Aysel Sağır

Şiddetsiz bir direniş mümkün müdür? Münasebetsiz bir soru gibi anlaşılabilir. Hele hele yaşadığımız coğrafya başta olmak üzere şiddet dört bir tarafta kol gezerken, şiddetsiz bir direnişten bahsetmek ütopya sınırlarını zorluyor gibi gözükebilir. Ancak katı gerçekliğe teslim olmamakta her zaman fayda var. Zira şiddetsiz direniş mümkün. Tarihte de zaten bunun örnekleri var. Her şeyden önemlisi şiddetsizlikle ilgili büyük düşünürlerin felsefesi var. Gandi’nin, Martin Luther King’in bunu başardığı düşünülürse…

Felsefeci Todd May, Şiddetsiz Direniş adlı ayrıntılı çalışmasıyla şiddetsizliğin nasıl mümkün olabileceğini gösteriyor. Elbette ki bunu sadece felsefi yapılandırma düzeyinde sunmuyor. Tarihten, güncel durumlardan örnekler May’in düşüncelerini yeterince besliyor. Buna örnek olarak ise, Mısır’daki Tahrir Meydanı, New York’taki Occupy başı çekiyor. Ancak şiddetle, şiddetsizlik arasındaki mesafe çok yakın. Şiddetsizlik adına yapılan her hangi bir girişim kolayca şiddette dönüşebilir mesela. Tabii burada söz konusu eylemin dinamikleri çok önemli. Zira şiddetsizlik şiddettin yoksunluğundan ibaret bir şey değil. Aksine onu içeriyor. “Şiddetsizlik bir eylem türüdür ya da daha iyi bir tabirle, mevcut –siyasi, ekonomik ya da toplumsal- düzenlemeler bütününe meydan okumayı amaçlayan değişik eylemler silsilesidir” diyor May.

Haysiyet, eşitlik…

Aslında şiddetsizliğin gerçek olabilmesi için öncelikle bu kavramın dolaşımda olması, zihinlerde kendisine genişçe bir yer açması gerekiyor. Tabii bu o kadar kolay bir şey değil. Şiddetsizliğin dinamikleri var. Şunun altını çizmekte fayda var; şiddetsizlik derken, basit bir temenniden hareket etmiyor May. İnsanın, toplumların evriminden, yaşanan olaylardan, tarihe mal olmuş şiddetsiz kazanımlardan yola çıkarak derinlikli bir analiz yapıyor. Felsefesini de böylelikle başkalarının yaşamına, varlığına, haysiyetine saygı duyma üzerinde inşa ediyor. Şiddetsizliğin dinamiklerini de asıl olarak bunlar oluşturuyor. Durum böyle olunca da, çatışmanın olduğu yerde ikna yöntemi giriyor devreye. Ancak iknanın ardından gelenin şiddet olduğu unutulmasın. Tam da burada, Gandi bakış açısı yetişiyor imdada. Zira yaşanmış örnekler var. Gandi’nin şiddetsizlik yöntemini analiz eden May, birçok düşünürün Gandi’ye yönelik incelemesini çarpıştırarak okura da konuyla ilgili fikir yürütme olanağı sunuyor. İki tarafın, -yani hasımların- temel birkaç var oluş noktalarına hassas olunduğunda ise şiddetsizlik kendine bir yol bulabiliyor.

Şöyle ki, şiddetsizliğin en temel dinamiklerinden birini de haysiyet oluşturuyor. Zira haysiyet ve eşitlik, şiddetin önüne geçerek onun yapısını bozuyor. “Bu da demektir ki, şiddetsiz faaliyet, başkalarına onların haysiyetine saygı duyacak ve eşitliğini varsayacak biçimde yaklaşır. Ötekinin haysiyeti ve eşitliği önemli ve saygı duyulan şeylerdir.” Ama şöyle bir soru da hemen öne fırlamakta gecikmiyor; iki tarafın da aynı hassasiyete sahip olmadığı durumda bu ne kadar mümkündür? “Şiddetsizlikte değer olarak haysiyetin aynı madalyonun iki yüzü olduğunu söyleyebiliriz. Bir tarafta, şiddetsizliğin saygı duyması gereken haysiyet, diğer tarafta ise buna saygı gösteren haysiyetli davranış mevcuttur… Şiddetsizlik, haysiyetin saygı vasıtasıyla dışavurumudur.”

Ezici desteğe rağmen

Yukarıda da belirtildiği gibi şiddetsizliğin ikinci büyük ayağında da eşitlik bulunuyor. Ancak bunun nasıl bir eşitlik olduğu önemli. Şiddetsiz eylemdeki eşitliği “hem etik hem de siyasi bir kavram” olarak okumak gerekiyor ilkin. Düşünür burada Kant’a başvurarak “rasyonel bir varlığa, salt araç olarak değil, aynı zamanda amaç olarak davranmak” gerektiği üzerinde duruyor. Kant’ın izinden giderek şöyle diyor; “kişi eğer rasyonel olması temelinde sahip olduğu içkin değere göre muamele görüyorsa bu değere herkesle eşit ölçüde sahipmişçesine muamele görmeli ve başkalarına bu şekilde görmesi temelindeki içkin değeri öteki rasyonel varlıklarla eşit olduğundan; kişi, ötekileri kendisiyle eşit derecede içkin değere sahip olarak görür demektir.”

Düşünür, bir hayli dolambaçlı yollarda yürüyerek, şiddetsiz eylemin nasıl mümkün olabileceğini hem düşünsel hem de fiili olarak görünür kıldıktan sonra, incelemesi süresince oluşan soruları yanıtlarcasına günümüz dünyasına geliyor. Elbette ki, şiddetti ağırlıklı bir yöntem olarak benimsemiş, ezici bir polis ve ordu desteğine sahip olan neoliberal sisteme karşı şiddetsiz karşı koyuşun bir hükmü olmayacağı geliyor insanın aklına. Ama öyle değil. Aksine, onların yöntemleriyle karşı koymak şiddeti meşru bir durum haline getirerek, sistemin saldırılarını daha da besliyor. Tam da burada, “çevremizi saran ve hayatlarımıza nüfuz eden çok sayıdaki baskıcı kurum ve faaliyetleri nasıl alaşağı edeceğimizi sormak yerine, atlarını nasıl oymamız gerektiği” konusunda düşünüp harekete geçmek gerekiyor. Bilinen bir gerçeği bir kez daha tekrarlamak yararlı olabilir; zorbalığı alt etmenin yolu aynı araçları kullanmamaktan geçiyor.

Kaynak: Birgun.net