ONUR EREM
[email protected]
@onurerem

Türkiye ile AB arasında yürütülen vize serbestisi pazarlığı dün önemli bir aşamayı daha geride bıraktı: Avrupa Komisyonu vize serbestisinin hayata geçirilmesi için tavsiye kararı açıkladı. Uygulamanın başlaması için bu adım gerekli olsa da yeterli değil. Bundan sonraki sürecin nasıl işleyeceği, çok sayıda değişkene bağlı.

Türkiye’nin yükümlülükleri

Öncelikle, vize serbestisi için açıklanan karar “Türkiye’nin 72 kriter konusunda önemli adımlar attığı ve böyle devam ederse Haziran sonuna kadar diğer kriterleri de yerine getirebileceği” varsayımı üzerine kurulu. AB Bakanı Volkan Bozkır’ın Mart başında verdiği “1 Mayıs'a kadar 72 kriteri de yerine getireceğiz” sözünü yerine getiremediğini görüyoruz. Avrupa Komisyonu’nun dünkü açıklamasında 72 kriterden 62’sinin yerine getirildiği yer alıyordu. Geriye kalan kriterler ise Türkiye’nin en zorlanacağı kriterler:

1-Terörle Mücadele Kanunu:

Bunların başında Türk hükümetinin muhalefete ve özellikle de Kürtlere karşı kullandığı Terörle Mücadele Kanunu’nun AB standartlarına göre değiştirilmesi yer alıyor. Bu, hükümetin gazeteciler, akademisyenler ve diğer muhalif kesimleri teröristlikle suçlamasını engelleyecek yasal değişiklikler yapılması anlamına geliyor. Fakat Türk hükümetinin, hele ki Kürtlere karşı savaş yürüttüğü, HDP’li vekilleri terör suçlamasıyla hapse atmak için dokunulmazlıkları kaldırdığı, gazetecileri bile ‘terör’den tutukladığı bir noktada, böyle bir değişiklik yapması hayalden öte değil.

2-Yolsuzluk:

Bir diğer zorlu yasa talebi de, Avrupa Konseyi kurumu olan Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu’nun (GRECO) kararları ve tavsiyelerinin uygulanması hakkında. Yolsuzluğa battığı uluslararası kuruluşlar tarafından da tescillenen AKP hükümetinin böylesi bir yasayı nasıl, hangi yüzle hazırlayacağını bilemiyoruz. GRECO kararları içinde AKP hükümetine ters düşen o kadar çok konu var ki… Örneğin:

»Siyasi partilerin kampanyalarında gelir ve gider açısından tam şeffaflık,

»Kamu ihalelerine katılan şirketlerin partilere ve partilerle doğrudan/dolaylı ilişki içinde olan tüm kurumlara bağışlarının yasaklanması,

»Kamu görevlilerinin ve aileleri/arkadaşlarının herhangi bir hediye almasının yasaklanması,

»Kamu görevlilerinin siyaseten tarafsız olması ve hukukun üstünlüğü ilkesine zarar vermemesi, bütün bunların denetime açık olması, uymayan parti ve kişilerin etkin bir şekilde cezalandırılması gibi onlarca madde var.

Bunların uygulanması durumunda hukuka uymadığını, rejimi fiilen değiştirdiğini söyleyen bir kamu görevlisi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yargılanması gerekecek. Türkiye’de böyle bir şey mümkün mü? Sayıştay raporlarını bile TBMM’den gizleyen bir iktidar şeffaflık yasası çıkarıp 17-25 Aralık’a karışanları cezalandırabilir mi?

3- Polis ve yargıda işbirliği:

AB, polis ve yargı alanında da AB ülkeleriyle entegrasyon talep ediyor. Bunun gerçekleşmesi, Türkiye’de yargının Deniz Feneri gibi çokuluslu yolsuzlukların, Bilal’in kara para aklama iddialarının üstüne gitmek zorunda kalması anlamına gelecek. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’de ağırlamaktan çok hoşlandığı çeşitli savaş suçluları, cihatçı çete üyeleri, Uluslarası Ceza Mahkemesi tarafından soykırım işlediği gerekçesiyle tutuklama kararı çıkarılmasına rağmen Erdoğan’ın “Müslüman soykırım işlemez ki” diyerek savunduğu Sudanlı Ömer El Beşir gibi kişiler Türkiye’de rahatça dolaşamayacak. Erdoğan böyle bir yasaya izin verir mi? AB, raporda açıkça “Türkiye’nin suç ve yargı alanlarında AB’den gelen taleplere olumlu yanıt vermesi gerekiyor” diyor ve bu konuda güvence sağlayan bir yasa çıkarılmasını istiyor. Ayrıca Türkiye’nin bugüne kadar imzalamadığı veya yürürlüğe koymadığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ek protokollerini hayata geçirmesini talep ediliyor. AB, Türkiye’de yaygın olan ve Erdoğan’ın en son Dündar ile Gül’e ilişkin söylediği “Hapse atarız, AİHM’den tazminat alırlar ama serbest bırakmayız” uygulamasının aksine, Türkiye’de yargının karar verirken AİHM içtihatlarına göre hareket etmesini istiyor.

4-Kişisel verilerin korunması:

Bir diğer talep de Türkiye’nin kişisel verilerin korunmasına yönelik Avrupa Konseyi standartlarında bir yasa çıkarması. Hükümetin bu konudaki girişimi o kadar başarısız oldu ki, hazırladıkları yasa amacının aksine “fişleme yasası” adıyla anılmaya başlandı. CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, BirGün için yazdığı makalede yasa hakkında şunları söyledi: “Yasada kişisel verilerin ilgili kişinin açık rızası olmaksızın işlenebileceği istisnalar o kadar geniş tutulmuştur ki kişisel verilerin korunması bir yana, her türlü kötü kullanım yolu açık hale getirilmiştir”. Akademisyenlerden hukukçulara kadar geniş bir kesim, bu tasarının yaslaşmaması için bastırdı ve AKP yasayı geri çekti - fakat sonrasında çok az değişiklikle tekrardan meclise getirerek yürürlüğe soktu. Anlaşılan o ki, AKP bu yasayla AB’nin gözünü boyamayı başaramamış: Dünkü basın açıklamasında Komisyon, bu konuda yeni bir yasa çıkarılması gerektiğini ifade etti.

Kişisel verilerin korunması dışındaki üç konuda Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda atım atması mümkün gözükmüyor. Hükümetin Haziran sonuna kadar savaş politikalarını terk etmesi, insan haklarını AB standartlarına çekmesi ve yolsuzlukla hesaplaşmasının imkansız olduğunu görmek zor değil. Burada esas soru, AB’nin bu durumda ne yapacağı.

AB ne yapacak?

Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesine uyulmamasına alışmış olsak da Avrupa Birliği’nde böyle bir şeyin gerçekleşmesi birliğin varlığını tehlikeye atacak sonuçlar bile doğurabilir. Çünkü Avrupa Birliği, kuruluşundan beri anlaşmalar üzerinden ilerleyen ve bu anlaşmaları tam anlamıyla uygulamaya dayalı bir birlik. Bir anlaşmanın bile ihlal edilmesi, AB’nin temellerini sarsabilir.

Bu nedenle, AB’nin Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirmemesine rağmen anlaşmayı yürürülüğe sokması düşük ihtimal. AKP’nin üzerine düşen yükümlülükler konusunda göstermelik adımlar atarak AB’yi tercüme oyunlarıyla kandırmaya çalışması da bir diğer ihtimal olurdu, fakat AB’nin Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nu yetersiz bulduğunu açıklaması bu ihtimali ortadan kaldırıyor.

Öte yandan, AB’nin Türkiye’ye vize serbestisi vermemesinin de AB açısından korkutucu sonuçları olabilir. Sonuçta, karşılarında “Ülkedeki milyonlarca sığınmacıyı otobüslere doldurup Yunanistan sınırına bırakırsam ne yapacaksınız? Hepsini öldürecek misiniz” diyecek kadar çılgın bir Erdoğan var. Özellikle Almanya Şansölyesi Angela Merkel, sığınmacılardan kurtulmak için Erdoğan’a her türlü tavizi vermeye açık bir görüntü sergiliyor. Merkel’e karşılık Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ise “Türkiye tek bir kriteri bile yerine getirmese vize serbestisi gerçekleşmez” diye net açıklamalar yapıyor.

Bundan sonra ne olacak?

Avrupa Komisyonu’nun tavsiye kararının tek başına hiçbir bağlayıcılığı yok: Bu kararın ardından vize serbestisinin uygulamaya geçmesi için AB içinde işlemesi gereken pek çok süreç var. Vize serbestisi, öncelikle Avrupa Parlamentos’nun Sivil Özgürlükler, Adalet ve İçişleri Komitesi’nde görüşülecek. Burada kabul edilirse Avrupa Parlamentosu’nda oylamaya açılacak.

AP’de zorlu oylama

751 sandalyeli Parlamento’daki oylamada vize serbestisi aleyhine oy kullanacak pek çok grup var. 72 sandalyeli Avrupa Muhafazakarları ve Reformistleri, çoğu AB karşıtı partilerden oluşan 46 sandalyeli Özgürlüklerin ve Doğrudan Demokrasinin Avrupası, faşistlerin 39 sandalyeli Ulusların ve Özgürlüklerin Avrupası gruplarının Türkiye karşıtlığı nedeniyle oylamada hayır oyu kullanması muhtemel. 52 sandalyeli Avrupalı Birleşik Sol - Kuzeyli Yeşil Sol ve 50 sandalyeli Yeşiller grupları ise Türkiye’nin AB üyeliğini desteklese de, Türkiye’nin kriterleri yerine getirmeden vize serbestisi almasına karşı çıkabilir. Parlamento’nun en büyük iki grubu olan (bir dönem AKP’nin de üye olduğu) 215 sandalyeli Avrupa Halk Partisi grubu ve 190 sandalyeli Sosyalistlerle Demokratların İlerici İttifakı gruplarının ne yönde oy kullanacağını kestirmek güç. Avrupa Halk Partisi’nin içinde evet vermesi muhtemel Merkel’in CDU’nun yanında Türkiye’nin AB ile yakınlaşmasına her zaman karşı çıkan Sarkozy’nin partisi de bulunuyor. Benzer bir şekilde Sosyal Demokratlar içinde de göçmenlere karşılık Türkiye’ye taviz verilmesini destekleyen ve karşı çıkan partiler birlikte bulunuyor.

Meclisler ve Konsey

Vize serbestisi bu zorlu adımı aşsa bile sonrasında AB üyesi ülkelerin ulusal parlamentolarında onaylanması gerekiyor. Bu aşama da kazasız atlatılırsa, son olarak AB Konseyi’nde bir oylama gerçekleşecek. Oylamada vize serbestisinin hayata geçmesi için üyelerin yüzde 55’inin, yani 28 ülkeden 16’sının evet demesi gerekiyor. Fakat bu yeterli değil: Bu ülkelerin aynı zamanda AB nüfusunun en az yüzde 65’ini temsil etmesi gerekiyor. Öte yandan AB nüfusunun yüzde 35’ini oluşturan 4 veya daha fazla ülkenin karşı çıkması durumunda karar engellenebiliyor. Türkiye’nin bu oylamaya kadar kriterleri yerine getirilememesi durumunda tasarı Konsey’de de engellenebilir. Eğer Konsey de anlaşmayı onaylarsa, yasa Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra yürürlüğe girecek.

Kaynak: Birgun.net