Yasın sessizliğinde belki sadece gözyaşlarının tıpırtısının duyulması gereken bir coğrafya neden öfke, intikam çığlıkları ve savaş naralarıyla boğuluyor? Bu halin, en suçlu ve sorumlu olanın en büyük kahraman edalarıyla afra tafralanmasıyla bağı var.

Bu topraklar o kadar çok suçu hasır altı etmiş durumda ki kimse başlayacak herhangi bir temizlikten kendisinin de nasibini almayacağından emin değil. Yargılanma bir türlü başlayamıyor. Çünkü bir kere başlarsa sanki kimse temiz çıkmayacak. Az ya da çok suça iştirak eden, işlenen suçlardan pay alan, talandan nemalanan o kadar büyük bir çoğunluk var ki, kendi ‘küçük’ suçlarının üstünü örtmek için büyük suçlara ve suçlulara göz yumuluyor.

15 Temmuz, yöneten iki dinci grup arasında bir paylaşım savaşıydı. Bu o kadar böyleydi ki, iki taraf da toplumu yanına çekmek, daha doğrusu toplumu cepheye sürmek için elinden geleni yaptı. Bu uğurda halkın kırılmasından medet umdu. Bunda başarılı da oldu.

Şimdilik bir taraf çatışmayı kazanmış durumda, ama diğerini tasfiye etmiş olduğunu söylemeye olanak yok. Çünkü devlet aygıtının en küçük hücresine kadar birlikte, birbirlerini kollayarak yerleşmişlerdi. Her iki grup da devleti yönettiğinden ortada olanın bir devlet krizi olduğu da açık. Öyle bir devlet krizi ki, yönetenler kendi aralarında çatışıyor ve dahası yönetme becerilerini de yitirmek üzereler.

Bu koşullara karşın, yönetilenlerin henüz en azından artık bu gruplar tarafından yönetilmek istemediklerini söylemek mümkün değil.

Nasıl oluyor da yönetilenler hâlâ bu yönetimin ardında duruyorlar? Birbiriyle bağlantılı iki açıklaması var gibi.

İlkin tabii ki, yönetilenlere daha iyi yönetilebileceklerini vaat eden bir siyasi hareket yok. En büyük aday gibi görülen CHP, her zaman ki imkân hırsızlığını gönüllüce yapıyor. CHP yönetimi iktidara talip olmamak için elinden geleni ardına koymayıp, tersine RTEakp’nin korumaya çalıştığı mevzilere destek oluyor.

Bu siyasetsizliğin toplumda karşılığını bulması da ikinci etkenle bağlantılı. AKP ile başlamış olmasa da şahikasına onun döneminde ulaşmış olan suç ortaklığı duygusu AKP’ye karşı çıkılamamasının önemli etkenlerinden biri. Mesele AKP rantına bir şekilde ortak olmak değil, AKP döneminde yaygınlaşan kuralsızlığın yarattığı ortamda şu ya da bu düzeyde suça ortak olmak.

Kapitalizmin temel pazarlama stratejilerinden biri suçluluk hissi yaratarak ihtiyaç inşa etmektir. İnsanlar, malı satın almadıklarında suçluluk duyarlar. ‘Deli gibi alışveriş yapmanın’, ‘tıkınırcasına yemenin’, ‘çılgınlar gibi eğlenmenin’ de ardında genellikle aynı his yatar.

Ansiklopedi satıcısı, “ihtiyacım yok” diyen müşteriye, “demek çocuklarının eğitimine önem vermiyorsun”, dediğinde de aynı duyguya çalışır. Haz için değil suçluluktan kurtulmak için tüketir ya insan bu düzende, ona benzer bir hal.

İktidarı desteklediğin sürece suçların göz ardı edilir, gıkın çıktığı anda ise ensende boza pişirilir ve mutlak yakalanacak bir suçun vardır ya, öyle bir durum.

AKP’nin asıl başarısı ülkeyi bir anlamda suç cennetine çevirmesinde yatıyor, denilebilir. İmar rantından vergi kaçağına, meşhur liyakate göre işten adamına göre işe kadar, toplumun her hücresine sinmiş bir suç işleme özgürlüğü. Bir milletvekilinin safça söylediği gibi ‘günah işleme özgürlüğü’.

Kimsenin gelirini doğru beyan etmediği ülkede muhalif olmak zor. Bilimsel yayın yapmayan akademisyenin doçentlik jürisinde nesnel olması mümkün değil. Kendi kullanımı için verilen ulaşım kartını teyzesine veren işçinin mitinge, açılışa gitmeyeceğim demesinin zor olması gibi.

Vicdan da suçluluk duygusundan doğuyor insan da. Demem o ki suçluluk vahşi bir öfkeyi, hıncı, düşmanlığı beslediği kadar vicdanı, ahlakı, sağduyuyu da besliyor. Yeter ki bu vicdana seslenecek, onu harekete geçirecek bir siyasi hareket olsun. Dincilerin yapıp ettiği rezilliklerin, döktükleri kanın insanlarca fark edilmediğini sanmak aymazlık olur. Yeter ki dini inancı olması gereken yere, bireye sevk edecek, aklın ilkelerini benimseyen bir siyasi hareket olsun.

Kaynak: Birgun.net