İngiliz kara mizahının ağızlarda acı tat bırakan sıradışı, etkileyici, sade anlatımlı yazarı Hector Hugh Munro –nam-ı diğer Saki– seçme öykülerinin bulunduğu Hayatın Sınır Çizgileri adlı kitapla Türkiye’deki okurların karşısına çıkıyor; incelikli alaylarını, İngiliz aristokrasisine yönelttiği ve fakat her an her yere savrulabilecek keskin kılıcını da yanında getiriyor!

Saki’nin tuhaf ve olağandışı hayatı, yazdığı kısa hikâyeleri de temelden etkileyen, henüz çocukken ailesinin başına gelen trajikomik bir olayın hüzünlü sonucu neticesinde şekillenmeye başlar. Burma’da dünyaya gelen Hector Hugh Munro, bir İngiliz subayının üçüncü çocuğudur. Hamileliği sebebiyle Burma’dan ayrılıp daha güvenli olan memleketleri İngiltere’ye giden annesi bir gün yolda yürürken bir inek tarafından saldırıya uğrar. Bahtsız anne Mary Munro bu saldırı sonucu şoka girer, önce çoğunu ve daha sonra da hayatını kaybeder. Hazin olayın ardından Saki, İngiltere’deki büyükannesi ve halalarının yaşadığı eve yollanır. Aristokrasinin hüküm sürdüğü bu evde, tutucu akrabalarının yanında rahatsız bir çocukluk geçiren Saki, kılıcını ilk olarak o vakitlerde bilemeye başlar. Hayatını derinden etkileyen bu iki olay, Saki’yi hikâyelerinin her noktasında kendini belli edecek şekilde derinden etkilemiştir.

Saki, hikâyelerinde özelde tutucu, düşüncesiz ve üst tabakadan birer aptal olarak resmettiği anne-babaların, nefretlik akrabaların; güvenlikli, modern şehirlerin karşısına çoğunlukla doğayı ve hayvanları koyuyor. Hikâyelerinde modern-doğa ve insan-hayvan çatışmalarını usta bir dille anlatıyor Saki, safını pek tabii doğadan ve zeki hayvanlardan yana tutuyor. Saki’nin insanları genellikle doğadan ve doğallıktan uzaklar, doğayı ve doğallığı ise hayvanlar yansıtıyor. Kısa hikâyelerinin gizli kahramanları hayvanlardır bile denilebilir. Ara sıra ortaya çıksalar bile onlar her zaman oradadırlar; adeta insanların içgüdüleri ve hatta bilinçaltı gibilerdir. Saki, hayvanların karşısında duran insanları, içgüdülerini –hayvanlıklarını– reddeden ve sahnedeki bir oyuncu edasıyla rol yapan varlıklar olarak resmederek alaya alır.

Hayatın Sınır Çizgileri adlı derlemede Saki’nin tüm bu özelliklerini yansıtan kırk adet şahane ve zihin karıştırma dozajı yüksek hikâye kendine yer buluyor. Hikâyeler, kitabın giriş sayfasına editörlerce düşülen “Her gün sadece birkaç öykü!” uyarısının ciddiyetini okura hatırlatırcasına onu bol bol düşünmeye –ve de taşınmaya– sevk ediyor. Saki’nin yolları, inceliklerle, alaylarla ve okurun her an takılıp düşebileceği taşlarla döşeli fakat onun dilinin yalınlığı, kendine has üslubu, okuru her daim canlı tutan olayları ve karakterleri insanı bu yollarda istekle yürümeye zorluyor adeta. “Her gün birkaç öykü” kuralı, okur için asla uyulamayacak bir kural olup çıkıyor ve okur, Saki’nin gizli çekiciliğine yenik düşerek taşlara takıla takıla yoluna devam ediyor; bir süre sonra handiyse artık taşlara takılmayı bırakan okurun yürüdüğü yoldan aldığı zevk katbekat artıyor. Saki’nin yazdığı her bir hikâye adeta bir müzik eseri gibi, nerede okunursa okunsun onun Saki’ye ait olduğu şıp diye anlaşılıyor ve bu da hikâyelerin her birinde okurun Saki’nin yaptığı müziği zihninde duymasını mümkün kılıyor.

Kitaba adını veren Hayatın Sınır Çizgileri adlı öykü, derlemenin en anlamlı öykülerinden ve de aynı zamanda Saki’nin edebiyatını güzel bir şekilde özetleyen bir öykü.

Bayan Gurtleberry ve yeğeni, yaban hayatı görünümü verilmiş bir hayvanat bahçesinde gezerlerken, bu doğal görünümlü yapay yapının hayvanları doğal ortamlarında hissettirip hissettirmediği üzerine münakaşa ederler. Bayan Gurtleberry’nin yeğeni, bu yapay ortamın ne kadar doğal gözükürse gözüksün hayvanlara gerçeklik hissi veremeyeceğini öne sürer; çünkü çizgilerle sınırlanmış, yapay bir yaşamı “içeriden biri” olarak tecrübe etmektedir. Bu doğal görünümlü hayvanat bahçesi de hayvanlara gerçek gelmiyordur, tıpkı insanlar için ne kadar doğal gözüküyor olsa da, çizgilerle, betonlarla ve normlarla çevrelenmiş, doğallıktan uzak yaşayan insanlığın trajik hayatının onları içten içe sahte ve gerçekdışı hissettirmesi gibi. İnsanlar, bilinçaltından korunarak hayatlarına devam edebilmek için bu gerçekdışı yaşantıyı benimseyip kendilerini kandırarak doğadan ve içgüdülerinden adım adım uzaklaşmaktadır…

“İşte burada bizim kendi kendimizi kandırma yönündeki üstün güçlerimiz devreye giriyor… Sahte ve aptal küçük hayatlarımızı yaşıyor ve gerçekten de makul bir çevrede makul bir hayat sürdüren, kısıtlamalardan azade kadınlar ve adamlar olduğumuza kendi kendimizi ikna edebiliyoruz.”

Birinci Dünya Savaşı’nın en kanlı çarpışmalarından birinin yaşandığı Somme Savaşı’nda (fantastik edebiyatın ustası J. R. R Tolkien’in hayatını da derinden etkileyen ve eserlerinde etkisini gösteren bir çarpışmadır) bir Alman keskin nişancısının kurşunu ile tuhaf hayatı sona erer Hugh Hector Munro’nun. Hayatına ve edebiyatına saygı duruşu niteliğinde bir kara mizah örneği olan son sözü ise başlı başına bir kısa hikâyedir:

“Söndür şu lanet sigarayı!”

***

HAYATIN SINIR ÇİZGİLERİ SAKİÇeviri: İnci KatırcıYayınevi: İthaki, 2016Kaynak: Birgun.net