Darbe girişimi öncesi ya da sonrası fark etmiyor. AKP, Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemini toplumun geneline yayma konusunda çok başarılı oldu. Özellikle darbe girişimi sonrası yapılan açıklamaların neredeyse tümü inanç alanına ait kavramlarla dile getiriliyor, farkındasınızdır. Bunu yapmayan yok neredeyse. Cemaati yıllarca destekleyen, ama iktidarın hedefi olduğunda, aman dileme çabasıyla gazetelere sayfa sayfa ilan veren malum holding Cumhurbaşkanı’ndan “helallik” istiyor, Recep Tayyip Erdoğan cemaat tarafından aldatıldığını açıklayıp “Rabbimden af diliyorum” diyor.

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü görevinden ayrılırken Bülent Arınç da Başbakanlık muhabirlerinden, Başbakanlığı sırasında Ahmet Davutoğlu da bir Eyüp Sultan ziyaretinde “milletten” helallik talep etmişti. Mezarötesi anlayışların söylemi hiç bu kadar girmemişti yaşamımıza.

Müslüman bir ülkede bunda yadırganacak ne var denebilir elbette. Laiklik de nasılsa berhava olmuşken bu artık çok doğal bir tutum kimileri için. Bunları duymaktan kişisel olarak bir sıkıntım yok benim. Ancak “özür”ün yerini “helallik”in alması, hesap kitabın Ruz-i mahşer’e bırakılması, bu söylemlerin toplumsal/dünyevi hesap vermenin yerini aldığını da gösteriyor. Tatsız olan bu.

Şimdi hiç kimse “ben de kandırıldım” diyen Erdoğan’dan, bu “kandırılmanın” topluma ödettiği bedellerin hesabını, mevcut hukuk dairesi içinde vermesini isteyemeyecek. Çünkü imanlılar arasındaki ilişkileri düzenlemede başvurulan inanç alanına ait kavramlarla “bunu zaten yaptığı” için, “millet” bununla yetinecek. Aradığımız hukuktur oysa. Kişisel olarak başbakana istediği helallik’i vermek istemeyenler için bir hukuk olmalıdır.

İslam Peygamberi artık iyice sonuna geldiğini hissettiği yaşamının son günlerinden birinde ayağa kalkacak kadar toparlandığında cemaati toplayıp onlardan helallik istemiştir, malum. Erdoğan’ın da, Davutoğlu’nun da, Arınç’ın da, o malum holdingin sahibinin de peygamber gibi davranmaları beklenirdi haliyle. Peygamber, helalliği, “Ey insanlar! Sizden ayrılma vaktim oldukça yaklaşmıştır! Sizden birine vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun! Birinizin malını almışsam, gelsin, hakkını alsın!” sözleriyle istemiştir derler. Söz ettiğim zatların da Berkin Elvan’ın annesinden, kıyıma kurban giden Sur, Cizre halkından, aynı sözlerle helallik istemeleri gerekirdi o halde. Peygamber tavrı budur madem, başta Erdoğan olmak üzere tüm sorumlu zevat yarattıkları trajedilerin kurbanlarından “gelip sırtlarına” vurmalarını da istemeliler. Madem bu kavramlarla konuşuyoruz, madem hukukun gerektirdiği hesap verilirliğin yerini mezarötesi kavramların vicdan rahatlatıcılığı alıyor, buyurun bunu da yapın.

Özellikle peygamberin hellallikte adeta kısasa kısastan yana olması, “ben ne yaptıysam siz de bana onu yapın” demesi, hesap verilirliği sözde bırakmadığını gösteriyor. Nitekim aynı cemaatten biri kendisine “üç dirhem borcu” olduğunu hatırlattığında borcunu ödemiştir de o anda. Erdoğan ile zihin akrabaları “helallik”i sadece talep ederek kendi vicdanlarını rahatlatıp, dolayısıyla sorumluluklarından sıyrılmış da oluyorlar. Yani helallik isterken bile “eksikler”.

Kavramın anlamını iyice değiştirip incitici tavırlarının muhatabından özür dilemek yerine “helallik” isteyenlerin durumu ise daha bir tuhaf. Helallik isteğinin, isteyenin ahiretini kurtarmaya yönelik bir çaba olduğu su götürmez. Karşısındakinden özür dileniyor değildir böyle yapıldığında, burada kendisini kurtarmaya yönelik “bencil” bir istek vardır. Özür dilemeyi de yüzüne gözüne bulaştıran bir imanlı tipiyle AKP döneminde karşılaşmış olduk.

Çok açıktır ki bunların yeri, zamanı var. İnanç alanına ait kavramların, iman sahibinin Allah’tan af dilemesinin vesilesi olmasında bir zarar yok. Bir imanlı benden “helallik” isterse, üzerimde hakkı var mı, yok mu umurumda olmasa da, (anlamam da zaten) “helal ediyorum” derim. Dediğim de oldu. Madem öbür tarafa benim haklarımla gideceğine, bunun da çok kötü olacağına inanıyor, rahatlasın işte, ne var? Ama benden “özür” dilemesini gerektiren bir kalp kırıklığına yol açmışsa muhatabım, Allah’a vereceği hesabın dışında benim de gönlümü almalıdır, malıma zarar vermişse ödemelidir, beni haksız yere mahkûm ettiyse o da bu yüzden cezalandırılmalıdır. Hakları “helal etmekle” onu Allah karşısında zor durumdan kurtarmış oluyorum, eyvallah, iyi de benim durumum ne olacak peki?

Milletçe hakkımızı Erdoğan’a helal ederek ahiretini kurtaralım, ona da tamam. Beni özgürlüklerimden yoksun eden, sokaklarında yandaşlarına hedef gösteren biri olarak benim gibilerden “özür dilemesi” gerekmez mi? (“Milletimden özür diliyorum” dediğini anımsatanlara cümlede yer alan “millet”in dışında tutulduğumuzu söylemeye gerekl tabii).. Fethullah Gülen’e yaptığı yardımlar için “milletten af” istemesi bir suçun itirafı değil midir? Bizim yapıp ettiklerimize “hukukla” karşı çıkılacak, kendilerinki ise “helallik”le geçiştirilecek. Yok böyle bir şey.

Yine de benden helallik istemekte ısrarlılarsa tek bir şartım var ama:

“Sırtlarına mutlaka vurmalıyım”.

Kaynak: Birgun.net