GÖKSU UĞURLU - Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Bölümü

İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi’nin İstanbul’da gerçekleştirilmesi ve Erdoğan’ın zirvenin kapanış oturumunda yaptığı konuşma havuz medyası tarafından yoğun bir ilgi ve coşkuyla karşılandı. Ayrıca zirve öncesinde Türkiye’ye gelen Suudi Arabistan Kralı Selman Bin Abdülaziz’in resmi ve görkemli bir törenle karşılanması ve kendisine Devlet Nişanı takdim edilmesi, bir süredir Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Suudi Arabistan Kralı arasındaki gayet samimi görüntülere bir yenisini daha ekledi.

Bu samimi görüntülere yakın zamanda ABD yönetiminin Suudi Arabistan ile ilişkilerin bozulduğu yönünde yorumlara yol açan açıklamaları da eklenirse, Türkiye-Körfez (KİK üye ülkeleri)-ABD ilişkileri üzerine daha yoğun düşünme gereğinin gittikçe belirgin hale geldiği söylenebilir.

Öncelikle, Suudi Arabistan ile ABD arasındaki “ittifak” meselesi gündemdeki gelişmeleri anlamak açısından incelenmeye muhtaçtır. Sol sosyalist düşün dünyası içerisinden ABD’nin genel olarak dünyada, özelde de Ortadoğu olarak adlandırılan bölge ve çevresinde yozlaşmış rejimlere verdiği desteğin mutlaklaştırılması gibi bir sorun söz konusudur. Yeni bir gelişme olmamakla birlikte, ABD merkezde yer almak koşuluyla Batılı kapitalist ülkeler ile Suudi Arabistan ve Katar gibi KİK üye ülkeleri arasındaki yapısal çelişkinin gittikçe gündelik siyasete de yansıdığını belirtmek gerekir. Her ne kadar “ABD Emperyalizmi”nin bölgedeki mevcut rejimlere söylemsel düzey dışında bir karşı çıkışı son dönemlere kadar görünür olmasa da gerçekte bu söylemsel çıkışlar ve bölgeye yönelik talepler devlet biçiminin dönüşmesi yönündeki baskının bir sonucudur.
Daha açık bir ifadeyle, Batılı kapitalist ülkeler çelişkili bir ilişki içerisinde Körfez ülkelerine yönelik devlet biçiminin dönüştürülmesi, siyasi iktidarın ekonomik karar mekanizmalarından çekilmesi ve bu ilişkileri piyasaya terk etmesi baskısını sürekli olarak gündemde tutmaktadırlar. Bunu yer yer içerideki reformistleri destekleyerek, yer yer de doğrudan talepler yönelterek gerçekleştirmektedirler. Suudi Arabistan’ın ABD ile ilişkilerindeki görünür bozulma bahsi geçen çelişkilerin daha fazla ertelenemediğinin de işareti olarak okunabilir.

Yukarıda anlatılan çerçeveyi göz önünde bulundurduğumuzda Suudi Arabistan’ın bölge ile aldığı inisiyatif de daha anlaşılır olmaktadır. Benzer taleplerin baskısını yoğun bir biçimde deneyimleyen İran ile “Batı” arasındaki ilişkilerin iyileşiyor görünmesi Körfez ülkelerine yönelik taleplere direnecek alanları sınırlamaktadır.

2008 sonrası artan biçimlerde çelişkilerin ihraç edildiği, direnişin odaklarından biri olarak Körfez sermayesinin temsil bulduğu esas yer ise Türkiye olmaktadır. 2008 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı’na tam üye olan ve gittikçe artan bir etkinlikle teşkilat içerisindeki rolünü artırmaya devam eden Türkiye’nin mevcut hükümeti, tıpkı Suudi Arabistan gibi ABD ile ilişkilerin gergin bir noktaya taşınmasıyla karşı karşıyadır. Suudi Arabistan ile birlikte Türkiye’nin de Batı ile arasının açıldığı yönündeki yorumlar Batılı düşünürlerce dile getirilmekteyken İstanbul’da gerçekleşen İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi ve sonuç raporu bu durumun Türkiye’deki mevcut yönetim tarafından da benimsendiğinin bir göstergesidir.

Suudi Arabistan’ın önce Şii din adamı Şeyh Nimr el Nimr’i idam etmesi, ardından İran’ın bölgedeki destekçisi Lübnan Hizbullahı’nı terörist ilan etmesi gibi İran’a karşı gerçekleştirdiği hamleler ABD’yi bir tercih yapmaya zorlama çabaları olarak okunabilir. İran ile ilişkilerini normalleştiren bir ABD yönetimi, Suriye’de de çıkmaza giren Körfez-Türkiye siyasetinin işlemez hale gelmesinden sonra ilgisini doğrudan Körfez ülkelerindeki dönüşüm sürecine yönlendirebilecektir. İstanbul’da gerçekleşen zirvenin sonuç bildirgesinde İran’ın kınanması, anılan çabaların güncel hali olarak okunmalıdır.

Bununla birlikte Türk hükümeti bir süredir bölgede aktif bir rol alarak Batılı taleplere direnmek için yeni alanlar geliştirmeye çalışan Suudi Arabistan’ın “Teröre Karşı İslam İttifakı”nı oluşturma gibi hamlelerinin en büyük destekçisi gibi görünmektedir. Suriye konusunda da bu ülkeyle aynı kanatta yer almakta, Beşar Esad’ın devrilmesi için bütün olanakları seferber etmektedir. Bu politikanın yarattığı sıkışma, Körfez ülkelerine yönelik Batı kaynaklı talep ve baskıların artması beklentisini doğururken Körfez sermayesinin temsiline endekslenmiş Türkiye’nin dış siyasetinin benzer baskı ve taleplere maruz kalması, bazı kesimlerin Batı tarafından gözden çıkarılırken alternatiflerinin aranmaya başlanması şaşırtıcı olmayacaktır.

Kaynak: Birgun.net