleşme masasına davet” bu gerçeğe dikkati çekmekteydi. Demokrasi istikametini görmezden gelmeye, saptırmaya çalışanlar bu gerçeği değiştiremeyeceklerini bir kez daha görecekler. Türkiye için gerçeklerle değerlerin birleştiği noktada demokrasi var. Denklemi düzeltmek, sınavı geçmek mümkün.


Kaynak: Birgun.net