DEMET SARGIN
[email protected]

22 Nisan’da İstanbul Adliyesi’nde görülen davayla tahliye edilen 4 akademisyenden biri olan ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde (MSGSÜ) akademisyenlik yapan Kıvanç Ersoy ‘la, söz konusu bildiriyi ve beraberinde gelen süreci konuştuk. Ersoy, “Ortada bir suç olmadığı için, bir türlü ne ile yargılayacaklarına karar veremiyorlar ve bir şeyler uydurmaya çalışıyorlar. 301. Madde’deki isnadı yani Türklüğe hakareti bence onlar işliyor. Çünkü Türkiye halklarının demokratik geleceğine leke sürüyorlar” dedi.

» Barış için Akademisyenler olarak “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atarken nasıl bir sorumluluk hissettiniz?

Bildirinin basına açıklandığı dönemi hatırladığımızda; karşımıza çıkan, buzdolabında saklanan cansız çocuk bedenlerinden tutun, yaralı çocuklarını almaya beyaz bayrakla giden annelere, ekmek almaya giderken vurulup cesedi günlerce sokakta kalan 75 yaşındaki dedelere kadar vicdanları yaralayan, vahim bir dizi tabloyla karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Buna kayıtsız kalamazdık ve kalmadık. Bu vahim tablo karşısında bir barış metni imzaladık ve kamuoyuyla paylaştık. Büyük de bir etki yarattı. Akademiye adım attığım 2002 yılından beri çok sayıda bildiriye imza atmışımdır ama hiçbiri bu adar büyük ses getirmedi. Bu kadar kitleselleşmedi.

» Soruşturmalardan ve tutuklamalardan sonra imzalar çekilmedi aksine arttı. Bu konuda sorumluluğunuzun arttığını düşünüyor musunuz? Buna aydın sorumluluğu diyebilir miyiz?

Biz 11 Ocak’ta bu bildiriyi kamuoyuna duyurduktan sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu bildiriyi hedef alan bir konuşma yaptı. Bizleri, ‘aydın müsveddeleri’ ‘sözde akademisyenler’ diye yaftalayarak ‘karanlıksınız karanlık’ diye hakaret etti. Bu hakaretlerden ve hedef gösteren konuşmadan sonra bundan talimat alan rektörler, dekanlar ve mütevelli heyetleri 30’dan fazla akademisyeni işinden etti, yüzlerce akademisyene hala devam eden soruşturmalar açıldı. Bunun haricinde, bir mafya liderinin “kanlarımızla duş alma” tehditlerini, kapısına çarpı işareti konan ofisleri, linç girişimlerini gördük. Küçük illerde sivil faşistlerin, imza atan akademisyenler için ‘biz bunları burada istemiyoruz’ gibi sözlerle saldırdığını gördük. Buna rağmen 1128 kişilik imza sayısı 2212’ye çıktı. Bu destek, o sözün daha güçlenmesini ve daha politikleşmesini sağladı. Bu sözün arkasında durmak tabi ki aydın sorumluluğunun gereğidir.

» Barış talebinde bulunmanın terör propagandası sayılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu komik ama ülkenin demokrasisinin geldiği nokta açısından trajik bir durum! Biz, savunmalarımızla bu hukuksuzluğu yerle bir ettik zaten. Biz barış bildirisi imzaladık ve bu tamamen vatandaşlık hakkıdır. Vatandaşlar devletlerini eleştirebilirler. Kendi devletinin politikalarını eleştirmek suç değildir, terör propagandası ya da Türklüğe hakaret de değildir. Zaten artık “terör örgütü propagandası” kapsamında değil 301’den yargılanıyoruz. Ortada bir suç olmadığı için, bir türlü neyden yargılayacaklarına karar vermiyorlar ve bir şeyler uydurmaya çalışıyorlar. 301. Madde’deki isnadı yani Türklüğe hakareti bence onlar işliyor. Çünkü Türkiye halklarının demokratik geleceğine leke sürüyorlar.

» Buradan, Türkiye’deki bütün aydınlara, sorumluluklarıyla ilgili söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Ben kendime hiç aydın dememiştim, arkadaşlarım da öyle. Bizler işinde gücünde akademisyenlerdik. Tabi ki barış istiyorduk. Bunun gereği olarak da bir sorumluluk almıştık. Ama biz öğrencilerimize ve bilime karşı olan sorumluluğumuzla bunu yapmıştık. Ama şimdi, tüm hedef göstermelere ve tutuklamalara rağmen korkmadan söylediklerimizin arkasında durarak aydın olduk denebilir. Çünkü aydın tarihsel olarak, kendi çıkarı öyle gerektirmediği halde, kendisiyle ilgisi olmayan bir konuda tamamen vicdanıyla ve bilimsel dürüstlükle tavır ve sorumluluk alan, gerektiğinde otoriteyle çatışan ve otoriteyi tanımayan kişidir. Biz de hasbelkader bunun bir örneğini sergilediysek bundan gurur duyarız. Keşke düşünce ve ifade özgürlüğünün olduğu bir ülkede yasasaydık ve keşke ülkemizdeki demokrasi çıtası yüksek olsaydı da böyle sonuçlarla karşılaşılmasaydı.

» Son olarak söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Bizler 11 Ocak’ta basın açıklamasına imza atarken de, 10 Mart’ta işten atılan arkadaşlarımız için o bildiriyi okurken de, bugün de bildirimizin arkasındayız. Halen ısrarla barış talep ediyoruz, ölümlerin olmadığı bir Türkiye istiyoruz. Bugün barışa, ifade özgürlüğüne, demokrasiye çok ihtiyacımız var. Bunlar için verilen mücadeleye en ufak da olsa bir katkım varsa gurur duyarım. Bu dava Türkiye demokrasi tarihine geçti, ama daha da yapacak çok şey var.

******

''Burada olsam öğrencilerime sahip çıkardım''

» Sizin tutukluluk sürecinizde, Mimar Sinan Üniversitesi’ne polis ve yandaş basın tarafından baskılar yapıldı. Son olarak da, Esra Keskinkılıç isimli hocanın şikâyetiyle 26 öğrenciye terör operasyonu yapıldı.

Türkiye’de birilerine suç isnat etmenin ne kadar kolay olduğunu gördük ve demokrasi nedir bilmeyenlerin hayal ürünlerini izledik. Hem çok başarısızlar hem de hayal güçleri çok geniş. Üniversiteye polisin girip öğrencilere saldırdığını cezaevinde duydum ve çok üzüldüm. Burada olsaydım tabii ki öğrencilerime yönelik saldırıları durdurmaya çalışırdım. Öğrencime sahip çıkardım. Cezaevindeyken en üzüldüğüm şeylerden biriydi bunlar. Öğrencilerimizin bir hocayla yaşadıkları çelişkiden sonra evlerine operasyon yapılması, günlerce eğitim hakkından ve özgürlüklerinden men edilmesi beni çok üzdü. Öğrencilerimiz bizlere ailelerinin emanetidir. O meslektaşımızın da öğrencilerini şikâyet etmek yerine, bir öğretim üyesi olmanın sorumluluğuyla, bu hassasiyeti gözetecek biçimde davranmasını beklerdim.

Kaynak: Birgun.net