Patricio Aylwin Azocar, 97 yaşında öldü. Ülkesi Şili’nin faşist Augusto Pinochet rejiminin sona erip demokrasiye geçişindeki en önemli figürdü. 17 yıl sürmüş korkunç bir baskı rejiminin ardından 1989’da cumhurbaşkanlığına seçilen ilk sivildi.

Önce demokrat

Ben de birçok kişi gibi onu Şili devlet televizyonunda faşist Pinochet rejiminin kurbanlarının yakınlarından özür dilerken döktüğü gözyaşlarıyla anımsıyorum. “Siyaseten”, “mezhepçi”, “tek taraflı” gözyaşları değildi döktüğü. Öyle olsaydı sadece ağlamakla kalır, faşist rejimin sorumlularını yargı önüne getirmek için çabalamazdı. 12 cuntasının şefi Kenan Evren’in hesap veremeden gidişini bilen herkes Erdoğan’ın “en genç kaybımız” Erdal Eren için sergilediği gözyaşı şovunu ne kadar plastik bulmuştu anımsatırım.

1918’de başkent Santiago’nu batısındaki Vina del Mar’da dogdu Aylwin. Soyadı İspanyol soyadı değil. İskoç atalarından miras bir soyadı bu. Aylwin, kendisini bir Hıristiyan demokrat olarak tanımlıyordu. Zaten aynı adı taşıyan partinin de uzun yıllar başkanlığını yapmıştı. Demokratlığı, Hıristiyanlığından daha baskındı tabii ki. Bizdeki sözde “Müslüman demokratların” demokratlıklarından(!) çok Müslümanlıklarının ağır basmasından ne kadar farklı bir tutum.

Yüksek Mahkeme Başkanı olan babası gibi hukuk öğrenimi gördü Aylwin de. 1965’de Hıristiyan Demokratik Parti’den senatoya girdi. Yedi kez de bu partinin başkanlığına seçildi.

Birleştirici lider

1970’de Salvatore Allende iktidara gelince ülkede hızlı bir “millileştirme” başladı. Yoksullara toprak dağıtıldı. Ancak, ABD kaynaklı siyasi baskıların yanı sıra ekonomik baskılar sonucu ülkede orta sınıfın şikayetleri artınca ordu için bu 1973 darbesi için gerekçe yapıldı. General Augusto Pinochet ile üç general yönetime el koydu. Şili Hava Kuvvetleri’ne bağlı savaş uçaklarının bombaladığı başkanlık sarayında bulunan Başkan Allende darbecilere teslim olmaktansa canına kıymayı tercih etti.

Darbe sırasında ne tür bir tutum aldığını bilmiyoruz Aylwin’in. Cuntanın Hıristiyan Demokratlar’ı yeni dönem için “makbul” ettiklerini biliyoruz tabii. Aylwin’in, Pinochet’nin ömür boyu başkan kalma niyetinde olduğunu anladığı andan itibaren muhalif saflara geçtiği söylenir. Bu muhalefeti açıkça yaptığı iddia edilemez tabii ama geçiş dönemini kolaylaştıran biraz da Aylwin’in ülkenin merkez soluyla ılımlılarını birleştirmesidir denir. Bu konudaki çabaları, cuntaya karşı hoşnutsuzluğunu daha sonraki yıllarda hiç saklamaması, faşizmden demokrasiye geçirilirken 1989’da 71 yaşında yüzde 55.2 oy oranıyla Cumhurbaşkanı olmasına yol açtı.

Cumhurbaşkanlığı döneminde yaptıkları çok önemlidir. Çünkü cunta rejimi sona ermekle beraber Pinochet’nin 1980 anayasası yürürlükteydi hala. Bu anayasa faşist lidere sekiz yıl boyunca ordunun başında kalmasına, ardından da senatör olmasına olanak sağlıyordu.

Aylwin bu sorunu çözmek için mücadele etmekten çekinmedi. Ayrıca kamuoyunun Pinochet yasalarının değiştirilmesi, başta uğursuz Pinochet olmak üzere tüm cuntacıların yargılanması talebiyle de karşı karşıyaydı. Bu konuda harekete geçti ancak ordunun direnişiyle karşılaştı. Ordu, yeni kurulacak hükümette kendilerinin de söz hakkı olmasını istiyordu.

O başlattı dünya takip etti

Aylwin tüm risklerine karşın orduya direndi. Direnmekle kalmadı, daha sonra başta Güney Afrika olmak üzere birçok ülkede benzerleri oluşturulan “Hakikat ve Uzlaşma Komitesi”ni kurdu. Cuntanın insan hakları ihlallerini araştıran komitenin hazırladığı bir raporda 3 bin 200 kişinin Pinochet rejimince öldürüldüğü belirtiliyordu. Televizyonda ağlayarak okuduğu rapor budur. Gözyaşları içinde “Şili devleti” adına kurban yakınlarından özür dilemişti. Pinochet’yi de, adalet karşısına çıkaramadı ama 1998’de ordunun başından uzaklaştırdı.

Aylwin’in belki de dünya çapında saygı kazanmasına yol açan girişimi, insan hakları ihlallerini araştırma amacıyla Hakikat ve Uzlaşma Komitesi’ni kurmak oldu. Komite aracılığıyla, yüzleşmekten kaçınmayan, kendisi ile arkadaşlarının sorumlusu olmadığı dönemler de işlense de, devlet adına işlenen hiçbir suçu saklamayan tutumu, “toplumsal barış”ın sağlanması konusunda örnek kabul edildi.

Aylwin bu nedenle sadece ülkesinde değil, tüm dünyada büyük bir “demokrat” olarak hep saygı gördü. İtibarını ülkesinin ceza yasalarıyla değil, demokratlığıyla koruyan biriydi. Kamuoyu önünde bir kere ağladığına tanık olundu, o kadar. Sadece bir kere.

Kaynak: Birgun.net