HÜSEYİN ŞİMŞEK | [email protected]

Ilık bir sonbahar sabahında, berrak bir gökyüzünün altında tüm baskılara rağmen gülen binlerce insan buluştu. Küçük adımlarla yürüyen çocuklar merakla izlerken etrafını, Türkiye’nin dört bir yanından gelenler hasretle ve sevgiyle kucaklıyordu birbirlerini.

Alanda ne bir öfke, ne bir gerginlik vardı. Emeğin hakları, daha çok özgürlük ve barış için gelen binlerin coşkusu sarmıştı Gar önünü.

Sonbahar güneşinin sıcaklığını hissetmeye başladığımız saatlerin başında peş peşe patlayan iki bomba sadece Ankara’nın değil tüm ülkenin yüreğini parçaladı.

İçinde çocukların, gençlerin olduğu yüz bir insanımızı kaybettik. Yüzlerce insan asla kapanmayacak yaraları ile hayata tutunmaya çalışıyor.

10 Ekim 2015 saat 10.04’den sonra ne o alanda toplananlar, ne onların arkadaşları ne de ülke için hiçbir şey eskisi gibi olacaktı artık. Büyük bir gürültü ile gelen acı, arkasından gelecek yüzlerce ölümün ve daha karanlık günlerin habercisi oldu.

İktidar partisinin anlamsız ve gayri ciddi açıklamaları, katliamın yarattığı iklimden oy devşirme gayreti katliam sonrası yaşanacakların habercisi gibiydi.

10 Ekim’de Türkiye’nin en büyük toplu katliamlarından biri yaşandı. Faili IŞİD olan bu katliam sonrası yürütülen soruşturmalar, hazırlanan iddianame ve açılan dava neredeyse göstermelik olmaktan öteye gitmedi. Dalga geçer gibi hazırlanan iddianame, bir türlü başlamayan mahkeme tek bir hedefe odaklandı. Devlet ve devlet görevlileri kendi kusurlarını görünmez kılacaktı.

Biz varız

Katliam öncesi, katliam anı ve sonrası gösterdi ki faili eli kanlı terör örgütü IŞİD olan, ama destekleyenlerin karanlıkta kalacağı bir dosya olarak kalacak. Yargı, katliamı devletten ve iktidardan uzaklaştırma çabası ile bir anlamı ile delilleri karartma uğraşında. Örgütte eylemi planladığı açıklanan isim ise öldü.

7 Kasım günü başlayacak yargılamadan ne ölenlerin yakınlarının, ne yaralıların ne de üyesi oldukları sendika ve odaların bir umudu var. O zaman geriye bir tek şey kalıyor.

Yaşananları, onların savunduğu idealleri unutmamak, her adımda katliamda parmağı olanların yargılanması, hesap sorulması için emek harcamak.

Bugün başladığımız 10 Ekim dosyasında bir yandan yaşananları tanıkların gözünden aktarırken diğer yandan da karanlığın içinde umudu aramaya çalıştık. Oradaydı umut, yıkıntıların içinde, ayakta.

Gördük ki emeğin hakkını aldığı, özgürlüğün ve barışın hakim olduğu ülke, acının yüzlerine oturduğu, yaralı yürekli, nemli gözü güzel insanların ve onların arkadaşlarının eseri olacak.

"Son kez baktı yıldızlara"

Ümit Seylan... 18 yaşında sadece 10 gün önce yaşamaya başladığı Ankara’da gözlerini bir daha yıldızlara bakamamak üzere kapattı.

Erzurum'da yaşayan bir ailenin 4 çocuğundan biri olan Ümit, son iki yılını, yaşamayı çok istediği Ankara'da üniversite okumak için kendisini ailesinin deyimi ile "Eve kapatarak" geçirdi. İki yıl boyunca ders çalışmak dışında hiçbir şey yapmayan Ümit, sonunda Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Maliye bölümünü kazandı. 1 Ekim günü Erzurum’dan Ankara’ya gelerek kaydını yaptırdı.

Ümit, 9 Ekim gecesi, bilgisayarından “Ankara Garı’na nasıl gidilir” aramasını yapıp, 10 Ekim mitinginin toplanma yerini öğrendikten sonra Tuncel Kurtiz’in seslendirdiği “Delikanlım son kez baktı yıldızlara” şiirini dinledi.

Ümit amcası, 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği Eşbaşkanı İhsan Seylan, yeğenini “İki gün önce aldığı Yaşar Kemal’in, Gabriel Garcia Marquez’in kitaplarını okuyacaktı. Çok bilgi sahibi olmak istediğini söylüyordu. Ezberlenecek İngilizce kelimeleri vardı. Bunların hiçbiri olmadı. Delikanlım son kez baktı yıldızlara” diyerek anlatıyor:

“Patlamanın olduğunu duyduğum ilk an, ne yapacağımı bilemedim. Hemen arabaya atlayarak alandakilere yardım için bu bölgeye gitmek istedim. Yoldayken yeğenim Ümit’in orada olabileceğini düşündüm.”

“Hayatındaki ikinci mitingi”

“Bu miting, Ümit’in hayatı boyunca gittiği ikinci mitingti. Barış mitingine de barışa ses olmak için katılmıştı. Aslında Ankara’dakilerin mitinge katılmasına daha bir saat kadar vardı ama Ümit, yaşadığı heyecan nedeniyle toplanma alanına erkenden gitmiş.

Ümit, yaşamını yitirdikten sonra kimliği tespit edilebilen son beş kişiden birisiydi. Günlerce aradık. Öyle bir şok geçirmiştik ki Ümit’in yapışık olan iki ayak parmağına bakmak ne bizim ne de annesinin ve babasının aklına gelmişti teşhiste.”

“Yanlışlıkla benim ismimi mi vermiştir?”

“4 gün boyunca Ümit’i hiçbir yerde bulamadık. İlk başlarda ‘sarjı bitmiştir, arkadaşlarının yanındadır’ diye düşündük. Daha sonra hastanelerin birinde yaralı olabileceğini. İsmi bana benzeyen bir yaralıyı gördüğümde acaba yanlışlıkla, ‘benim ismimi mi verdi’ diye düşündüm.

Bir sürü insan ölmüştü ve yaralanmıştı. Hastanedeki yaralı ve kayıp isimlerinde Ümit’i göremeyince bir rahatlama oluyordu. Daha sonra bu rahatlığı sorguluyordum. İnsanlar en yakınındakilere odaklanıyor. Ailesi Erzurum’daydı. Onlara Ümit’in durumu hakkında bilgi verememek çok zor oluyordu. Ümit’in babasını, ‘oğlun patlamadan sonra yaşanan arbedenin ardından gözaltına alındı’ diyerek Ankara’ya çağırdık.

Ümit, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okumak istiyordu. Orayı kazanamayınca, yine Ankara’da kalmak için Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Maliye bölümünü tercih etti ve bu kentte yaşamaya başladı. Yalnızca 10 gün yaşayabildi.

Dördüncü günün gecesi DNA testi ile cenazesine ulaşabildik. Ailenin kalan kısmının tamamı birinci günün sonunda geldi. Orada gönüllü psikologlar vardı. Ailesine Ümit’in yaşamını yitirdiğini onlar söyledi.”

“Emniyet bizden önce öğrendi”

“Ümit’in yaşamını yitirdiğini öğrendiğimiz gece, nasıl olduysa Erzurum Emniyeti haberi bizden önce almıştı. O gece bizi Erzurum sınırında karşılamaya gelecek insanların büyük bir kısmı, biz Erzurum’a giremeden önce gözaltına alındı. Niyetimiz, cenazesini Ümit’in doğduğu, büyüdüğü yere götürmekti. HDP Erzurum yönetimi, Ümit’i memleketine götüreceğimiz sırada gözaltına alınınca önce ne olduğunu anlayamadık. Daha sonra Ümit’in cenazesinin karşılanması güçlü bir şekilde yapılmasın diye gözaltıların yapıldığını öğrendik.”

“Büyüdüğü eve son kez götürülemedi”

“Gencecik bir bedenin cenazesi barış elçisi gibi karşılandı. 20 haneli köyde o gün 5 bin kişi vardı. Devlet yetkilileri baştan sona hiçbir şekilde yanımızda yer almadı. Ankara’nın Keçiören ilçesinin sınırlarında yer alan Adli Tıp’ta Keçiören Belediyesi’nin bile herhangi bir yardımı olmadı. Ne bir çadır ne bir çay çorba dağıtımı ne de başka bir şey... İnsanlar Ekim ayının akşam soğuklarında zor şartlar altında, acılı halde kayıplarını aradılar.

Oradaki ailelerin arabalarına ceza yazıldı. Havai fişekler atıldı. Korna sesleri duyduk. Adli tıbbın önünde planlı, plansız sevinç gösterilerine şahit olduk. Elbette bu da bizi olumsuz etkileyen şeylerden oldu.

Bir yakınınızı kaybetmenizin ardından kendinizi toparlanma süreci yaşarsınız ancak onu bir kitle ile kaybetmenin getirdiği travma daha büyük oluyor. Etrafınız kayıp yakınları ve yaralılarla doluyor. Sorumluların cezalandırılması için mücadele etmekten başka yapacak bir şeyiniz de kalmıyor.

“Birbirimizi en iyi biz sardık”

“10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği’ni kurduk. Örgütlenme bize nefes aldırdı. Kendiliğinden gelişen bir destek ayağı oluştu. Anmalarda ailelerle bir araya geldiğimizde, dışarıdan olup yaraları sarmak isteyen birçok insanın olduğunu gördük fakat yine de birbirinizi ancak siz anlıyorsunuz. Bunun da farkındaydık. Ateş düştüğü yeri yakar derken bunu hep hissettik.

Birbirimizi en iyi biz anladık, birbirimizi en iyi biz sardık.Aileler, örgütlü mücadele olmadan, Cumhuriyet tarihi boyunca bu tür davaların kapatıldığını biliyorlardı. Bu yüzden derneği kurduk.

Bizim sorumluların Türkiye’deki mevcut yargı ile cezalandırılacağına ilişkin umudumuz yok. Ümit’imiz vardı. Ümit’in umudu vardı. Ümit’i kaybettik. Olayı basitleştirdiler. İnsani değerlerden uzaklaştırdılar. Dava sürecinden son derece endişeliyiz.

“Kahpe kalır şahan gider”

Ümit bilgisayarında en son Ertuğrul’a ağıt’ı dinlemiş. Orada bir söz vardı: ‘Kahpe kalır, şahan gider’ 10 Ekim’de tam da öyle oldu. 9 Ekim gecesi Tuncel Kurtiz’in okuduğu “Delikanlım son kez bak yıldızlara” şiirini dinlemiş. O beni çok etkiledi. Bu davaları bu kadar basitleştiren ve insani yapıdan çıkaranların bunları iyi bilmesi gerekiyor. Bir üniversite hazırlık öğrencisiydi Ümit. Duvarında ezberlenmesi için asılmış İngilizce kelimeler asılıydı. Ezberlenecek kelimeleri vardı Ümit’in. İki gün önce aldığı Yaşar Kemallerin, Gabriel Garcia Marquez’in okunacak kitapları vardı. ‘Çok okumak istiyorum, çok bilgi sahibi olmak istiyorum’ diyordu. Bunların hiçbiri olmadı. Delikanlım son kez baktı yıldızlara.”

İlke Işık

Bir umutsuz adalet arayışı

Katliamın ardından yaşamını yitirenlerin aileleri, yaralılar ile birlikte umutsuz bir adalet arayışı içerisinde.

Soruşturmalar aylar sonra tamamlanabildi, ilk duruşma ancak 13 ay sonra yapılabilecek. İlk günden itibaren gizlilik kararı verilen dosyada aileler tazminat alarak davadan vazgeçmeye zorlandı.

36 sanıklı dava dosyası, Ankara 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi tarafından iddianamedeki eksiklikler ve avukatların itirazına rağmen kabul edildi. Suriye'den başlayarak Ankara'ya kadar bombacıların ve destekçilerinin hazırlıklarını farkedemeyen istihbarat ve emniyet yetkililerinin yargılanmadığı davadan ailelerin ve avukatların umudu bulunmuyor. 7 Kasım'da başlayacak davaya ilişkin son gelişmenin firari sanıklar Talha Güneş ile Abdulmuttalip Demir'in yakalanması olduğunu söyleyen 10 Ekim avukatlarından İlke Işık, yapılacak yargılamanın bir an önce sonuçlanmasını beklediklerini, iç hukuk yollarını tüketerek AİHM’e gitmekten başka düşüncelerinin olmadığını söylüyor.

"Doğru sorulara yanıt vermiyor"

İddianamenin, kamu görevlilerinin soruşturulmaması, aydınlatıcı araştırma çalışmalarının yapılmaması ve bilgisayarlardan çıkan metinlerden başka somut deliller bulunmaması nedeniyle eksik olduğunu vurgulayan avukat Işık, şunları anlatıyor:

“Bu iddianame, bir dolu soruya yanıt vermiyor. Katliamın nasıl planlandığına ve örgütlendiğine ilişkin en temel soruların cevabı yok. İddianamenin mantığı, Yunus Durmaz'ın varlığı. Oysa şimdi Durmaz'ın şaibeli bir biçimde kendisini öldürdüğü söyleniyor.”

“Kopyala yapıştır 500 sayfa”

“İtirafçı olduğu söylenen Yakub Şahin olayın işleyişini anlatıyor. İddianame onun anlattığı olay kurgusu üzerinden gidiyor fakat bir dolu çelişki var.

‘Kopyala yapıştır’ yapılarak 500 sayfalık iddianame oluşturulmuş, ‘çalıştık’ izlenimi verebilmek için.

İddianamenin bize anlatmadığı şey, katliamın arka planının nasıl oldu? Bunca insan Antep’te nasıl bu kadar rahat örgütlendi? O kadar birbirini tanıyan ve bilindik insanlar ki... Biri fırıncı ustası, diğeri onun yanında çalışıyor. Hepsi okuldan tanışıyor. Mahalledeki parklarda biraraya geliyor. Camilerde, parklarda çalışıyor. Genç Ensar ve Genç Muhavvidler Derneği’nde örgütleniyor. Sınırlar delik deşik. Bombacılar girip çıkıyor ve bunlar bilinmeyen insanlar değil.”

Yanıtı aranacak sorular

“Yetkililerin ihmali var mı diye bakılmıyor. Yakub Şahin’in ifadesine bakıp sadece 36 kişinin üzerine gidilmiş. Bu dava, nereden geldiler, nereye gittiler, nasıl yaptılar ile çözülecek bir dava değil. Ciddi örgütlenmiş bir katliamdan bahsediyoruz. Bunun gerçekleşmesine ilişkin koşullar nasıl oluştu? Bunu kim oluşturdu? Bu katliam engellenebilirdi de izin mi verilmedi? Bu soruların yanıtı mutlaka aranmalı. Bizim en baştan beri anlaşamadığımız şey, kamu görevlilerinin davadan uzak tutulması. Savcı, ‘Benim meslek ahlakım kamu görevlileri ile teröristleri aynı dosyada yargılamaya uygun değil’ demişti ancak görüyoruz ki savcılık kamu görevlilerini hiç yargılamayacak.”

‘’Çözme iradesi yok’’

“Mahkeme, iddianameyi olduğu gibi kabul ederek, duruşmalar boyunca sorun yaşayacağımızı gösterdi. 36 IŞİD’li sanığın bağlantıları değerlendirilmedi. Yer temini yapan, tüm sanıkları tanıyan bir sanık tutuklanmadı bile. Mahkemede öncelikle bu ve benzeri isimlerin tutuklanmasını isteyeceğiz. Delillerin değerlendirilmesinde son derece ciddi sıkıntı var. Sağlıklı bilirkişi incelemesi yapılmamış. Önemli ölçüde belgenin deşifresi yapılmamış. Delillerin etraflıca incelenmesi taleplerimiz olacak.”

***

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB İstanbul bileşenlerinin çağrısıyla 9 Ekim'de Kadıköy'de yapılacak olan "10 Ekim Ankara Katliamı Anması"na ilişkin basın toplantısı düzenlendi. KESK İstanbul Şubeler Platformu adına Hasan Güzel ve İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Hakan Hekimoğlu'nun yer aldığı basın toplantısında, açıklama metnini TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Cevahir Efe Akçelik okudu.

Çağrı metni şu şekilde:

10 EKİM ANKARA KATLİAMINDA SONSUZ ÖZGÜRLÜĞE KANAT AÇAN CANLARA SELAM OLSUN...

10 Ekim sabahı insanlarımızın öldüğü ve öldürüldüğü karanlık gidişata dur demek, savaşa karşı barışı savunmak, iş cinayetlerine ve işçi katliamlarına dur demek, sömürüye karşı emeği savunmak için, demokrasi ve genel seçim sonuçlarının gereklerini reddetmiş, ülkemizi şiddet ve kana bulamış, laiklik düşmanı bir iktidara karşı Ankara’daydık!

Tüm Emek, Barış ve Demokrasi güçleriyle birlikte “barış içerisinde eşit, özgür, demokratik ve laik bir Türkiye” demek için Ankara’daydık!

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısı, tüm emek, demokrasi ve barış güçlerinin katılımı ile 10 Ekim 2015'te yapılması planlanan miting öncesi henüz toplanma alanında yani Ankara Garı önünde 3-4 saniye aralıklarla patlayan 2 canlı bomba ile Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ölümlü katliamı gerçekleşmiş oldu...

102 ölü 500’ün üzerinde yaralı, onbinlerce yüreği yaralı, karartılmış yaşamlarıyla canlar, kelebekler, güvercinler, yıldızlar...

Bu katliamı gerçekleştirenler söylemleriyle, icraatlarıyla, yer ve adresleriyle bellidir, kişiler, kurumlar, düşünceler bellidir; en azından bizlerin zihninde bizlerin vicdanında bizlerin hakikatinde hepsi bellidir, ortadadır, aşikardır...

Patlama sonrası yaralılara müdahale edenleri hedef göstererek “süpürün” talimatı verenleri, son 10 ay içinde 62 istihbarat bilgisi gelmesine rağmen önlem almayanları, bütün eksiklik ve itirazlara rağmen ihmali bulunanların isminin geçmediği iddianameleri, “asılsız ‘katliam’ iddialarıyla açılmış haksız davanın reddi gerekmektedir” gibi skandal savunmaları da aklımıza kazıyarak, bu ülkede ‘emek, demokrasi ve barış’ inşa edilinceye mücadelemizi sürdüreceğiz.

10 Ekim katliamı sonrası, yaşadığımız tarihin en acı olaylarından birisi olması nedeniyle acılarımızı taze tutmak, hem ölen canlarımızı unutmamak, hem de failleri ve yandaşlarını unutturmamak, tüm destekçileriyle birlikte yargı karşısına çıkarmak, çıkaramasak da sürekli vicdanlarda mahkum etmek için her ay düzenlediğimiz 10 Ekim anmasının birinci yılında yine İstanbul’da Kadıköy Meydanı'nda olacağız...

Fiziken kaybettiğimiz ama yaşamımızdan, düşlerimizden, hayallerimizden asla çıkarmadığımız, çıkaramayacağımız canlarımızla bir arada olmak için 9 Ekim 2016 Pazar günü saat 16.00’da Kadıköy’deyiz. Vicdan sahibi, hak adalet, barış ve demokrasiyi içselleştiren emek, demokrasi ve barış diyen herkesi davet ettiğimizi ve hiçbir koşulda bunlardan vazgeçmeyeceğimizi bir kez daha buradan açıklamak istiyoruz...

Emek Kazanacak!
Demokrasi Kazanacak!
Barış Kazanacak!

DİSK İSTANBUL BÖLGE TEMSİLCİĞİ
KESK İSTANBUL ŞUBELER PLATFORMU
TMMOB İSTANBUL İL KOORDİNASYON KURULU
TTB-İSTANBUL TABİP ODASI

Yarın: Mustafa, Berna ve Cihan'ın öyküsü, acıdan doğan dayanışma.

Kaynak: Birgun.net