ONUR EREM / @onurerem

Moskova’da 21 yıl yaşayan gazeteci Cenk Başlamış, Rus siyasetini yıllar boyunca yakından takip etmiş tecrübeli bir isim. 2016’ya “Gorbaçov’dan Putin’e Rusya’nın Sırları” adlı yeni bir kitap yayınlayarak giren Başlamış, bu kitapta yalnızca Rus siyasetini değil, Rusların gündelik yaşamları, insan ilişkileri ve düşünce yapılarıyla ilgili yazdığı yazıların yanı sıra son dönemde Türkiye ile Rusya arasında yaşanan krizi de inceliyor. Cenk Başlamış ile kitabı üzerinden Rusya - Türkiye krizini, Rusya’nın öngörülemezliğini, Türkiye’nin yaşadığı ve yaşayacağı kayıpları konuştuk:

Rusya’nın 25 yıldır “Türkiye’yi kurtaran bir ülke” olduğunu söylüyorsunuz. Türkiye, Suriye krizinde Rusya’yı kaybetmekle neler kaybetti?

Evet gerçekten de, turizmden tekstile, inşaattan beyaz eşyaya, ulaştırmadan tarıma son 25 yılda Rusya’nın Türkiye’yi “doyuran” ülke olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de saydığım ve bunlara bağlı sektörlerde çalışanların sayısını herhalde milyonlarla ifade etmek mümkün… Ama doğrusu, Türk-Rus ilişkilerinin görünür bir gelecekte düzelebileceğine kesinlikle inanmıyorum çünkü kopuş çok sert ve keskin oldu. Tabii, “düzelmek”ten kastım, 24 Kasım’daki uçak krizinin öncesine dönülmesi, yoksa iki ülke er ya da geç bir şekilde masaya oturacaktır. Bu noktaya gelinmesinde iki tarafın da hataları var. Rusya, tarih boyunca bölgesel rekabet içinde olduğu Türkiye’ye kendince taktiksel bir rol biçti ve o rolü oynamasını sağlamaya çalıştı. Oysa, Türkiye’nin Batı’ya bağımlığı nedeniyle o rolü oynayabilmesi çok zordu, oynayamadı da. Ayrıca Türkiye Rusya’nın Suriye’deki gücünü anlayamadığı gibi bütün yumurtalarını aynı sepete koymak gibi stratejik bir hata da yaptı, böylece Rusların öfkesini üzerine çekti. İsmet İnönü’ye atfedilen bir laf vardır, büyük devletlerle ilişki kurmak ayıyla yatağa girmeye benzer diye. Türkiye bunu da bir türlü anlayamadı. Böylece Rusya’yı kaybetmekle kalmadı, bölgenin en önemli ülkesini karşısına aldı. Bu da, orta ve yakın vadede Türkiye’yi doyuran bir pazarın büyük ölçüde kaybedilmesi, bölgedeki, yani Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya’daki hareket alanının daralması ve gerektiğinde ABD’ye karşı oynayabileceği Rus kozunu elinden kaçırması anlamına geliyor.

Kitabınızda Moskovalılar arasında esmer insanlara yönelik ırkçı davranışların yaygınlığından bahsediyorsunuz. Bunun üzerine bir de Türkiye ile yaşanan kriz eklenince Rusya’da yaşayan Türkler günlük hayatlarında nelerle karşılaşıyor?

Rusya’da yaşayan Türklerin hayatları gerçekten kabusa dönmüş durumda. Düşünün, bir ülkeye yıllarınızı vermişsiniz, işinizi, belki ailenizi, yani hayatınızı orada kurmuşsunuz, ikinci vatanınız kabul etmişsiniz. Birdenbire her şey altüst oluyor ve o ülke size düşman gibi davranmaya başlıyor. “Düşmanlık”ı iki ayırmak lazım, resmi düzeyde ve halk düzeyinde. Resmi düzeyde, Türklere ait işyerleri vergi müfettişleri, göçmen dairesi yetkilileri ya da gizli servis tarafından basılıyor. Anladığım kadarıyla amaç taciz etmek ve yıldırmak, ülkeden gitmeye zorlamak. Medya bombardımanıyla “Düşman Türkiye” algısı oluşturulduğu için halkın tepkili olması belki olağan karşılanabilir, yine de bu olumsuz duyguların fiili saldırıya dönüştüğünü çok duymadım. Diğer yandan, Türkiye’den baktığımda Rus halkının neredeyse tamamının Türkiye’yi düşman gördüğünü sanıyordum, geçen hafta gittiğim Moskova’da farklı bir tabloyla karşılaştım. Evet, toplumun büyük bölümü resmi propagandanın etkisinde kalmış ama Türklerle insani ilişkisini sürdüren, hatta onlara sahip çıkan, destek olan ve yaşananlardan iki ülkenin liderlerini sorumlu tutan bir kitle de bulunduğunu gördüm.

Putin ile Erdoğan arasında kurulan pek çok benzerlik var. Ancak kitabınızda verdiğiniz bir örnek, önemli bir farklılığa da işaret ediyor: Putin, Anayasa’yı değiştirip başkanlığını uzatacak güce sahip olmasına rağmen bunu yapmadı. Erdoğan ise Anayasayı değiştirecek güce sahip olmamasına rağmen değiştirmek için elinden gelen her şeyi yapıyor, anayasayı tanımadığını açıklıyor. Sizin Putin ve Erdoğan arasında gördüğünüz en dikkat çekici benzerlikler ve farklılıklar nedir?

Bence ikisinin de yetişme tarzları, yetiştikleri ortam, genel karakter yapıları ve demokrasiye (ve muhalefete) bakışları benziyor. Zaten bu nedenle ortak bir dil bulabildiklerini, böylece aralarında kişisel sempati geliştiğini düşünüyorum. Ama Putin’in sözünü ettiğiniz anayasa değişikliğini imkan varken neden yapmadığının cevabı bende yok, daha doğrusu, hukuka saygısından ötürü öyle davrandığından çok da emin değilim. Putin’le Erdoğan birebir aynı olmayabilir ama aralarında çok da büyük bir fark göremiyorum.

Putin ve Erdoğan’ın ilişkileri zaman içinde nasıl değişti? Bundan sonra nasıl değişebilir?

Benzer karakter yapılarına sahip olmaları birbirlerini anlamalarını kolaylaştırdı. Türkiye ile Rusya’nın çıkarlarının işbirliğini gerektirdiği dönemde iki ülkenin başında aynı dili konuşan liderlerin bulunması işleri kolaylaştırdı. “Kanka” demek abartı olur ama zamanla gerçekten samimi olduklarını düşünüyorum. Bundan sonrasını ise tahmin etmek çok zor. Çünkü Erdoğan İstanbul’un Kasımpaşa’sındansa, Putin de St.Petersburg’un Kasımpaşa’sından, yani ikisinin de ne yapabileceklerini kestirmek olanaksız. Ayrıca, özellikle Putin, Erdoğan için çok ağır sözler söyledi. Her şeye rağmen barışmasına barışabilirler ama o eski güzel günlerin gelmesi bence artık çok zor.

Bir yazınızda Putin’den dağılmakta olan Rusya’yı ayağa kaldırmayı başaran, ama henüz ABD ile istediği eşit ilişkiyi kurmayı başaramayan bir lider olarak bahsediyorsunuz. Bugün Suriye’de gelinen noktaya baktığınızda Putin’in başaramadığı bu ikinci hedefine yaklaşabildi mi? Yine geçen yıl yazdığınız bir yazıda “Ekonomik krizdeki Rusya’nın Suriye’de nefesi yeter mi?” diye soruyorsunuz, bugün baktığınızda sizce yetti mi?

Putin ikinci hedefine yaklaşmış görünüyor. Ama zaten o da bunun peşindeydi, yani görünüşte, iç ve dış kamuoyuna Rusya ile ABD’nin eşit ülkeler olduğu, aynı masaya oturduğu imajı vermekti istediği. Oysa bence nükleer silahlar dışında iki ülkeyi herhangi bir konuda karşılaştırmak olanaksız, Rusya ABD’nin belki de 30-40 yıl gerisinde ki, Ruslar da bunu çok iyi biliyor. Suriye konusunda konuşmak, Rusya’yı “muzaffer” ilan etmek için henüz çok erken. Bence Rusya, sonuçlarını iyi hesaplamadan Suriye’de bir maceraya girdi ya da girmek zorunda kaldı. Hem ekonomik kriz, hem ilhak edilen Kırım’ın ekonomik yükü, hem Ukrayna’daki ayrılıkçılara verilen maddi destek, hem de Suriye’deki operasyonu petrol fiyatları bu kadar düşük giderken Rusya’nın aynı anda taşıması çok zor. Ben nefesinin yetmeyeceğini, hatta içeride önemli sıkıntılarla karşılaşacağını tahmin ediyorum.

***


Türkiye acı gerçekle Haziran’da yüzleşecek

Davutoğlu, Rus turistlerin başka ülkeler üzerinden Türkiye’ye “bir yolunu bulup geleceklerine” inandığını söylemişti. Rusları yakından tanıyan bir gazeteci olarak bu beklentiyi ne kadar gerçekçi buluyorsunuz?
Bir yandan evet, Türkiye fiyat-kalite oranı açısından rakipsiz. Fakat sorun şu ki, Rusya’da şu anda Türkiye turu satmak yasak. Yani, uçağınızı, otelinizi kendiniz ayarlayacaksınız. Üstelik, tur paketiniz olmadığı için normalde ödeyeceğinizden çok daha fazlasını ödemek zorundasınız. Rusya’da gerçekten Türkiye sevdalıları var ama bu yorucu ve pahalı sürece kaçı katlanır ki? Benim Moskova’da konuştuğum Türk turizmciler, Türkiye’dekilerin Rus turistler açısından durumun vahametini anlayamadığını ama mayıs ve haziran aylarında acı gerçekle yüz yüze geleceğini söylüyor.

***

‘Yeni Rus’lar büyüdü ama ahlaki hasar kaldı

Kitapta da yer verdiğiniz, 2001 yılında yazdığınız bir yazıda Sovyet sonrası dönemde hızla zenginleşip insanlara hava atan bir yaşam tarzı süren “Yeni Rus”lardan bahsediyorsunuz. Bu yazınızı okurken aklıma ilk gelen şey, Türkiye’de AKP ile birlikte aniden zenginleşen, “İslami burjuvazi, Nurjuvazi” gibi isimlerle anılan kesimler oldu. 2001’in üzerinden geçen 15 yılda “Yeni Rus”lar nasıl değişim yaşadı ve ülkeye nasıl izler bıraktılar?

“Yeni Rus” kısaca, Rusya’nın kapitalizme geçiş sürecinde bir yolunu bulup zengin olmuş, kültür düzeyi düşük, biraz bizdeki “maganda”nın karşılığı olanlara deniliyor. Bir kısmı mafyayla da bağlantılı olan “Yeni Rus” tipinin bence ülkenin kapitalistleşme sürecinde Rus toplumunun ahlaki yozlaşmasında önemli payı var. Bu insanların hak etmedikleri servetlere kavuşması, maneviyata önem vermekle övünen Rus insanının kafasının allak bullak olmasına, zengin olmayı birinci hedef olarak görmesine yol açtı. “Yeni Rus” aslında 1990’larda kapitalist Rusya’nın emekleme döneminin çocuklarıydı, şimdi o çocuklar büyüdü, değişti ama yol açtıkları ahlaki hasar duruyor.

***

“Rusya mantıkla anlaşılamaz” sözü

Kitabınızda Rusların övünerek kullandığı “Rusya akılla, mantıkla anlaşılamaz” sözünden bahsediyorsunuz. Rusya’nın bu özelliği uluslararası siyasette de etkisini gösteriyor mu?
Kesinlikle gösteriyor. Ruslar ne tam Doğulu ne de tam Batılılar, Doğu’ya daha yakınlar. Bunun hem devlet yönetiminde hem de gündelik yaşamdaki karşılığı, çoğunlukla duyguların aklın önüne geçmesine engel olamamak. Elbette, devleti yönetenlerin refleksi sokaktaki Rus’un refleksi gibi değil ama Doğululuk ister istemez bir yerde ortaya çıkıveriyor. Bu ise, öngörülemez olmak demek, kışın ortasında Ukrayna’nın gazını kesmek demek, NATO’ya üye oluyor diye Gürcistan’a savaş açmak ya da Kırım’ı ilhak etmek, Suriye’de operasyona kalkmak demek. Bu hamlelerin çoğunun iyi düşünülmüş olmaktan çok panik içinde alınmış kararlar olduğuna inanıyorum.

Kaynak: Birgun.net