ZEYNEP YÜNCÜLER [email protected] @yunculerzeynep

Barış talep ettikleri için ''terör örgütü propagandası yapmak'' suçundan tutuklanan ve haklarında 7,5 yıla kadar hapis cezası istenen akademisyenler Muzaffer Kaya, Esra Mungan, Kıvanç Ersoy ve Meral Camcı'nın ilk duruşması da yarın Çağlayan Adliyesi 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlıyor. Akademisyenlerin avukatlarından Ceren Uysal ile davayı konuştuk.

»Muzaffer Kaya, Esra Mungan, Kıvanç Ersoy ve Meral Camcı’dan dava öncesinde bir mesaj var mı? Kendilerini nasıl hissediyorlar?
Ruh hallerini belirleyen birden çok etmen var ve bunu en doğru onlar tarif edebilir. Dayanışmaya giden herkese karşı güler yüzlüler, moral vericiler. İçeride olmalarına rağmen çoğu kez dışarıda olan bizlere oranla daha umut aşılayıcı ve üretkenler. Düzenli ziyaretçileri olduğu için günlük bir bilgi akışı sağlanıyor. Savunmalarına ya da oradaki kapalı yaşama ilişkin ihtiyaçlar da kolektif bir biçimde karşılanmaya çalışılıyor. Cezaevi kapısında nöbet tutanlara, her gün desteğe giden avukatlara, derinleşen baskı ortamında kalem oynatan köşe yazarlarına, kendilerine mektup yazıp kart atanlara, selam yollayanlara çok teşekkür ediyorlar.

»Barış bildirisinin anlamının bir kez daha altını çizsek.
2 bin 200’ü aşkın akademisyenin imzaladığı bir bildiriden söz ediyoruz. Bu bildiri metninin ne söylediğini anlamak için 8 defa okumak da gerekmiyor. Bildiri özet olarak, hükümet politikalarını eleştiriyor, ölümlerin durmasını ve barışın tesisini istiyor. Haziran ayının başından bu yana bu coğrafyada insan hayatı ile ilgili kaygısı olan herkesin az ya da çok içinden geçenleri ifade ediyor ve bir çözüm isteğini dile getiriyor.

»Bildiri sonrası yargılanma süreci nasıl başladı?
“Barış” metninin yayımlanmasının ardından, hızla ve arka arkaya açıklamalar dinlemeye başladık. Hukuksal süreç idari ve cezai olarak, bu açıklamalarla birlikte kol kola yürütüldü. Yüzlerce akademisyen ve araştırmacı bağlı bulundukları üniversitelerde hiçbir disiplin suçu işlememelerine rağmen idari soruşturmalara maruz bırakıldılar. Bu süreç da devam ediyor. Meral Camcı gibi, Muzaffer Kaya gibi bir kısmı ise doğrudan görevlerinden edildiler. Bu arada kapılarına çarpı konulanlar, evlerinde arama yapılanlar, açıkça internet aracılığı ile fotoğrafları basılarak hedef gösterilenler, kan banyosu tehditleri…
Nihayetinde Mart ayında İstanbul'da kolektif olarak düzenlenen bir basın toplantısında zaten bu sürecin bütün bilançosu açıklandı ve barış isteği yinelenerek aslında bildirinin yüksek sesle boğulmak istenen temel amacı olan "barışın talebi" de tekrar hatırlatılmış oldu. Bu basın toplantısının ardından ise bu toplantıda basın metnini okuyan 4 akademisyen için tutuklama ve dava açılması ile sonuçlanan süreç başladı.

»Mungan, Ersoy ve Kaya emniyete kendileri başvurmadı mı?
Evet, haklarında yakalama işlemi olduğunu duydukduktan sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne kendileri başvurdular. Camcı ise yurtdışından, hem de diğer 3 kişinin tutuklanmış olmasına ve kendisi hakkında da benzer bir karar alınmasının kuvvetle muhtemel olduğu bilgisine rağmen döndü. Dosyanın tek delili bildiri metni ve basın açıklamasıydı. Bunlar da değiştirilemez, silinemez, yok edilemez bir şekilde dosyanın içindeydi. Yerleri-yurtları belliydi. Tutuklanmalarını gerektirir ortada elle tutulur tek bir neden yoktu. Ancak tutuklandılar ve tüm itirazlarımıza rağmen hala tutuklular.



»Yöneltilen suçlamanın hukuki açıdan ve tabii bu suçun da akademisyenlerin yaptığı eylemle ilişkisi, karşılığı ne olur?
Akademisyenlere yöneltilen tek bir suçlama söz konusu. Akademisyenler Terörle Mücadele Kanunu'nun 7/2 maddesi uyarınca "terör örgütü propagandası" yapmakla yargılanıyorlar. Ancak sorun şu ki, salt barış diyen ve ölümlerin durmasını isteyen bir bildiri ile bu propagandayı nasıl yaptıklarını açıklayan bir gerekçe ile henüz karşılaşamadık. İddianamenin satır aralarından anlaşılan; bildiri metninde örgüte yönelik bir eleştiri cümlesinin yer almaması ve müvekkillerin düzenledikleri basın toplantısı da bu suçu işlemekte ısrar olarak nitelendirilmiş. Bu anlamda bir ilk ile karşılaştığımız söylenebilir. Akademisyenler, söyledikleri sözler nedeniyle değil, söylemedikleri sözler nedeniyle yargılanıyorlar. Bu tür bir yorum; düşünce ve ifade özgürlüğüne çok yönlü bir saldırıya da işaret ediyor. Başarısız bir zihin okuma faaliyeti ile karşı karşıyayız.

»Ortada suç olmamasına rağmen akademisyenlere yönelik "cadı avı" devam ediyor. Hangi yasa buna izin veriyor?
İşin idari soruşturma boyutu tam anlamı ile evlere şenlik. Anayasa Mahkemesi'ninilgili kararına rağmen YÖK kendini yasa koyucu yerine koyarak bir talimatla, Devlet Memurları Kanunu çerçevesinde işlem yapılmasını buyurdu. Ancak üniversitelerdeki uygulamalar türlü türevli oldu. Örneğin Nişantaşı Üniversitesi övünerek, "disiplin soruşturması bile açmadık, biz direk işten attık" dedi. Bir baktık ki, bırakın İdare Hukuku'nu İş Hukuku'nu dahi ciddiye almamışlar, idari hizmet sözleşmesindeki yok hükmünde olan bir madde üzerinden işlem yapmışlar. Bir üniversite Devlet Memurları Kanunu üzerinden giderken, bir başkası, yürürlükten kalkmış yönetmelik üzerinden hareket etti. Bu arada başka bir üniversite ise "inceledik ama size uygulayacak mevzuat bulamadık" minvalinde bir yanıt ile soruşturma sürecini kapatmış oldu.

»Peki bu kadar ‘hukuksuz işleyen’ davaya destek veren avukatlardan biri olarak siz nasıl bir mücadele içindesiniz ilk duruşmadan beklentiniz ne?
Hukukun rafa kalktığını her gün daha fazla hissettiğimiz ve dahası keyfiliğin, siyasiliğin eskiye oranla kat kat daha belirgin olduğu bir ortamda, dosyadan teknik hukuki sonuç çıkarmak, bu bağlamda bir öngörüde bulunmak hiç de anlamlı gelmiyor. Söylenebilecek tek söz hukuki bir yargılama olduğu koşulda, 22 Nisan'da akademisyenlerin serbest kalmaması için hiçbir neden olmadığı. Duruşmada elbette öncelikli hedefimiz tahliye ancak, kanımızca bu dava derhal beraati gerektirecek kadar hukuki dayanaktan yoksun. Bu aşamada sadece çok yönlü olarak savunma hazırlıklarımızın sürdüğünü belirtmekle yetineyim.

»Duruşma sonrası, sonuç ne olursa olsun, meseleye nasıl bakmalıyız?
22 Nisan’da sonuç ne olursa olsun, gerek bildiri yayınlandıktan sonra yaşananlar, gerekse tutuklamalar sonrası tutuklu akademisyenlerin dışarıya verdikleri güler yüzlü mesajlar aslında bu davanın çoktan kazanıldığını açıkça ortaya koyuyor. Bize düşen de işte gerçekten bu umudu, inancı, samimiyeti savunmak. Bütün bunlar korkunun ve baskının panzehri. Aksini düşünmek için hiçbir neden yok. Eninde sonunda yarın hafızalarda neyin kalacağını da, neyin tarih sahnesinden silineceğini de biliyoruz.

Kaynak: Birgun.net