Döndük geldik aynı yere; Bundan böyle bölgede Türkiyesiz hiçbir şey olmayacak!

Oysa, AKP’nin ilk yılları değil, köprünün altından çok sular aktı. Dış politikaya önce uzaktan sonra doğrudan başına geçerek yön veren Davutoğlu’nun sesi çıkmıyor artık. Gidişata bakarsanız içi de epey sıkılıyordur şimdi.

Ancak, dış politikada olup bitenlerin hesabını, ağır faturayı Davutoğlu’na çıkarıp elleri yıkamak da mümkün değil. Aynı kafada olukları, Erdoğan’ın valilere konuşmasında görüldü.


Suriye bahsinde, engel çıkmadan ilerlenilen Fırat Kalkanı operasyonunu, Cerablus’un nasıl IŞİD’den temizlendiğini anlattıktan sonra, önce bir uluslararası hukuk dersi verdi valilere: “Neymiş efendim, ‘Uluslararası hukukta o ülkenin hükümeti sizi çağırmazsa oraya giremezsiniz’ diyenler oldu. Kusura bakmasınlar. Biz asıl o ülkenin sahipleri olan halkın davetine icabet ediyoruz. Zaten o ülkenin yönetimi zalim. 600 bin insanı öldüren bir katilden mi izin alacağız.”

Haktan nasıl davet alınmış, bunun ölçüsü ne, misal 1 milyon Suriyeli ‘Türkiye gelsin’ diye imza mı vermiş, ya da 3 milyon Suriyeli mülteciyi otomatik olarak davetçi mi saymışız? Buradan bir halk daveti kriteri çıkarmaz ama Allah korusun bazılarının aklına karpuz kabuğu düşürebilirsiniz.


Misal, bu memleketin vatandaşı bir grup FETÖ’cü imza toplayıp, artık ne kadar gerekiyorsa, bir ülkeye gel dese, davet çıkarılana “uluslararası hukuk neymiş, beni halk çağırdı” deme hakkı doğar mı?

Tamam, Suriye topraklarında gözümüz yok, bunu hep söyledik, Ortadoğu’da “arabulucu değil oyun kurucu” olmayı kafasına koymuş Davutoğlu da söyledi, Erdoğan da söylüyor.

Toprakta gözümüz yok da, “oyun kurma” hevesimiz her fırsatta depreşiyor. Cerablus’a sıkıntısız, bir direnişle karşılaşmadan girdik ya, Erdoğan da Davutoğlu cümleleri kurmaya başladı: “Türkiye’nin Suriye operasyonlarının hiç unutulmayan ve hesap edilmeyen bir şekilde hızlı ve başarılı yürümesi, dünya kamuoyunun bölgeye bakışını da değiştirdi. Bundan sonra bölgede Türkiye’nin içinde olmadığı, Türkiye’nin rızasının alınmadığı hiçbir senaryonun devreye sokulması mümkün değildir.”
Davutoğlu’nun o cümlelerini dinleye dinleye düşmüştük “değerli yalnızlığa”. Sonra, ne istedilerse vererek; İsrail’e, Rusya’ya, ABD’ye, yalnızlıktan çıkmaya başladık biraz.

Niyetini, hayalini, bir Amerikan gazetesine en net biçimiyle ifade etmişti Davutoğlu: “Tıpkı Britanya’nın eski kolonileri ile yaptığı gibi Türkiye de bir milletler birliğine dönüşebilir... Britanya eski kolonileri ile bir ortak refah bölgesine sahip. Neden Türkiye liderliğini Balkanlardaki eski Osmanlı topraklarında, Ortadoğu’da ve Orta Asya’da yeniden inşa etmesin?”
Erdoğan eylem adamı, Davutoğlu gibi sırf kitaptan takılan bir hoca değil. O yüzden belki, şehitlere ve kana bir başka vurgu yapıyor: “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. / Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”

Daha fazla vatan olalım diye mi Rakka’da, Musul’da yapılacak operasyonlara da göz kırpıyoruz? Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda, ki dahası da var, bu topraklar uğruna çok ölen oldu. Ve çoktan vatan oldu Türkiye!

Ne Rakka’da, ne Musul’da kanımızı dökmek, ne de daha fazla girip oyalanmak Ortadoğu’da biraz daha vatan yapar Türkiye’yi. Arabulucu değil, oyun kurucu olacağız derken, son derece kıymetli arabuluculuktan olduk!

Suriye’de bir laf vardır; “Şam’a hakim olan, Suriye’ye hakim olur” derler. Son zamanlarda Suriye ordusu, Şam’a hakim olmaya dönük önemli adımlar attı. Dört yıldır kuşatma altındaki Daraya’yı aldılar.

Şam yakınındaki Daraya’da, bombalardan harabeye dönmüş bir binanın yanındaki tünelin girişinde, o güne kadar orayı tutan muhaliflerin yazdığı bir slogan vardı: “Suriye şehitleri o kadar çok ki, cennette yeni bir Suriye kurabilirler.”

Alevi Sünni, Kürt Türk, Laz Çerkez, az da kalsa Rum Ermeni ve tüm diğer etnik kimliklerden vatandaşları ile zaten vatan Türkiye. Habire ölerek cennette yeni bir ülke kurmamız gerekmiyor, iş birlikte yaşayıp yaşatarak burayı cennet yapmakta!

Kaynak: Birgun.net