HABER MERKEZİ

Konaklaması için kapatılan, camları değiştirilen 5 yıldızlı otel, birkaç günlük ziyaret için getirilen TIR’lar dolusu eşya, 500 lüks araç ve daha birçoğu… Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın dönem başkanlığını devralacak Türkiye’ye yaptığı ziyarette bu şatafat düşkünlüğüyle gündeme geldi.

Uçağından yürüyen merdivenle inerken bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan tarafından karşılanan Ortadoğu’nun en karanlık ve despot ülkesinin liderine bir de Devlet Nişanı layık görüldü. Erdoğan’ın törende yaptığı konuşma ise, Arabistan’ın Yemen’deki savaşın tarafı, Suriye’de cihatçıların finansörü ve destekçisi olduğu düşünüldüğünde oldukça dikkat çekici. Suudi Kralı’nın “Bölgesel barış, güvenlik, huzur ve istikrar için bir teminat teşkil ettiğini” ileri süren Erdoğan şöyle devam etti: “Önümüzdeki dönemde iki ülke arasındaki iş birliğini her alanda perçinleyecek adımları kararlılıkla atmaya devam ettireceğimize inanıyorum.”

Peki, insan hakları siciliyle tüm dünyadan eleştiriler alan, Erdoğan’ın kavgalı olduğu Mısır’ın darbeci lideri Sisi’yle oldukça yakın ilişkileri olan Suudilere gösterilen bu sevginin nedeni ne?

Öncelikli ilişki: para

Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Behlül Özkan’a göre bu sevgi köklü bir sermaye ilişkisine dayanıyor. Özkan şöyle anlatıyor: “1983’te Turgut Özal seçimle işbaşına geldiğinde ilk işlerinden biri faizsiz bankacılığı serbest bırakacak bir kararnameyi çıkarmak oldu. Bu tarihten itibaren Türkiye’de Suudi yatırım kuruluşları faaliyet göstermeye başlıyor. Bunların Türk ortaklarına baktığınız zaman Boydakları, Kalyonları, BİM’in sahibi Topbaşlar, Ülker gibi kişi ve kurumları görüyorsunuz. Yani aslında bugün AKP iktidarını destekleyen bütün sermaye gruplarının hemen tamamı 1980’lerde Suudi sermayesiyle birlikte Türkiye’de iş yapmaya başlıyor. Bu manada bugün ortaya çıkan bu yakınlık tablosunda öncelikli olarak bir sermaye ilişkisi var.”

Sözlerinin devamında Türkiye’deki İslamcıların üzerindeki Vahabi etkisinin de 1950’lerin ikinci yarısına kadar vardığını vurgulayan Özkan, dikkat çekici bir örnek üzerinden bu ilişkiyi anlatıyor: “Seyyit Kutub, Mevdudi gibi İslamcıların Arapça yazdığı eserleri 1960’larda Türkçeye çevirenlerden biri Salih Özcan. 1973’te Milli Selamet Partisi milletvekili olan bu kişi, 1983’te de faizsiz bankalık kararnamesi çıkınca Suudilerin etkin olduğu yatırımlarda, Baraka ve Faysal Finans’ın kuruluşunda rol oynuyor. Aynı zamanda da Uğur Mumcu’nun Rabıta adlı kitabında yazanlara göre 1960’larda Suudi Arabistan kaynaklı İslamcı örgütlenme olan Rabıta’nın Türkiye ayağının kurucularından biri de yine aynı kişi. Dolayısıyla hem bir sermaye ilişkisi, hem de 1960’lardan itibaren Türkiye’deki İslamcıların Suudiler tarafından desteklenmesiyle başlayan bir ideolojik ilişki var.”

İki yol vardı…

Ortadoğu’ya dair tüm planları çöken AKP’nin bölgeden izole olduğu için müttefik olarak yanaşabileceği tek güç olarak Suudi Arabistan’ı gördüğünü kaydeden Behlül Özkan, şöyle devam ediyor: “AKP Ortadoğu’da İhvancılığı destekledi, İhvancılık ise Suudiler tarafından çökertildi. Bu tablo AKP’nin önüne iki seçenek koydu. Ya Suudilerle de kavga edecek, ki bu büyük bir gücü karşına almanın yanında kendisinin de temsil ettiği Suudi sermayesi düşünüldüğünde içeride de çok büyük sorun açar. Ya da Suudi Arabistan ne istiyorsa onu yapacak. Uçağın kapısında gitmesindeki anlam burada.”

Özkan, Suudi Kralı’nın Mısır’ın darbeci Cumhurbaşkanı Sisi’den, ardından ise Erdoğan’ın elinden en yüksek düzeyli madalyaları almasını şu çarpıcı ifadelerle yorumluyor: “Ortadoğu’nun iki önemli gücü olan Türkiye ve Mısır’ın, aynı bölgenin en karanlık ve totaliter ülkesinin liderinin himayesini kabul etmeleri bölgenin ne derece sefalet içinde olduğunu gösteriyor.”

***

‘Körfez kendi menfaatini Erdoğan’ın Türkiyesi'ne yansıtmaktadır’

Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Ali Murat Özdemir de Türkiye’de artan Körfez etkisini şu şekilde yorumluyor:

“Türkiye ve Mısır’da Körfez etkisi her geçen gün artıyor. Örneğin Mısır’ın iki adasını Suudilerle vermekteki isteği buradan kaynaklanıyor. Körfez sermayesi, çevresindeki azgelişmiş toplumsal formasyonlar içerisinde her geçen gün daha ağırlıklı olarak temsil edilmektedir. Körfez genelde kendi menfaatini Mısır’da olduğu gibi Erdoğan’ın Türkiye’sine de yansıtmaktadır. Türkiye genelde Körfez’in Suriye ve Irak politikasını yürütmektedir ve Batılılar bundan zerre kadar memnun değiller.”

Kaynak: Birgun.net