‘Sivil’ severlik macerası, son yirmi yılda hayli evrim geçirmiş olsa da, devam ediyor; tehlikeli bir yolculuğa doğru. Nasıl?

Sivil cemaat(1997)
Ortaya çıkışları çok öncesine dayansa da, 28 Şubat sürecinde Cemaat(ler)’in niteliğine dair tartışmaları hatırlayalım.
Dayatılmak istenen görüş: Cemaat bir sivil toplum örgütüdür.
Karşı görüş: Cemaat bir sivil toplum örgütü (STÖ) değil; çünkü STÖ’nün ölçütleri var: Üye olma, örgütün işleyişi ve üyelikten ayrılma, hukuk kurallarına göre ve saydam biçimde cereyan eder.
Bu gerçek ve açıklamalar, cemaati sivil toplum örgütü olarak niteleyenlerce göz ve kulak ardı edildiği gibi; tam tersine, “Cemaat STÖ değil” diyenler, demokrat olmamakla eleştiriliyordu. Sözün özü, kendilerini ‘28 Şubat süreci mağduru’ olarak görenler için, cemaat-sivil toplum özdeşliği, demokrat olmanın da ölçütü idi.

Sivil anayasa (2007)
Cemaat adı altındaki örgütlenme ve faaliyetlere ‘sivil’ sıfatı vermekte ısrar eden çevreler, bu kez aynı sıfatı anayasa için kullanmaya başladı; anayasa, doğası gereği sivil olduğu halde. Nasıl ki, yine doğası gereği dünyevi bir metin olduğu halde, ‘dünyevi anayasa’ deyimi kullanılmıyorsa, ‘sivil anayasa’ da, anayasa hukukuna yabancı bir kavram. Anayasalar için daha çok, liberal, sosyalist ve demokratik vb nitelemeler yapılır.
Ne var ki, 2007’de Prof. Özbudun’a -bir heyet eşliğinde- hazırlatılan ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın ‘milli irade’ söylemiyle parlatılan ‘sivil anayasa’ adı verilen metin, yine aynı kurmayları tarafından çok çabuk yok edildi.
2010’larda ise, ‘sivil’ olan da artık çok gerilerde kaldı; hatta aynı partiden TBMM Başkanı, ‘dini anayasa’ talebini dillendirmekte bir sakınca görmedi.
Bu eşiğe gelinceye kadar tezgâhlanan ve -sonradan- ‘kumpas’ denen toplu davalar, ne Anayasa’dan ne de askeri yapıdan kaynaklanıyordu.
Aynı dönemde, ‘laik anayasal düzeni’ değersizleştirme gayretleri o denli uzağa götürüldü ki, laiklik savunuculuğu bile demokrat olmamakla eş görülür oldu. ‘Anayasasızlaştırma’ sürecinin itici gücü de, yine Anayasa’nın en üst düzeydeki muhatapları oldu.

Sivil ordu (2016)
15 Temmuz gecesi başarısız darbe girişiminin ikinci haftasında bu kez, Orduyu ‘sivil’leştirme gündeme geldi. Bu ne demek? Darbe girişiminin önlenmesi ne denli ciddi çalışmaları gerekli kılıyorsa, böyle bir öneri de o denli gayri ciddi ve samimi değil.
Çünkü ordu, doğası gereği ‘askeri’ olup, kendine özgü kurallara sahip; haliyle ne sivil, ne de siyasi. Mesela, hiyerarşi-hiyerarşik ilişki-hiyerarşik yapı, askeriyeden ödünç alınan çıkan kavramlar. Ulusal savunma amacıyla oluşturulan yapı, meslekî uzmanlığı da beraberinde getirmekte. Savunmanın gerekleri, bunu meslek edinmiş kişiler ve yetkin uzmanlarca ortaya konur. Bu nedenle, özerk bir yapı, ulusal savunmanın doğası gereğidir.
Askeriyenin siyasal ve yargısal denetime bağlı olması ile siyasal organlara bağlılığı, farklı durumlar. Hukuk devletinde bütün siyasal ve anayasal organlar, denetlenebilir ve hesap verebilir konumda olmalı.
Silahlı kuvvetler, bütçe payı ve harcamalarıyla denetime tabi olmalı; siyasal iradeye bağlı olmalı; ama özerk statüsü korunmalı.
Şu sorunun yanıtı, siyasal bakış açısıyla değil, bilimsel yaklaşımla aranmalı: Darbe girişimi, TSK iç dinamiklerinin bir ürünü mü, yoksa –liyakatı ve hukuku yok sayan- din (cemaat) ve siyaset ittifakının neden olduğu çürümüşlüğün sonucu mu?
Darbe girişimi, rejim değişikliği operasyonu için bir fırsat olarak görülmemeli. Bu konu ayrıca tartışılmalı. Zira siyasal rejim hangisi olursa olsun, askeriyenin siyasallaştırılması, uzun dönemde, iç savaş riskini de beraberinde getirir.
Sonuç olarak; sivil ile dini olan birbirinden farklı olduğu gibi, siyasal ile askeri olan da farklı. Ya anayasa? Toplum üyelerinin, sivil, demokratik ve dinsel özgürlüklerinin olduğu kadar, siyasal ve askeri yapıların ‘görev+yetki+sorumluluk’ çerçevesinin de güvencelerini ortaya koyar.
Bunları dikkate almayan, 150 yıllık olarak nitelenen sorunu 150 saatte çözme girişimi, sorumsuz ve fırsatçı, hatta tehlikeli bir yaklaşım. Kullanılan araç da meşru değil; çünkü bütün bunlar, TBMM dışlanarak ve Anayasa’ya aykırılığı açık olan OHAL KHK’lar ile kotarılmaya çalışılıyor.
Özetle, anayasal düzenin silah zoruyla kaldırılma girişimini önlemenin yolu, anayasa dışı araçlar olmamalı(ydı).

Kaynak: Birgun.net