Athanasia ve Maria’nın gelmesiyle onların araçlarına geçtik. İlk durağımız Petralona Mağarası oldu. İlk insanın bundan 300 bin ila 600 bin yıl önce bu mağarada yaşadığı bilgisi verilince şaşkınlığımızı gizleyemedik. Mağaranın içi daha önce görmediğim kadar ilgi çekiciydi. Yarım saatlik gezi sonrasında Homo Sapiens ve Homo Erectus arasında bir canlının yüz binlerce yıl önce bu mağarada yaşadığını, mağaranınsa 1960’lı yıllarda bir çoban tarafından keşfedildiğini öğrendik. Bazı dar noktalardan zorlanarak geçerken, rehber yüzbinlerce yıl önce mağaraya avladıkları ‘fil’i taşıyan hayvanların olduğunu söyleyince “öhöm öhöm” demekle yetindik. Tabii bilime karşı değildi bu şaşkınlık, o kadar büyük fili taşıyan canlılaraydı...

Sonraki durağımız Maria’nın fotoğraflarının da sergilendiği Deniz Müzesi’ydi. Gerçekten eski ve yeniyi bu kadar güzel derleyen, Photoshop’u bu kadar güzel kullanarak hazırlanan bir sergiyi uzun süre unutmayacağım. Nea Moudania’nın eski fotoğraflarıyla yeni fotoğraflarının bilgisayar katkısıyla birlikte hazırlandığı bir sergiydi. Sergide yer alan deniz üzerindeki bir tavernanın fotoğrafında “Kadınlar deniz istiyor” yazıyormuş, ne güzel. Sonra artık taverna olarak kullanılmayan bu tavernanın yıkık halini de görmeye gittik. Müzenin farklı bir noktasında da maketlerden oluşan bölüm vardı. Balık tutma tekniklerinin maketlerle anlatıldığı kısım da birlikte bu tura çıktığımız 90’ların gazetelerindeki karton maketlerin üstadı Tapa’nın ilgisini çekti elbette.

Sonra Justinianus’a götürdüler bizi. Yunanistan’daki tüm tarihi materyaller buraya geliyormuş. Burada restore işlemi yapıldıktan sonra da ilgili müzelere dağıtılıyormuş. Üç restoratör ve bir müdür önce çalışmaların yapıldığı ve öğrencilerin zaman zaman bu çalışmaları izlemeye geldiği alanda bizleri ağırladılar. Çömlekler, haritalar, evraklar... Ardından da henüz açılmayan ve belki de 5 yıl sonra açılacak büyük müze binasını gezdirdiler. Şanslıydık, çünkü belki de bu alana ilk kez biz giriyorduk misafir olarak.

‘Misafirlerimizden ücret almayın’

Petrolana, Deniz Müzesi ve Justinianus... Giriş ücretleri ödemememiz, araçla girilmeyen yerlerde dahi kapıların ardına dek açılması, hepsinin kapısında o alanın müdürlerinin bizleri karşılaması bizi şaşırttı. Bu ilginin sebebini merak edip sorduk arkadaşlarımıza. Nea Moudania Belediye Başkanı’nın bu yerleri arayıp “Türkiye’den misafirlerimiz geldi, ücret almayın ve lütfen ilgilenin” dediği bilgisi gelince, hem mutlu olduk, hem de kendimizi ayrıcalıklı hissettik.

Öğle vakti yorulmuştuk iyice. Maria’nın evine geçtik. Bizlerle birlikte 17-18 kişinin olduğu bir masa kuruldu evin içine. Ev de ev hani. Balkonundan Khalkidiki yarım adasının üç bacağı olan Agion Oros, Sinthonia ve Kasandra’nın başlangıç noktaları görülebiliyordu. Balkon püfür püfür esiyor, zeytin dallarının rüzgârda birbirine çarparak çıkarttığı ses bize kadar ulaşıyordu.

Çok şey paylaştık

Geçen sene tanıştığımız Mihail amca ve İrini teyzenin oğlu Yorgo da eve gelmişti. Yorgo çok iyi Türkçe biliyordu. 17 yaşına dek Bozcaada’da yaşamış, sonra ne yazık ki ayrılmak zorunda kalmıştı. Şimdi Nea Tenedos’ta yaşıyor ve belediyede görevli. Çok şey konuştuk, çok şey paylaştık onunla da.

Bahçede yanan barbeküde devamlı et pişiyordu. Bunun yanı sıra domuz yemeyenler için tavuk, et yemeyenler için de kızartma, patlıcan, sarma dolma, salata, cacıki de vardı. Efsane bir masa, hem de el emeği göz nuru hazırlanmıştı. Geleneksel içkileri tsupouro unutulmamış, içemeyenler için şarap da hazır edilmişti.

Yan komşu elinde darbukasıyla çıkageldi. Bir müzik sistemi kuruldu ve ortak şarkılar hep birlikte söylendi, oyunlar oynandı. Müthiş bir deneyimdi, ömür boyu unutulmayacak anlardı. Uzun uzun anlatılacak, saatlerce üzerine konuşulacak bir yemeği sadece birkaç cümleyle yazıyorum... ‘Anlatılmaz yaşanır’ minvalinde.

Sonra Nea Tenedos meydanına geçtik. O gün Aziz Avidimous anması yapılıyordu. Aziz Avidimous Bozcaada’da yıllar önce yaşamış birisi olarak rivayet ediliyordu. Onun adına her yıl 14 Temmuz’u 15 Temmuz’a bağlayan gece anma yapılıyormuş. 14 Temmuz’da da kilisede ayin oluyormuş. Buna denk gelmek de ilginç bir tesadüf oldu doğrusu.

Bu arada Maria ve Athanasia aslen Bozcaadalı değiller. Ama eşlerinden ötürü adaya bağlılıkları var. Hatta Athanasia, “Geliniz bir, oradan adalıyız” diyor. Ama çok ilginç eşlerine nazaran adaya daha bağlılar. Athanasia’nın evi Nea Tenedos’ta (Yeni Bozcaada), Maria’nın eviyse Nea Triglia’da (Yeni Tirilye). Bizi gezdirdikleri yerlerin başında da Nea Moudania (Yeni Mudanya) geliyor. Nea Tenedos’ta yaklaşık 400 kişi yaşıyor, Nea Triglia’da 3 bin dolayında, Nea Moudania’da ise 10 bin dolayında yaşayan var. Hepsi birbirine komşu ve birkaç kilometre uzaklıkta yer alıyor.

Dolu dolu geçen bir gün

Meydanda otururken 85 yaşındaki Yorgo amca geldi. Adaya dair iki nesil öncesini tanıdığı için bahsettiği isimler ya ölmüştü ya da yaş itibariyle bizim tanımamız zordu. Ahmet Hoca’yla birlikte bayağı bir konuşturduk Yorgo amcayı.

Sonra “Her Yer Bozcaada Derneği” Başkanı, eski başkanı, muhtar ve halktan da gelenler oldu. Uzun bir masa kuruldu, frappe içildi. Bu dernek de yıllar önce adadan kopan Bozcaadalılar’ı bir nevi bir arada tutan, faal bir yapı. 400 kişilik bir köyde böyle bir dernek olması, her sene Bozcaada’daki Ayazma Panayırı’na gelmeleri, çalışmalar yapıyor olmaları da oldukça güzel.

Birbirimize hediyeler verdik. Kiliseyi gezdik. Sonra kapıdan da olsa İrini teyze ve Mihail amcaya uğradık. Selamları yüklendik. Dolu dolu geçen bir günün ardından hava kararmaya yakın Nea Tenedos’a elveda derken Mihail amca seslendi arkamızdan, “Mustafa, al bu vasilikilerden hem siz ekin, hem de Antula’yla Foti’ye (Bozcaada’daki arkadaşları) götür. Onlar da eksinler, çok güzel kokar” diyerek. Öyle yaptık, öldürmeden, yaşatarak getirdik Bozcaada’ya vasilikileri. Bir dal bizde yeşerdi, diğeri Antula teyzenin camönünde.

Kaynak: Birgun.net