DOĞU EROĞLU

Suudi Arabistan ile İran arasında yıllardır tırmanan gerilim, 2016 başında Şii din adamı Nimr El-Nimr’in Suudi Arabistan’da idam edilmesiyle dev bir krize dönüştü. İki ülke arasında çoğunlukla tamponlar ve vekiller üzerinden süren örtük rekabetin açık bir çatışma atmosferine dönüştüren kriz, şimdilik Yemen, Bahreyn ve Suriye üzerindeki karşılıklı politikaların sertleşmesi şeklinde sürecek gibi gözüküyor. Ancak nükleer müzakereleri nihayetlendirip ekonomik kısıtlamalarından kurtulan İran’ın enerji piyasalarında Suudi Arabistan’ın zayıflayan trend ve fiyat belirleyici pozisyonuna getireceği yeni baskı, bu çatışmayı güçlendirebilir. Mısır ile Türkiye’nin azalan nüfuzuyla birlikte tüm Orta Doğunun bu iki ülkenin rekabet sahasına dönüşmesi, uluslararası aktörlerin de krize temkinli yaklaşmasını beraberinde getiriyor.

Anahtar Suudi Arabistan ekonomisi
Suudi Arabistan yıllardır gelen üretimde çeşitliliğe gidilmesi uyarılarına karşın bugün de petrol ihracatına bağımlı bir ekonomi olmayı sürdürüyor. Ülkenin yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren kayda değer reel gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) büyümesi yaşadığı dönemler 1970’lerdeki petrol krizi ile 2003 ila 2013 arasında petrol fiyatlarının istikrarlı biçimde arttığı yıllarla kısıtlı. Petrol fiyatlarının yükselişe geçtiği dönemlerdeki refah artışları, fiyatların düştüğü veya yerinde saydığı yıllarda dillendirilen yapısal reformların önemsenmemesine yol açtı. BM Ticaret ve Kalkınma Konferansının (UNCTAD) 2014 tarihli Meta Bağımlılığı Durumu Raporuna göre, ülkenin mal ihracatının yüzde 98’i petrol ve petrol ürünlerinden oluşuyor. Bu oran ülke GSYH’sinin ise tamı tamına yüzde 46’sını oluşturuyor. Uzmanlara göre, üretim ve buna bağlı olarak ihraç malları sepetinin çeşitlendirilememiş olması, Suudi Arabistan’ı dışsal petrol şoklarına oldukça hassas kılıyor; bu da Arap Baharı hareketiyle önemli bir siyasal dönüşüm geçiren Orta Doğuda Suudi Arabistan’ın vekil savaşlarına verdiği desteği kısmen açıklıyor. Suudi Arabistan düşük fiyatlı petrole döviz rezervleri sayesinde direnmeye çalışsa da, ham petrol petrol fiyatlarındaki düşüşün geleneksel döngüsel fiyat oynamalarından biri olup olmadığına ilişkin şüpheler var. Özellikle şist yağı [shale oil] devriminin getirdiği baskı ve alternatif kaynaklara yönelişin (Petrol fiyatlarındaki düşme trendine karşın yatırımlar henüz hız kesmiş değil) ham petrol fiyatlarını önümüzdeki 10 yıl boyunca bu seviyelerde tutabileceği görüşüne destekler artıyor. Diğer taraftaysa nükleer müzakerelerde P5+1 ülkeleriyle sağlanan uzlaşı, ekonomik yaptırımlar ile ambargolardan kurtulan İran’ı enerji piyasalarında yeniden büyük aktörler arasında sokacak. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden Prof. Dr. Meliha Altunışık’ın Orta Doğu ve iki ülke rekabetine dair çizdiği teorik çerçeve üzerinden, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) uzmanları Ankara’da USAK’ın düzenlediği panelde, farklı politika alanları üzerinden krizi masaya yatırdı.

Meliha Altunışık: ‘Rekabetten çatışmaya’
“Orta Doğu çatışmaya yabancı bir coğrafya değil lakin Arap Baharından beri farklı olan, çatımaların aynı anda farklı yerlerde, farklı aktörler arasında vekil savaşları şeklinde cereyan etmesi. Bölgedeki devlet dışı aktörlerin varlığı da önemli bir olgu. Suudi Arabistan ve İran arasında geçmişte Körfezde yaşanan tarihsel rekabet bugün tüm Orta Doğuyu kapsayan bir çatışmaya dönüşüyor. Orta Doğu çok kutuplu, yani bölgesel güç veya hegemon olmaya aday pek çok ülkenin bulunduğu bir coğrafya. Bölgeyi tek başına domine edebilen bir güç yok. Bunu yalnızca Mısır’ın, 1952-1967 yılları arasında başarabildiği düşünülüyor. Bölgesel bir gücün üstünlüğünü kabul ettirebilmesi için askeri ve ekonomik gücün birer parçası olduğu materyal güce ve aynı zamanda ideolojik güce sahip olması gerekiyor. Ayrıca Gramsci’nin de anımsattığı gibi, rızaya ihtiyaç duyuluyor; yani diğer devletlerce de bölgesel güç olarak tanınmak gerekiyor.”

Geriye İran ve Suudi Arabistan kaldı
“Soğuk Savaşın sona erişiyle küresel güçlerin bölgeye penetrasyonunun azalması ardından, bölgesel rekabetleri artıran Körfez Savaşı ve 2003 Irak Savaşı dönüm noktaları oldu. Bunlardan biri de Arap Baharıydı. Her üç olay da bölgesel güçler arasındaki rekabeti yoğunlaştırdı. Pek çok fırsat ve güçlüğü aynı anda ortaya çıkaran Arap Baharı, bölgesel liderlik uğruna yeni bir çatışmalı dönemi de başlattı. Rekabetçiliğin işbirliğine baskın geldiği bu koşullarda Türkiye rekabetteki gücünü yitirdi, Mısır ise kendi içinde bir dönüşüm sürecine girdi. İsrail bölgesel güç olabilecek tüm özellikleri taşımıyor. Böylece İran ve Suudi Arabistan bölgesel güç adayları olarak kaldı.”

İran’ın ideolojik ekseni dönüşüyor
“İran rejimi Arap Baharını ‘İslami bir uyanış’ olarak tarif ederek, hareketi siyasal İslam kapsamında sınırlamak istemişti. Bu tanımlamayla hedeflenen gerçekleşseydi İran hareketin doğal önderlerinden olacaktı. Kendisini İslami dünyanın lideri olarak konumlandıran ve söylemlerinde Şii hareketine az vurgu yapan İran, Suriye’deki iç savaş yoluyla Suudi Arabistan’ın ideolojik gücüne meydan okurken, ideolojik aygıtını IŞİD karşıtlığıyla tanımladı ve Şii bir güç olarak anılmaya başlandı.”

Suudi Arabistan: Kırıcılıktan desteğe
“Suudi Arabistan ise öncelikle finansal gücünü, son zamanlardaysa askeri gücünü devreye sokarak nüfuzunu artırma peşinde. Yemen ve Bahreyn’de doğrudan askeri güç kullanarak, Suriye’deyse farklı silahlı grupları destekleyerek bunu yaptı. İdeolojik anlamda Bahreyn, Tunus ve Mısır’daki kalkışmalara karşı olan Suudi Arabistan, Suriye’yle birlikte pozisyonunu değiştirip rejim karşıtı gruplara açıktan destek vermeye başladı. İdeolojik gücü Vahhabilik kökenli bir Sünni İslam üzerinde ağırlaştı ve bugünkü Sünni-Şii çatışması ekseni belirginleşti.”

Küresel aktörler kararsız
Altunışık’a göre, Suriye ve Yemen’de çözüm Suudi Arabistan-İran ihtilafına endeksli. Ancak her iki ülkenin iç gelişmeleri bu çözümde belirleyici rol üstlenecek; Suudi Arabistan petrol piyasasındaki değişimle yüzleşmeye çalışıyor, öte yandan ülkedeki yeni liderlik henüz iktidarını konsolide edebilmiş değil. İran’sa önümüzdeki ay iki önemli seçim yaşayacak. Bunlara ek olarak uluslararası kamuoyunun tutumu henüz kesinlik kazanmış değil; P5+1’le uzlaşının kesinleşmesiyle İran’ın dünyayla ilişkileri normalleşiyor, ayrıca Rusya’yla yakınlaşma Orta Doğudaki elini kuvvetlendiriyor; Suudi Arabistan ise Suriye’deki silahlı grupların imajından ötürü uluslararası desteğini yitirmekte. Altunışık nihai olarak, iç siyaset, bölgesel seviyedeki konum ile uluslararası siyaset arasındaki ilişki ve geçişkenliğin krizin geleceğini belirleyeceğinin altını çiziyor.

Çatışmanın geleceği ve Türkiye’nin rolü (Osman Bahadır Dinçer - USAK Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları)
“Orta Doğuda devletler tarafından desteklenen silahlı milislerin de aralarında olduğu devlet dışı faktörler hiç olmadıkları kadar etkili. Takip edilemeyen silah sevkiyatıysa en yüksek seviyesinde. İran’a ekonomik yaptırımların son bulmasıyla, Irak ve Suriye’de sahadaki mezhep gruplarına yapılacak yardımlar artacak. Nüfuz alanlarını artırmaya çalışan iki ülke, sıcak çatışmaya vekiller aracılığıyla giriyor. Özellikle Suriye ve Yemen’de, bölgesel ve bölge dışı aktörler Riyad veya Tahran’dan yana taraf olmaya zorlanıyor. Suudi Arabistan’ın İran’a yönelik eylemleri, İran’ın bölgede güç kazandığına yönelik algıyı ortaya koyuyor. İran Suriye’deki müdahalesinin etkin sonuçlar vermesiyle de nüfuzunu artırdı ve Rusya’nın da bölgedeki etkinliğiyle güven kazandı. Tarihsel ABD desteğinden kaynaklanan dinamizm kaybı ve konformizm yüzünden Riyad yönetimi, İran’ın son derece açık şekilde ifade ettiği stratejik önceliklere karşı plansız operasyonlar düzenlemeye çalışıyor. Tahran’ın proaktif siyasetine karşı reaktif kalan Suudi Arabistan hatalar yapıyor. Yemen’e yapılan müdahaleler ile IŞİD’e karşı İslami koalisyon, bu plansızlığı ortaya koyuyor. Savunma hatlarını kendi ülkeleri dışında kuran İran ve Suudi Arabistan’ın geleneksel diplomasilerine bakıldığında, tarafların doğrudan karşı karşıya gelmeyeceğini öngörebiliriz. Yine de vekil savaşları yoğunlaşacaktır. Bu bakımdan Suriye’ye ilişkin barış görüşmelerinin de çok kırılgan olduğu görülüyor. Bölgedeki kurumsallık ve yapıcılık eksikiliği, ajandanın radikaller tarafından belirlenmesine yol açıyor. Suriye krizi, Ankara-Kahire ilişkileri, Başika’dan sonra Arap Birliğinden gelen kınama değerlendirilince Türkiye’nin hasar alan rolü anlaşılıyor. Suudi Arabistan-İran çatışmasına dikkatle yaklaşılmalı. İki taraftan biriyle yakınlaşmak kutuplaştırmayı artıracaktır. Stratejik bir sessizlik benimsemek Türkiye için iyi bir seçenek. Türkiye mezhepsel çatışmadan uzak bir politika geliştirip kendi önceliklerini açıkça ortaya koyabilirse, bölgedeki fasit dairenin ortadan kalkmasına katkı sağlayabilir.”

ABD-Suudi Arabistan ittifakının geleceği (Mehmet Yeğin – USAK Amerika Araştırmaları)
“Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerginliğe yaklaşımı, ABD dış politikasındaki değişimi işaret ediyor. ABD, Başkan Roosevelt döneminden itibaren Suudi Arabistan için garantör rol üstlendi ama bu köklü gelenek değişmekte. Tarafların kuşkuları artıyor; Suudi Arabistan ABD’nin Arap Baharına bakışından memnun değil. ABD en büyük destekçilerinden biri olan Mısır’daki Mübarek rejimini kriz sırasında desteklemedi. Suudi Arabistan, kendine yönelik iç tehditler karşısında ABD’nin ne yapacağından kuşku duyuyor. ABD’nin Orta Doğudaki silahlı varlığını azaltışı da olumlu karşılanmıyor ve Suriye’ye yeteri kadar müdahil olmayarak İran’a alan bıraktığı düşünülüyor. ABD tarafındaysa bu ittifakın maliyeti artarken ittifakın getirileri azalıyor. ABD’nin Orta Doğu petrolüne bağımlılığı eskisine oranla azaldı. ABD Arap Baharı sırasında, Suudi Arabistan ve Bahreyn’den hiç bahsetmedi. Bu da demokratik değerler anlamında bir maliyet getirdi. Öte yandan ABD’nin İran algısı da değişiyor. Obama yönetiminin İran’la nükleer çözümü ne kadar önemsediği biliniyor. Washington’daki en güçlü lobilerle karşı karşıya gemek pahasına Obama yönetimi anlaşmanın nihayete ermesi için var gücüyle uğraştı. Sonuç olarak ABD’nin Suudi Arabistan’la bağlarını koparıp İran’la ittifak kurduğundan bahsedemeyiz ama bir değişim var.”

Rusya ne yapacak? (Dr. Habibe Özdal - USAK Avrasya Araştırmaları)
“Moskova, Suudi Arabistan ile İran arasında yaşanan krizi bölgede meydana gelen bir mezhep çatışmasından ziyade siyasal bir rekabet olarak değerlendiriyor. Suriye’deki yeni durum göz önünde bulundurulursa Moskova için İran ile olan yakın işbirliğinin oldukça önemli, bu yüzden Rusya’nın İran’la olan askeri işbirliği önümüzdeki yıllarda büyük ihtimalle artacak. Moskova’nın Suudi Arabistan üzerinde yeterli bir baskı gücü bulunmuyor ve bu yüzden arabuluculuk rolünün somut çözümler getireceği öngörülmüyor. Suriye için barış görüşmelerinin, yani Viyana sürecinin İran-Suudi Arabistan gerilimi yüzünden yavaşlaması veya çökmesi durumunda Moskova’nın Suriye’deki askeri varlığını sürdürmesi ülke politikaları açısından önem kazanacak.”

Petrol piyasalarının etkisi (Hasan Selim Özertem – USAK Enerji Güvenliği Araştırmaları)
“Suudi Arabistan Orta Doğunun geleceğine dair bir kabus görüyor, üstelik bu kabus temelsiz de değil. P5+1’le uzlaşılmasıyla birlikte İran’ın geleceği Suudi Arabistan’ınkinden daha parlak gözüküyor. Petrol piyasalarındaki genel eğilimi 3 temel dinamik belirliyor; petrol arzındaki artış, talepteki daralma ve doların diğer para birimleri karşısında değer kazanması. Söylentilerden biri, Suudi Arabistan’ın üretimi özellikle yüksek tutarak fiyatların düşürdüğü, OPEC’inse arzı kısıtlayarak piyasayı dengede tuttuğu yönünde. Petrol fiyatlari varil başına 27-28 dolar civarında; oysa fiyat 2014’te 113 dolardı. Spekülatif uğraşlar fiyat üzerinde etkili olamıyor çünkü artık sığ bir piyasadan söz edemiyoruz. On-shore ve off-shore yatırımları arzı genişletti. En büyük üreticilerden biri haline gelen ABD petrolde Orta Doğuya bağımlılığını yüzde 16 seviyesine düşürdü. Küresel piyasaların talep kısmı da değişiyor. Çin’in yıllık yüzde 10’dan yüzde 6 dolaylarında bir büyümeye geçişi talebi azalttı. Suudiler yalnızca İran’la mücadele etmiyor aynı zamanda piyasa dinamiklerini de değiştirip bu piyasada hayatta kalabilecekleri yılları artırmak istiyorlar. Yeni enerji piyasasında Suud Arabistan ve Orta Doğunun nüfuz kaybedecek; yenilenebilir enerji ve alternatif kaynaklar ile geleneksel olmayan teknolojilerin hızlı gelişimi petrol piyasalarının aleyhine oldu. Suudi Arabistan’ın bu durumda hedefi piyasadaki durumunu korumak, şist yağı devrimini önlemek ve İran’ın yükselişine engel olmak. İran’ın toparlanma sürecinde petrol önemli rol oynayacak. İlerleyen süreçte İran günde 500 bin varil daha fazla üretmeye başlayacak. Orta vadedeki günlük 5 milyon varillik üretim, uzun vadede 8 milyonu bulabilir. Geçtiğimiz yıl Irak da günlük petrol üretimini neredeyse 1 milyon varil artırdı ve bu artış sürecek. Yani 2025 itibarıyla İran ve Irak’ın ağırsıklet üreticiler haline gelip OPEC üzerinde büyük nüfuz sahibi olarak tekel üzerindeki Suudi Arabistan etkisini kıracağını tahmin ediyoruz.”

Kaynak: Birgun.net