Tarih sahnesinde kendi inandıkları için çabalamış, hayatları mücadele ile geçmiş güçlü kadınlar vardır. Hedefleri, amaçları farklı olsa da inandıkları için gayret göstermiş, önlerine çıkan engelleri düşünmeden hedefleri uğruna yollarına devam etmiş ve başarılı olmuşlardır. Kimisi ülkesindeki demokrasi için savaşmış, kimisi ırk ayrımcılığına baş kaldırmış, kimisi ise sanatıyla bu sahnede yerini almıştır. Hepsinin yolları ayrı ayrı olsa da amaçları ve kesiştikleri nokta özgürlükleri için savaşmalarıdır.

Anne Frank

“Denemeye devam edeceğim. Ta ki her şey daha iyi olana kadar. Asla vazgeçmeyeceğim…“

12 Haziran 1929’da dünyaya gelen Anne Frank, Yahudi Soykırımının bilinen en önemli isimlerinden biridir ve ilk Yahudi kadın yazar olarak kabul edilir. Okumayı çok seven ve normal insanların kilit altında yaşamadıkları için kitapların ne anlama geldiklerini bilmeyeceklerini söyleyen Anne Frank, günün birinde yazar olarak hatırlanma hayalini kurmuştur. Yahudi bir ailenin çocuğu olan Frank, Hitler’in zulmünden kaçarak ailesi ile birlikte 2 yıl boyunca Amsterdam’da bir kütüphaneden girilen gizli bir odada yaşamak zorunda kalmıştır. Bu arada yaşadıklarını hep bir günlüğe yazmış ve kendisi öldükten sonra günlüğü yayınlamış, bugünlere kadar gelip okunmasını sağlamıştır.

Bu günlükte yaşadıklarını, gördükleri zulmü, insafsızlığı ve acımasızlığı kaleme almıştır. Kitap haline getirilen bu günlük, bugüne kadar 67 dile çevrilmiş ve 30 milyondan fazla satmıştır. Anne Frank savaşın bitimine 2 ay kala hastalık dolayısıyla 15 yaşında vefat etmiştir. Vefatından sonra da istediği gibi yazar olarak anılmış ve kitabı dünyanın her yerinde milyonlara ulaşmıştır. Anne Frank’ın günlüğünde insanlığa ışık tutan ve yol gösteren bir dizi söylem mevcuttur. Onun en büyük özelliği ise her ne olursa olsun inancını ve insanlığa dair umudunu kaybetmemesi ve insanların içinde hep bir iyilik olduğuna inanmasıdır. Buna dair şu sözleri sarfetmiştir; “Her şeye rağmen, insanların kalpten iyi olduklarına gerçekten inanıyorum.”

Celia Sanchez

“Küba Devrimi Celia Sanchez’in devrimidir ve Devrimci Küba Celia Sanchez’in Kübasıdır. Yaptıklarımızda ve geldiğimiz noktada o hepimizin ilham kaynağıdır.”
Tete Pueblo (Küba Ordu Generali)

Küba devrimi dediğimizde aklımıza gelen en önemli figürler Fidel Castro ve Che Guevera’dır. Küba Devrimi’ni incelediğimizde onların sözlerini ve yaptıklarını görürüz. Bunun dışında, Kübra devriminde başrolü oynayan kadın önder Celia Sanchez’dir. Başarısı, inancı ve yaptıkları ile devrimin başarılı isimlerinden biridir. İnancı ve kararlılığı ile herkesi etkilemiş, bu sayede devrime en büyük katkısını sağlamıştır. Sanchez, Kübra devriminin merkezindeki kadındır. 1952 darbesinden sonra, Badista hükûmetine karşı yürütülen direnişe katılmış, 26 Temmuz harekatının kuruculuğunu üstlenmiştir. Devrim boyunca çatışma birliklerinin liderliğini yapmış, diktatörlükle savaşmıştır. Ayrıca çatışmada ilk kurşunu atan kadın olmuştur.

Aung San Suu Kyi

“Hiçbir zaman korkularınızın doğru bildiğinizi yapmanıza engel olmasına izin vermemelisiniz.“

Aung San Suu Kyi 1945 doğumlu, Myanmar’da barışın sembolü kadın olarak kabul edilir. Myanmar 2. Dünya Savaşının başlangıcına kadar İngiliz sömürgesi olan ve 50 yılını askeri yönetimle geçirmek zorunda olan Güneydoğu Asya’da bir ülkedir. Bu sürede ülkede olan her ses bastırılmakta ve diktatörcü bir yaklaşım benimsenmektedir. Öğrenimini Oxford’da fizolofi, politika ve ekonomi öğrenimini tamamladıktan sonra, evine tekrar hasta olan annesine bakmak için geri döndüğünde, Myanmar bir siyasi karışıklığın ortasındadır. Birçok öğrenci, işçi, insan demokrasi talepleri için sokağa dökülmüştür. Şiddete başvurmadan değişimi destekleyen ve bunun için savaş veren Martin Luther King ve Hindistan’ın önemli lideri Mahatma Gandhi’den etkilenmiş ve seçimleri kazanarak parlementoda yerini almıştır. Bütün şehri dolaşarak, barışçıl bir demokrasi için destek toplamış ve organize etmiştir. U Ne Win’in acımasız yöntemlerine ve diktatörlüğüne karşı gelmiştir. Ona karşı sesini çıkarmış, demokrasiye ve insan haklarına ulaşmak için şiddetsiz bir yöntemde önce olmuştur. Bunun üzerine 1989’da tutuklanmış, ev hapsine mahkum edilmiş ve 15 yılını böyle geçirmiştir. Şiddeti her zaman reddeden Suu Kyi, 1991’de Barış Nobelini kazanmştır. 2010’da ev hapsinden kurtulmuş ve parlementoda ‘’National League for Democracy’’ partisinde yerini almıştır.

Fannie Lou Hamer

“Herkes özgür olana kadar kimse özgür değildir”

Hamer, 6 Ekim 1917’de Mississippi’de çiftçilikle uğraşan ve köle olan bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Hamer Rose korkusuz olarak bilinmiş ve Afro-Amerikalıların oy verme hakkı için Yurttaşlık Hakları Hareketinde lider olarak savaş vermiştir. Ve onun adı hareketin sembolü olarak tarihe geçmiştir.

Fannie Lou Hamer tutkulu bir vatandaşlık hakları savunucusuydu, ırkçı olan toplum içinde ailesinin ve kendi yaşadıklarından sonra Afro-Amerikalıların hakları için aktivist olmuştur. 1962 yazında, protesto buluşmasına katılmış ve bu hayatını değiştirmiştir. Hamer bundan sonra, Afro-Amerikalarının seçmen kaydı için aktif bir konumda görev almıştır. 1964 yılında, Şiddete Başvurmayan Öğrenci Kurulunda (SNCC) çalıştığı aynı zamanda, Mississippi’de Afrikalı Amerikaların seçmen kayıtlarının organizasyonu için çeşitli organizasyonlarda bulunmuştur. Daha sonraki yıllarda, Ulusal Demokrasi Kongresi’nde Mississppi Özgürlük Demokrasi Partisi’nin bir parçası olmuştur.

Bu grup tamamiyle Mississippi’deki beyazların meşruiyetine karşı meydan okumayı öngören bir gruptan oluşuyordu. Ayrıca bu kurum, Güney’de Afro-Amerikalarının öğrencilerinden oluşan pasif direnişin içinde bulunan, ırk ayrımına, haksızlığa ve adaletsizliğe karşı savaşan bir gruptu. Bu eylemler beyazlar tarafından genellikle şiddetle karşılanıyordu. Kendi aktivist hayatı boyunca Hamer, tehdit edildi, tutuklandı, şiddete maruz kaldı ve vuruldu. Fakat bunların hiçbiri onu hakları için savaşmaktan vazgeçiremedi. 1964 yılında, Hamer, Mississippi Özgürlük Demokrasi Partisi’nin kurulmasının öncülerinden oldu.

Politikadaki aktivist süreci boyunca, Hamer Mississippi topluluğunda, yardıma ihtiyacı olan ailelerin yardımları için çalıştı. Bunun yanında, azınlıklar için iş olanaklarının artmasının, çocuk bakımlarının sağlanması ve diğer aile hizmetleri için organizasyonlar kurdu.

Frida Kahlo

“Ben bir devrimle birlikte doğdum. Ben bir devrimin kızıyım, bunda hiç şüphe yok, bir de atalarımın taptığı ihtiyar ateş tanrısının.”

Aslen 6 Temmuz 1907 doğumlu olan Frida Kahlo “insanlar doğum tarihim konusunda ne yapacaklarını asla bilememişlerdir, onların işin içinden çıkmak için gösterdikleri çaba beni çok eğlendirmiştir’’ diyerek doğum yılını Meksika devrimin gerçekleştiği tarih olan 7 Temmuz 1910 olarak kabul etmiştir. Devrimle doğmuştur aşktan ziyade, önce devrimine aşık olmuştur. Her zaman Diego’ya olan aşkı ile ön plana çıksa da en büyük özelliği aynı zamanda da devrim aşığı bir kadın olmasıdır.

Siyasetle ile ilk tanışması gittiği okulda başlamıştır, öğrenciler ve akademisyenlerle birlikte çeşitli toplantılara katılmış ve burada fikir tartışmaları yapmıştır. Daha sonraki yıllarda Diego ile tanışan Frida onun fikirlerinden de etkilenmiştir. Diego sürekli sosyalizmi över ve Ekim Devrimi’nden bahsederdi bundan sonra da Frida ve Diego Sovyet destekçisi olmuşlardır. Zaman zaman Dieogu’nun işi dolayısıyla Amerika’da yaşamışlardır. Diego, Rockefeller’ların binasına resim çizmek için Nelson Rockefeller tarafından çağrılmıştır. Resimde Lenin’in portresini gören Rockefeller sinirlenmiş, Diego ve Frida ile tartışmıştır. Frida’nın Rockefeller ve Henry Ford’a kafa tutup, onlarla birebir olan alaycı tutumları da dikkat çekicidir.

Frida’nın yatağının dibinde her zaman Stalin, Lenin, Marx, Engels ve Mao fotoğrafları bulunurdu. Ayrıca, Ekim devrimin kültür bakanı Lunaçarski tarafından Sovyetlere de davet edilmiştir.

Gaia Dergi

Kaynak: Birgun.net