William Shakespeare, lise üçteki İngiliz Edebiyatı sınıfımızın üç ağırlıklı konusundan biriydi: Beowulf, Chaucer ve Shakespeare. Beowulf’a yeni çevirileri, hakkında yapılan yorumlar, Grendel üzerine kitaplar (özellikle John Gardner’ın kitabı) ve filmler sayesinde (pek parlak olmasalar da) alıştık. Chaucer, Pasolini’nin gözüyle dünya bakışı biraz değişmiş olarak karşımıza çıktığında biraz şaşırsak da, Geoffrey Chaucer’ı, kendi döneminin İngilizcesiyle yazıldığı için her sayfasında normal metin kadar dipnot okumak zorunda kalsan bile severdim. Sonra da William Shakespeare, tabii. Kendisine fena halde hayran olan İngiliz Edebiyatı öğretmenimizin, ‘Billy Boy’ diye göğsünü yumrukladığını bile hatırlarım.

Hep ilk tanıdığım adıyla, Miss Betty English olarak hatırladığım öğretmenim, eskaza kendini Peter Ackroyd’un 1790’lar’daki Londrası’nda bulsaydı, o Shakespeare coşkusuna kapılır giderdi mutlaka. Ackroyd’la şu sıralarda sık sık karşılaşıyoruz. Hatta ben bunun bir işaret olduğuna karar verip, merak ettiğim bir-iki kitabını istettim. Türkçe’ye çevrilen kitaplarının epeyce bir miktarını YKY’den bulabilirsiniz. Ben de kısa süre önce onlardan biri, “Cinayet Sanatı / Dan Leno and the Limehouse Golem” (çeviri Burçin Karamercan) hakkında yazmıştım. Piyasayı ele geçirmeye kararlı Ackroyd, ondan sonra da Can’dan çıkan “Bir Zamanlar Londra’da / The Lambs of London” (Ayça Sabuncuoğlu çevirisi) ile ortaya çıktı.

Lamb kardeşler, Charles ile on bir yaş büyük ablası Mary, hep merakımı çekmiştir. Yaşadıkları onca zorluğu, Mary’nin zaman zaman bastıran akıl hastalığına rağmen daima birlikte kalışları (“İkili bir bekârlık,” diyor Charles), sevgi bağıyla bağlı oluşları aile ilişkileri konusunda insana umut veriyor. Onları birbirine bağlayan bir başka şey de, edebiyat sevgileri, özellikle Ozan’a olan hayranlıkları. İkisi de denemeler yazıyor, birlikte Shakespeare oyunlarını “Tales of Shakespeare” adıyla çocuk hikâyeleri olarak yorumlamışlar. Küçük bir edebiyat çevreleri var: Bir kısmı Charles gibi East India House’ta çalışıyor ama bu gruba zaman zaman Charles’ın arkadaşları Samuel Taylor Coleridge ile William Wordsworth de dahil oluyor. Hatta Mary bazen Shakespeare oyunlarından bir bölümü, yeni bir yorumla yönetip East India memuru edebiyatseverleri çeşitli rollerde oynatıyor.

Aslında Peter Ackroyd’un yalancısıyım. “Bir Zamanlar Londra’da”da böyle sahneler var. Ama, tuhaftır, Mary’nin ilgi duyduğu ilk erkek olan, kızıl saçlı genç kitapçı, Shakespeare hayranı William Ireland’ı bu oyunlara davet etmiyorlar. Oysa Ireland o sıralarda, Londra’da Shakespeare deyince adı akla gelen ilk kişilerden biri olma yolunda. Üstattan notlar, imzalar, şiirler hatta hatıralık saçlar buluyor. Sonra da işi büsbütün ilerletiyor. Gerçi, bu girişimlerle tarihe geçmiş biri olan Ireland’ın şiirleri ve gotik romanları da var ama Ackroyd işin bu kısmıyla ilgilenmemiş. Zaten, biyografileriyle tanındığı halde, “Bir Zamanlar Londra”nın biyografi değil kurmaca olduğunu belirtmiş.

Daha önce ortaya çıkmamış bir Shakespeare eserinin, hatta bir eserin bir kısmının bile bulunmuş olduğu iddiası, hangi dönemde olursa olsun insanları heyecanlandırır. Bu ihtimal üzerine kurulu romanlar da daima okur bulur. Örneğin, Jennifer Lee Carrel’ın polisiye kitabı “The Shakespeare Secret / Shakespeare Sırrı” gibi. Biz gene de sizi şimdilik Ackroyd Londrası’na davet edelim.

Kaynak: Birgun.net