Bugünlerde “PDY” (Paralel Devlet Yapılanması) diye bir suç türünden sıkça söz ediliyor ya, gerçekte bu yapılanmanın başmimarı Recep Tayyip Erdoğan’dır.

“FETÖ” (Fethullah Gülen Örgütü) ile yıllarca “al takke ver külah” iş tutup TSK’ye “kumpas” kuranlar; suçsuz insanların yaşamlarını karartanlar, “devlet sırrı” değil artık! Bir zamanlar “Beraber yürüdük biz bu yollarda…” diye zafer şarkıları söyleyenlerin takkesi düştü, keli göründü!

Ama asıl “paralel devlet yapılanması”nı, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Kaçak Saray’da gerçekleştirdi Erdoğan!

Nasıl mı? Hükümet’e ve TBMM’ye ve alternatif yapılar oluşturarak…

Başbakan’ı ve hükümet üyelerini zaten kendisi belirliyor ama yetmiyor! Saray’da özel danışmanlarından kurduğu bir de “gölge kabine”si var.

Hükümetin izleyeceği politikalara Erdoğan karar veriyor.

Ekonomi, Savunma, İçişleri, Dışişleri, Diyanet, Eğitim, Çevre ve Şehircilik… Artık aklınıza ne gelirse, hepsinin tek yetkilisi o!

Başbakan, onun sekreteri gibi!

Saray’dan “tak!” diye talimat geliyor, Binali Bey “şak!” diye uyguluyor.

* * *

Hükümetin durumu böyle. Ya TBMM?

“Olağanüstü Hal” ilanıyla birlikte Meclis baypas edildi.

Anayasa’ya aykırı “Yasa Gücünde Kararname”ler, Saray’da kotarılıp hükümete onaylattırılıyor artık.

“Millet Meclisi”ne karşılık da göstermelik “Muhtarlar Meclisi”ni oluşturdu Erdoğan…

Her hafta grup toplantılarına koşut olarak Saray’da “Muhtarlar Meclisi”ni toplayıp mesajlarını oradan vermeye başladı.

Şimdilerde mesajla da yetinmeyip doğrudan karar dayatmaya çalışıyor!

Sözgelimi, OHAL’den ve KHK’lerden mi yakınıyorsunuz!

Memlekette demokrasi var, “sorarım muhtarlarıma!”

Kabul edenler? Etmeyenler?

“İttifakla (oybirliğiyle) kabul edilmiştir!”

“Muhtarlar Meclisi”nde muhalefet yok, itiraz yok, eleştiri yok, çatlak ses yok! Tiyatro var!

Her şey “Yenikapı Ruhu”na uygun! İyi de, böyle bir yönetim biçimi Anayasa’ya uygun mu? Sorduğum şeye bakın! Sanki Anayasa varmış gibi! Onu çoktan rafa kaldırdı RTE.

Parlamenter rejim nicedir “bekleme odası”nda.

Şimdi bir de “darbe” bahanesi buldular ya, yeme de yanında yat!

AKP zaten oldum olası darbe mağdurudur! Bilseniz, neler çekmişlerdir darbelerden! İşkence görmüşler, yıllarca tutuklu kalmışlar, yurttaşlıktan atılmışlar, idam edilmişlerdir!

Gariban solcular, yaşamları darbelere karşı direnişle geçmiştir. Çoğu hapislerde, sürgünlerde ömür tüketmiştir ama yine de yaşadıklarından uluorta söz edip mağduriyet üretmeye kalkmazlar. Hatta “mağdurluğu” bile kabul etmez, “Biz darbelerin mağduru değil muhatabıyız” derler…

Gelin görün ki darbe dönemlerinde saçlarının teline bile dokunulmayan İslamcılar, her dem darbe sömürüsü yaparak mağdur rolü oynamayı pek severler...


* * *

Türkiye Cumhuriyeti’nin “Cumhurbaşkanlığı” koltuğunda oturan zat, geride bıraktığımız hafta içinde, Lozan Barış Antlaşması’nı “Muhtarlar Meclisi”nde tartışmaya açarak yine çok talihsiz bir söz etti. Dedi ki:
“Yıllarca Lozan’ın bir zafer olduğunu yutturmaya çalıştılar bize!”

Oysa çok değil, iki yıl önce Lozan’ın “Türkiye’nin bağımsızlık belgesi ve tapu senedi” olduğunu söyleyen kendisiydi!

Osmanlı’nın 1913 yılında İtalyanlara verdiği 12 ada için, “Bağırsan sesinin duyulacağı adaları Lozan’la verdik” diyor!

Erdoğan’da ne geçmiş bilgisi ne tarih bilinci var! Metin yazarları eline ne tutuşturursa, prompter’dan onu okuyor. Dün söylediğinin bugün tam tersini söylese de ne gam! Nasılsa ağzından çıkanı sorgulamadan kabullenmeye hazır fanatik bir yandaş kitlesi ve Goebbels’ten propaganda dersi almış kadrolu medya ordusu var!

Bu bayat tartışmanın RTE eliyle yeniden piyasaya sürülmesinin bir “gündem değiştirme” taktiği olduğu çok açık.

TBMM’de “Savaş tezkeresi”nin konuşulacağı sırada böyle bir laf etmenin başka bir amacı olamaz.

Ama Erdoğan bu kez sert kayaya çarptı başını! Lozan gafının altından kolay kolay kalkamaz…

Cumhuriyetin kazanımlarını karalama konusunda kılavuzu Necip Fazıl ve Kadir Mısıroğlu olanın vay haline!

* * *

Ülkeyi emperyalistler arasında paylaştıran Sevr’i Mustafa Kemal ve arkadaşları mı imzaladı?

Vatan toprağını satmak, Kuvayi Milliyecilerin kitabında yoktur. “Ben Türkiye’yi pazarlıyorum”, “Ankara’yı parsel parsel sattık” diyenlere sormalı bu satış işlerini! Ulusal Kurtuluşçular, emperyalistlere boyun eğerek değil, savaşarak kurdular Cumhuriyeti…

Lord Curzon, Lozan görüşmelerinde istediklerini elde edemeyince küstahlaşmış ve İsmet İnönü’ye, “Şimdi kabul etmediklerinizi zaman içinde birer birer geri alacağız” demişti.

Bu sözler bile Lozan’ın o günkü dünya düzeninde Türkiye açısından başarı mı yenilgi mi olduğunu açıkça gösteriyor.

Bence Erdoğan’a en güzel yanıt, CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi’den geldi:

“Lozan’da masaya bunlar otursaydı, ülkeyi ‘parsel parsel’ satar, ‘ne istediler de vermedik?’ der, sonra da ‘Kandırıldık’ diyerek sıyrılmaya çalışırlardı!”

Türkiye’nin bugünkü talihsizliği, Cumhuriyetin felsefesine ve kazanımlarına şaşı bakan bir siyasetçinin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturuyor olmasıdır!

Kaynak: Birgun.net