15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından, yanıtsız pek çok soruyu da didikleyerek, analizler yapılıyor. Aslında ne oldu, neden oldu, ne olacaktı da olmadı, arkasında kim var, en öndeki kim, askerin üstünde de bir sivil mi var, vs. vs. …

“Aslında ne oldu”ğuna dair benim de düşüncelerim var. Ancak, şimdi, ne olduğu konusunda farklı açıklamalarımızın olması, bundan böyle ne yapmamız gerektiği ve ne yapacağımız konusunda anlaşıyorsak, o kadar da önemli değil.

Ne olduğuna dair açıklamanızın doğru olması önemli. Ama daha önemlisi, şimdi ne yapacağız sorusuna doğru cevabı verebilmek. Bunu yapabiliyorsak, ne yapmamız gerektiği konusunda ortaklaşabiliyorsak, ne olduğuna dair tartışmaları akademik düzeyde daha uzun süre sürdürebiliriz.

Ne olduğu konusunda elinde hepimizden çok veri olan iktidarın da, soruya tam ve net bir yanıt veremediği, bir bocalama içinde olduğu görülüyor. YAŞ kararlarına ve TSK’nin üst komuta kademesinin aynen yerinde kalmasına bakılırsa, sanki 15 Temmuz hiç olmamış! Darbe fiiline katılmamış olmak sizi bir suçtan muaf tutar, ancak hemen yanı başınızda darbe pişirilmiş olması, altınıza hâkim olamamanız “komutan”da olamadığınız anlamına gelir.
İktidar ve Saray, belki de olağanüstü bir sıkışmışlık ve çaresizlik içinde, yaşananlara reaksiyon olarak kararlar alıyor.

Erdoğan, Meclis Başkanlık Divanı üyelerinin ziyareti sırasında, sivilleşmenin hayata geçirilebilmesi için, MİT ve Genelkurmay’ın Cumhurbaşkanı’na, kuvvet komutanlarının da Savunma Bakanı’na bağlanmasını önerdi.
Böylesi bir sivilleşmenin darbeleri önleyebileceği düşüncesi, doğrudan 15 Temmuz girişimi tarafından yanlışlandı. Bu darbeyi “askeri” sayıp orduya dair yalap şalap kararlar alanlar, şimdi FETÖ dedikleri “cemaat”i bir “sivil” güç olarak yıllardır kutsadılar. Bugün de, darbenin Türkiye’deki bir numarasının “sivil” olduğunu ileri sürüyorlar.


Tek başına sivillik, demokrat ve özgürlükçü olmadıkça, darbelere karşı garanti falan değil.

Genelkurmay’ı Cumhurbaşkanı’na, kuvvet komutanlarını MSB’ye bağlayarak gücün dağıtımından medet umuluyorsa, bu da Saray’ın şimdiye kadarki söylemine ters. Başkanlık sisteminde ısrar edilirken, gücün bir elde toplanmasının faydaları anlatılıyordu.

Geçen gün de yazmıştım; “Gücün bir elde toplanmayıp yaygınlaştırılması, şeffaflaştırılıp birbirinden bağımsız erkler arasında dağıtılması, kısacası demokratikleşme, darbeleri düşünülmez kılmanın da en kesin yoludur.”
Şimdi, bizim yapacağımız şey de bunu savunmak. Darbeye tereddütsüz karşı çıkarken, sivillik adına darbe olmuş gibi davranılmasına izin vermemek. “Darbeden kurtulup, demokraside boğulmayı” kabul etmemek!
Toplumu, darbeden kurtulduktan sonra, razı edecek şey korku ve umutsuzluktur. O halde, şimdi yapacağımız şey, korkuya karşı cesareti, umutsuzluğa karşı umudu öne çıkarmaktır.
Mademki, iktidar darbenin meydanlarda ve vatandaşların direnişiyle engellendiğini kabul ediyor; baskıyı, şiddeti, hukuksuzluğu, işkenceyi, cadı avını engellemenin yolu da direnmekten geçiyor. 15 Temmuz, direnmenin bir hak olduğunu, bunu kabul etmeyenlere de kanıtlamış olmalı!

İnsan haklarını, hukuku, temel hak ve özgürlükleri herkes için savunmak bu gazetenin her zaman yaptığı şeydi. BirGün’ün şimdi yapacağı da budur. Sonuna kadar gerçeğin sesi olmaya, kamu adına iktidarı denetleme görevini sürdürmeye, hak ihlallerine dikkat çekmeye, demokrasi talep etmeye devam edeceğiz.

Şimdi; laiklik, demokrasi, özgürlükten yana herkesin yapacağı da bu! Darbeyi defetmek adına, darbe sonrası getirilebilecek düzene benzer bir düzeni asla kabul etmeyecek milyonlar olduğunu gösterecek meydanlarımız olmalı. Taksim gibi meydanlar!

Darbeleri istemediğimizi ve asla kabul etmeyeceğimizi haykırırken, neyi istediğimizi de ilan edeceğimiz, hepimizin eşit ve özgür yurttaşlar olarak bir arada yaşama özlem ve iradesinin yansıtılacağı meydanlar… İzmir’de, Ankara’da, Diyarbakır’da ve daha başka yerlerde…

Kaynak: Birgun.net