BERNA ATAOĞLU [email protected]

Şiddet! Kadına yönelik, erkeğe yönelik, insana yönelik, hayvana yönelik... Şiddet, her yanımızı sarmış. Dilimize, dinimize, davranışlarımıza, düşüncelerimize öyle bir işlemiş ki biz yaşadıkça onu da yaşattığımızı göremez hale gelmişiz. Hep bir başkasını suçlamış, kurtuluşu da bir mucizeye veya yine bir başkasına bağlamışız. Kendimizle yüzleşmekten kaçmış, hep ‘’ onların’’ başına gelenlerin ortasında kaldığımızı, bu yaranın ‘’bizi’’ de kanattığını görmezden gelmişiz. ‘’ Biz ‘’ ve ‘’ onlar ‘’ derken bile bir başka şiddeti yeniden ürettiğimizin farkına bile varmamışız, varmıyoruz!

Zehra İpşiroğlu’nun Duygu Asena ödülü alan ve E yayınlarından çıkan yarı belgesel romanı ‘’ Haneye Tecavüz ‘’ ü okuyunca önce kendiyle yüzleşme sürecine giriyor insan. Altı kadın ve bir trans birey gerçek, gündelik hikayelerini monologlar halinde anlatıyor .Okurken kendi hayatlarımızla bağlantılar kuruyor ve görmediğimiz, görmekten kaçtığımız gerçekleri karşımızda buluyoruz. Benim başıma gelmez dediğimiz şeylerin tam da ortasında olabileceğimizi ve kurtuldum diyenlerimizin bile aslında kurtuluşa izin vermeyen döngüyü nasıl beslediğini fark ediyoruz.

Susanlar, korkanlar, kapana sıkışanlar, kaçanlar, yüzleşenler, ölenler, öldürülenler, kurtulanlar bu kitabın içinde. Birbiri içine geçmiş ,birbirlerinin hayatına dokunmuş yedi hikaye... Çilem, Serpil(Kadife),Yıldız(Yıldırım), Serra, Sibel, Hazal(Roja), Özlem kendi hikayelerini anlatıyor bizimle sohbet ediyorlar. Yaşananların özü gerçek belgelere dayanıyor, kurgu İpşiroğlu’na ait. Kitap bir solukta okunan on bir bölümden oluşuyor. Sadece bu kişilerin kendi hikayelerine değil onları çevreleyen zihniyetlere de değiniliyor. Her bölümün başında kadınların hikayelerine etki eden erkekler de konuşturulmuş. Herkes kendi açısından kendini anlatıyor ve biz böylece hem kişilerin kendi hayatlarına bakışını hem de onları çevreleyen ve şekillendiren düşünce kalıplarını görebiliyoruz. Kitaba, söz konusu hikayelerin yer aldığı sosyal medya bloguna yazılanlardan oluşan bir bölüm de eklenmiş. Bu bölümde toplumdaki her kesimden insanın düşüncelerine yer verilmiş. Monologlar gündelik ve sade bir dille yazılmış. Aslında her gün duyduğumuz, gördüğümüz, yaşadığımız, söylediğimiz şeylerden bir seçki yapılmış. Normalleştirdiğimiz bunca şeyin şiddeti nasıl ilmek ilmek ördüğünün farkına varalım ve özellikle doğal kabul ettiklerimizi sorgulayalım isteniyor.

Okurken bazen kişilerle özdeşleşiyor acılarını hissediyoruz bazen de dışarıdan hem onların hayatları hem kendi hayatlarımız hakkında sorular soruyoruz. Ne oluyor da kurtulamıyoruz bizi çevreleyen bu şiddetten? Kim bize ne yapıyor? Biz kendimize ne yapıyoruz? Bu döngüden nasıl çıkılır? Kadın olarak, erkek olarak neleri yanlış yapıyoruz? Kurtuluş nerede? Tüm bu soruları sordurmaya başlatması açısından bile iyileştirici bir kitap. Toplumsal cinsiyet konusunda bir çok çalışma üretmiş olan İpşiroğlu içselleştirdiğimiz bu normların yanlışlığını bir kez daha vuruyor yüzümüze. Düşünün diyor bir nevi, etrafınızda, içinizde, hayatınızda, ülkenizde, ailenizde neler olduğunu bir düşünün. Ve işte esas hikaye tam da kitabı bitirdiğiniz anda başlıyor. ‘’ Ben bu çemberin neresindeyim’i düşünmeye başladığınızda...

Berna Ataoğlu'nun diğer yazıları:

İroninin de böylesi: Uşak, kral ve diğerleri

Belki de yalnızlığımız özgürlüğümüzdür: Ağustos Sonu

Ego Chat: Neredesin? Burada mısın? Sen kimsin?

Özgürleştirilmiş Kuşların Masalı: Dil Kuşu

Önce Boşluk, Sonra Oyun, Sonra yine Boşluk: "Mutfak Söyleşileri "

Oyun oyun içinde, izliyoruz, izleniyoruz: "Hamlet"

Kimliğini kaybetmeye zorlanan kadınlar üzerine bir oyun: Lena, Leyla ve diğerleri

Deliliğimizi yüzümüze vuran oyun: Bir Delinin Hatıra Defteri

Çarşı'da bir müstehcen oyun: "Günlük Müstehcen Sırlar"

Kaynak: Birgun.net