LIZ SLY

Şehirlerinde bombaların patladığı, sınırlarının düşmanları tarafından ihlal edildiği, müttefiklerinin ise taleplerine burun kıvırdığı Türkiye deyim yerindeyse stratejik bir kabusla cebelleşiyor.

Çok değil, bundan daha dört yıl öncesine kadar, Türkiye, Batı tarafından takdir edilen bir model, yeni bir lider ve yönetim biçimi arayışlarındaki Ortadoğu halkları nezdinde ise itibarlı bir ülke olarak Arap Baharı’nın asıl galibi olacakmış gibi görünüyordu.

Arap ayaklanmalarının başarıya ulaşamaması ve Suriye’deki savaşla birlikte genel jeopolitik durumun yön değiştirmesi neticesinde bu ümitler tamamen boşa çıktı.

Türkiye’nin en kadim ve en yakın müttefiği Rusya, güneyde Suriye, kuzeyde Kırım ve Ukrayna, doğuda Ermenistan olmak üzere Türkiye sınırlarındaki etkinliğini arttırıyor. Geçtiğimiz cumartesi günü, Rusya Savunma Bakanlığı yeni savaş uçaklarının ve muharip helikopterlerinin, Ermenistan’ın başkenti, Türkiye’ye 25 kilometre uzaklıktakı Erivan’ın hemen dışındaki bir askeri hava üssünde konuşlandığını duyurdu.

Suriye savaşının bir yansıması olan ve sonuncusu Çarşamba günü gerçekleşmiş olan intihar saldırıları dizisi ülkenin sokaklarına korku salıyor ve Türkiye için hayati önemde olan turizm sektörüne darbe vuruyor.

Barış sürecinin çökmesi neticesinde ülkenin güneydoğusu, tam da Suriyeli Kürtler’in Türkiye sınırına komşu topraklarda kendi devletlerini oluşturmak için çabaladığı bir zamanda, Kürtler ve Türk ordusu arasında savaşa teslim olmuş durumda.

Ülkenin genelindeki endişe ve istikrarsızlığın yanı sıra geçen yılın Kasım ayında düşürülen Rus uçağına karşılık Moskova’nın Türkiye’den domates ve benzeri ürünlerin ihracına ve Türk turizmine yönelik yaptırımlar uygulamaya başlamasından zarar gören ekonomide durgunluk hakim.

Türkiye ve uluslararası toplum nezdinde gerilimin tırmanacağı yönündeki endişeler artıyor. Fransa cumhurbaşkanı François Hollande’ın “Türkiye ve Rusya’nın savaşabileceği” yönündeki uyarısı, durumun geldiği noktayı gösteriyor.
Ankara İpek Üniversitesi uluslararası ilişkiler profesörü Gökhan Bacık’a göre “Türkiye çok yönlü bir felaketle karşı karşıya.” Söylediklerine göre “Türkiye geçmişinde hep sıkıntılarla boğuşmuş bir ülke, ama bugün olanlar, ülkenin tahammül kapasitesinin üzerinde.”

Suriye’deki Kürt YPG milisleri meselesinde en yakın ve hayati müttefiği olan ABD ile arasının açılması Türkiye’nin kırılganlığını daha da arttırıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Washington’dan, NATO üyesi olan Türkiye ile Suriye’de IŞİD’e karşı verdiği mücadelede ABD’nin esas müttefiği konumunda olan YPG arasında bir seçim yapması yönündeki talebi, Türkiye’nin Ankara’daki saldırıdan örgütü sorumlu tutmuş olmasına rağmen bu ay ABD dışişleri bakanlığı tarafından geri çevrildi.

Cumartesi günü Türkiye ABD’nin koşulsuz desteğini talep ettiğini açıkladı. Başbakan Ahmet Davutoğlu “ABD’li müttefiklerimizden tek beklediğimiz Türkiye’yi “ama” ve “eğer”lere yer vermeksizin desteklemesi” diye konuşmuştu Ankara’da gazetecilere.

İstanbul Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İişkiler bölümü öğretim görevlisi Soli Özel’e göre, Türkiye bugün tamamen yalnızlaşmış ve kendi kendisini çıkışı olmayan bir labirentin içinde hapsetmiş durumda. “Herkesi o kadar kendinden uzaklaştırdı ki artık kimseyi bir şey yapmaya ikna edemiyor. Artık sözünün hiçbir ağırlığı olmayan bir ülke haline geldi. Blöflerini herkes görüyor. Hayati çıkarlarını koruyamıyor ve müttefikleri dahil hiç kimseyle geçinemiyor.” diyor Özel ve şöyle devam ediyor: “Türkiye’nin daha düne kadar bölgesel güç olarak görülen bir ülke olduğunu düşünürsek, bence bu oldukça talihsiz bir durum.”

Türkiye her şeyden önce, beş yıldan beri Esat’a karşı desteklediği isyancıların yenilgiyle yüzyüze olduğu, Kürtlerin giderek ilerlediği ve Rusların bombaladığı Suriye sınırında dinamiklerin sürekli değişmesinden mustarip.

Ankara’nın, daha önce yapabileceğinin sinyallerini vermiş olduğu gibi Suriye’ye asker göndermesi ihtimali, Türkiye’yi Rusya’yla karşı karşıya getirme riskini taşıyor. Böyle bir karşılaşmada kaybeden tarafın Türkiye olacağını öngörmek hiç de zor değil. Uzmanlara göre, geriye dönüp bakıldığında, Kasım ayında Rus uçağının düşürülmesinde büyük bir hesap hatası yapılmış olduğu anlaşılıyor. Bu hata bugün Türkiye’yi Suriye’deki nüfuzunu korumaktan ve bölgede ABD öncülüğünde IŞİD’e karşı kurulmuş olan koalisyon bünyesinde dahi hava operasyonları yürütmekten alıkoyuyor.
Türkiye açısından müdahale etmemek, Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin kendi sınırları içindeki hoşnutsuz Kürt bölgesine komşu topraklarda özerk bir Kürt yapılanmasına razı olmak anlamına gelebilir. Bu aynı zamanda Türkiye’nin Esat’ı devirmesini ümit ettiği isyancıların yenilgisini de getirerek Türkiye’nin Arap dünyasında hakim güç olma emellerinin sonu olabilir.



Türkiye bu açmaz karşısında şimdilik Kürt savaşçıların ilerlemesini havan toplarıyla engellemek ve isyancıları güçlendirmek için çalışmakla yetiniyor. Konunun hassasiyeti dolayısıyla isminin gizli tutulmasını isteyen, sınırdaki Azaz şehrinden bir savaşçı, yüzlerce isyancının İdlip’ten Halep’e Türkiye üzerinden geçişinin Türkiye tarafından sağlandığı yolundaki çeşitli iddiaları doğruluyor.


Bununla birlikte Erdoğan ABD’ye kendileriyle, savaştan kaçıp Türkiye sınırlarında sığınacak yer arayan sivillerin korunması için Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge oluşturulmasını sağlayacak uzun vadeli bir anlaşmaya varmaları yönündeki ısrarlarını sürdürüyor. –Şimdiye kadar bir sonuç alabilmiş değil.

Gözlemciler, en azından şimdilik, Türkiye’nin olası bir müdahalesine ihtimal vermiyor. Savaş ihtimali ne halktan ne de askeri kanattan destek görüyor. Geçitiğimiz hafta Türkiye’nin Suriye ile savaşa girmesine karşı yazılmış bir dilekçe 200’ün üzerinde akademisyen tarafından imzalandı. Ordu tarafındansa sınıra BM Güvenlik Konseyi’nin onayı olmaksızın asker yollamanın uygun bulunmadığı yönünde yazılı açıklama yapıldı.

Bu Erdoğan’ı tehditkar tavırlarından vazgeçirmediği gibi yeni kırmızı çizgiler yaratarak Türkiye’deki karar vericileri çıkışı olmayan bir girdabın içine daha da çekmekten de alıkoymuyor. Kendisi daha bu yakınlarda isyancıların kontrolündeki Azaz şehrinin Kürtlerin eline geçmesinin Türkiye’nin “kırmızı çizgisi” olduğunu ve burada Kürt militanlar için sığınak anlamına gelecek bir oldu bittiye asla izin verilemeyeceğini duyurdu.

İçine düştüğü açmazdan yalnızca Türkiye’nin kendisini sorumlu tutmak doğru olmaz. Uzmanlar Türkiye’nin hırslı dış politikasını şekillendirirken küresel ölçekteki değişimleri -Rusya’nın gittikçe artan kararlılığı ve ABD’nin Ortadoğu’ya azalan ilgisi gibi- ihmal ettiği görüşünde.

Erdoğan’ın, Türkiye’nin hareket kapasitesini kısıtlayan bu değişimlerin boyutunu doğru değerlendiremediğini söyleyen Washington merkezli Wilson Center’daki Türkiye uzmanı Henri Barkey şöyle konuşuyor:

“Erdoğan’ın kibiri doğru bir dış politika yürütmesine engel oldu. 2010 yılında, Türkiye’nin dünyanın kıymetlisi olduğu düşüncesi aklını başından almış bu da kendine haddinden fazla güvenmesine neden olmuştu. Halihaırdaki sorunlar kısmen karşısına çıkan engellerden; ama esas olarak onlarla gerektiği biçimde başa çıkamamış olmasından kaynaklanıyor.”

Bacık’a göre, Erdoğan başkanlık yetkilerini arttırmak amacıyla Türkiye anayasısını değiştirme çabalarından da açıkça görülebileceği gibi açıkça hırslı bir iç politika izliyor; ancak bu yöndeki girişimleri neticesinde karşılaştığı beklenmedik direniş, kendisini yeni hesap hataları yapmaya itebilir:

“Türkiye’nin aklını kaçırdığını ve savaşa hazırlandığını söylemek istemiyorum; ama Ankara’nın tavrı fazlasıyla tuhaf ve sürprizlere açık. Suriye’de olanlar Erdoğan için bir ölüm kalım meselesi, bu yüzden hiçbir olasılık gözardı edilmemeli.”
Ankaralı profesörün dediklerine bakılırsa, “Bu noktadan sonra Türkiye açısından olumlu senaryo yok.”

Washington Post’dan çeviren: Defne Sarıöz


Kaynak: Birgun.net