TANER TİMUR

Dün, Başbakan medya temsilcileri ile konuştu ve onlara “önümüzdeki altı ayda Suriye konusunda kayda değer gelişmeler olursa şaşırmayın!” dedi. Oysa çoktandır bu ülkede artık kimsenin hiçbir şeye şaşıracak hali kalmadı! Kaldı ki en önemli değişikliği Cumhurbaşkanı zaten St. Petersburg zirvesinde yapmış ve Suriye sorununun çözümünde “en büyük aktör”ün Rusya olduğunu söylemişti. Ve daha geçen yıla kadar Tayyip Bey’in “Rusya’nın Suriye’de ne işi var?” dediğini hatırlayanlar hiç de şaşırmadılar. Öyle bir ruh hali içindeyiz ki, yarın aynı ağızlar “Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne girdiğini” ilan etseler, anlaşılan yine kimse şaşırmayacak?
Aslında “Şanghay hayaleti” Türk dış politikasını çoktandır taciz ediyor. Ve ne zaman bu hayalet Ankara semalarında görünse, arkadan da -rastlantı ya da hesaplı- mutlaka bir sarsıntı
geliyor. Defalarca yaşadık; üstelik heyula Ankara’ya çakılı da değil; son olarak Cumhurbaşkanı’nı 9 Ağustos’ta St. Petersburg’da da izledi.
•••
İlk kez 2007 Cumhuriyet mitinglerinde zuhur etmişti. ADD’siyle, STK’larıyla, ulusalcı militanlarıyla görkemli mitinglerdi bunlar. Asıl hedef dış politika değildi, ama meydanlarda Şanghay! Avrasya! sesleri de yükselmişti. Biraz da şaka gibiydi; fakat ciddiye alındı ve.. arkadan da Ergenekon geldi. AKP-FETÖ el ele, kuruydu yaştı demeden binlerce kişiyi Silivri’de topladılar ve adalet de yıllarca "dalgalar" arasında eridi. O zaman arkada hangi güçlerin olduğunu pek az kimse sorguladı.
•••
Sonra Arap Baharı geldi ve Bahar’ın 2011 yılında Suriye’ye sıçraması Türkiye’nin Ortadoğu politikasını bir yol ayrımına getirdi: Esad mı? Reform mu?
Ya da “reform” etiketi altında Müslüman Kardeşler mi?
Erdoğan ve Davutoğlu “reform ve Müslüman Kardeşler” dediler ve bir anda “dost ve kardeş Esad”, “düşman ve katil Esed” haline geldi. Dönüşüm keskindi; yine de ilk aşamada Türk-Rus ilişkilerini etkilemedi. Suriye dostu Rusya henüz savaş alanında fiilen yer almamıştı ve Türkiye ile ilişkiler çok iyiydi. İki yıl sonra, 2013’te Erdoğan ile Putin yine St. Petersburg’da buluştu ve geleceği planlamaya başladılar.
•••
21 Kasım 2013 St. Petersburg görüşmesi aslında hayli neşeli ve esprili geçti. Putin, Erdoğan’la “sizin büyük bir AB tecrübeniz var; biz de yararlanalım!” diye şakalaşıyor, Erdoğan da aynı tonda “doğru, elli yıllık bir tecrübemiz var; bizi Şanghay’a alın da bu sıkıntıdan kurtulalım!” diye yanıt veriyordu. Böylece Şanghay heyulası yine zuhur etmişti; fakat bu kez ipler Erdoğan’ın elindeydi. Yine de deprem gecikmedi. Aradan bir ay bile geçmemişti ki garip bir şekilde bazı bakanların evleri basılıyor ve milyonlarca dolar ele geçiriliyordu. Ayrıca baskının başbakan ailesine sıçrayacağı da anlaşılmıştı. O zaman FETÖ deyimi yoktu, ama şüpheler Gülenciler ve onları kullananlar üzerinde toplandı. Yanılgı ortadaydı; Erdoğan ve arkadaşları kandırılmıştı ve şimdi kim “dost”, kim “düşman” anlaşılıyordu. Ergenekon’cular aklandılar ve “adalet dalgaları” bu kez ters yönde seyretmeye başladı. Türkiye’de bir “darbe” olmuştu: 17-25 Aralık darbesi. Garip bir darbeydi bu; muhalefet “yargı darbesi” olarak niteledi.
•••
Rusya’nın Suriye yanlı politikası Türk-Rus ilişkilerini germiş, Şanghay heyulasını Ankara semalarından uzaklaştırmıştı. 30 Eylül 2015’te Rusya fiilen savaşa katılıp cihadistleri bombalamaya başlayınca gerginlik daha da arttı. Ve 24 Kasım’da THK bir Rus uçağını düşürünce ipler iyice koptu. Başbakan Davutoğlu’nun “emri ben verdim” şeklindeki beyanatı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bir yabancı TV kanalına “ben değil, Putin’in özür dilemesi gerekir!” demesi Rusya’nın öfkesini düşmanlık haline getirmişti. Rusya S-400 savunma sistemi ve ağır silahlarla bu koşullarda bölgeye yerleşti ve Türkiye’yi fiili ve siyasi planda bölgeden sildi.
•••

Türk-Rus ilişkileri bozulmuştu; fakat, bu, Türkiye’nin ABD ve AB ile ilişkilerinin iyileşmesi anlamına gelmiyordu. Aksine, bu arada Batı ile ilişkiler de bozulmuştu. Bu “sözde müttefikler” ne 17-25 Aralık darbesini, ne Esed’in cürümlerini ve ne de PYD terör örgütünü doğru dürüst anlamışlardı. Üstelik bir “ihracat şampiyonu”muzu da dolandırıcı diye hapse atmışlardı. 15 Temmuz darbesini ise hiç anlayamadılar. Artık onlarla mesafemizi almak, reste rest çekmek zamanı gelmişti. Erdoğan-Putin zirvesi bu atmosferde gerçekleşti.
Fakat bu zirvede Türkiye-Rusya ilişkilerinde eski dostluğa gerçekten de dönüldü mü?
•••
Zirveden bir gün önce Erdoğan’ın TASS Ajansı muhabirine söyledikleri bu konuda fazla iyimserliğe yer bırakmıyordu. Türkiye Cumhurbaşkanı, Putin’in en büyük dostundan yine “600 bin kişinin katili” diye söz ediyor ve artık onun yerinde kalamayacağını da ekliyordu. Aynı şeyleri aynı günlerde Le Monde gazetesine de tekrarladı. Ne var ki aslında Esad’a hiçbir sempati beslemeyen Le Monde gazetesi (9 Ağustos) Suriye savaşında ölenlerle ilgili olarak OSDH’nin rakamlarını da veriyordu. Bu konuda en güvenilir merkezlerden olan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne (OSDH) göre şimdiye kadar bu savaşta 292.817 kişi ölmüştü ve bunların 104.656’sı da (57.909’u asker) Esad’ın güçleriydi. Ve bu tablo tek taraflı bir kırımdan çok, bir iç savaş tablosu görüntüsü çiziyordu.
•••
Yine Erdoğan-Putin görüşmesi arifesinde New York Times (6 Ağustos) ise “askeri zaferlerin Suriye’de Putin’in elini güçlendirdiğini” yazıyor ve artık Obama yönetiminin Putin’le “istihbaratı paylaşmak ve DAİŞ ve benzeri militanlara karşı hava hücumlarını koordine etmek”ten başka yapacak bir şeyleri olamayacağını vurguluyordu. Woodrow Wilson Merkezi Başkanı Michael Kofman’ın dediği gibi “Suriye’deki vekalet savaşını –hiç olmazsa şimdilik- Rusya kazanmıştı”. Kim bilir belki Erdoğan da St. Petersburg’da Rusya’yı Suriye sorununda “baş aktör” ilan ederken bunu kabul etmişti ve “katil Esed”le ilgili sözleri daha çok iç politikayla ilgili tüketim malzemesi teşkil ediyordu.
•••
Bu genel bilgiler ışığında tekrar başa dönerek Başbakan’ın sözünü ettiği sürpriz gelişmeleri nasıl yorumlayabiliriz? Gerçek şu ki bu günlerde Batı’dan tamamen kopmuş görünen Türkiye, Rusya’ya da ancak Putin’in vizyonu bağlamında yaklaşabilir izlenimi veriyor. AKP diyalektiği böyle işliyor; tezler antitezleri izliyor, fakat bir türlü senteze ulaşılamıyor. Üstelik Şanghay hayaleti yine Ankara semalarında görünmeye başladı. Hiç de hayra alamet değil! “Müttefik” ülkeler bunu da ciddiye alabilirler! Belli ki 2023’e kadar daha çok diyalektik sıçramalar yaşayacağız!

Kaynak: Birgun.net