Türkiye’de iktidarın önünde iki seçenek var. Ya tüm politik sistemi tehdit eden darbe zihniyeti ile mücadele etmek için tansiyonu düşürecek ve diyalog kanallarını açık tutacak ya da mevcut durumu fırsat bilerek otoriter rejimi derinleştirecek. Şu anda görünen, iktidar çevresinde her iki seçeneğin de savunucularının olduğu. Sağ siyasetin ‘akilleri’ ilkinden, ‘tetikçileri’ ikincisinden yana.

15 Temmuz, Türkiye’de AKP başta olmak üzere siyasi aktörlerin ve ordunun ne denli kırılgan olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Gerçek bir sivilleşme ve demokratikleşme programı yerine üst komuta kademesini dizayn etmekle yetinmenin beyhude bir çaba olduğu netleşti. Güvenlik rejimine geçişin, aktörler arasındaki rol dağılımı ne olursa olsun nihayetinde elinde silahı olanı avantajlı konuma getirdiği kaçınılmaz bir gerçek. Bu nedenle güvenlikten sorumlu aktörler arasında satranç oynamak yerine tümünü demokratik denetim mekanizmalarına tabi kılmak tek çıkar yol.

15 Temmuz sonrası Batı dünyasından gelen sinyaller iktidarın ne denli yalnızlaştığının göstergesi. Darbe girişimini kınayan Batılı siyasetçilerin Türkiye’de yaşanan sürece dair düştüğü şerhler ve uluslararası medyanın genel tutumu, Gezi’den bu yana demokratik inandırıcılığı zedelenen iktidarın prestij kaybının devam ettiğini gösteriyor. Hatta şunu söylemek mümkün; Batı medyası, cemaat ile hükümet arasında 17-25 Aralık sonrasında ayyuka çıkan çatışmanın akabinde cemaate yönelen operasyonları Türkiye’deki sol/sosyalist ve Kürt muhaliflere yapılan baskılardan daha çok gündemde tuttu. Burada bir çifte standart olduğu muhakkak. Hükümetin medya ve sermaye operasyonları bu çifte standardın sürdürülmesini kolaylaştırır nitelikte.

Asıl meselemiz iktidarın düşmanı ekarte ettikten sonra ‘ne darbe ne diktatörlük’ diyen demokratik muhalefete karşı nasıl tavır alacağıdır.

Erdoğan ve hükümet, 15 Temmuz sonrasında KHK’ler ile ‘pratik işleri’ meclisi baypas ederek yürütüyor fakat büyük yapısal değişiklikler yapmanın ancak muhalefetin desteğiyle mümkün olduğunun da farkında. MHP yönetimini, parti içi iktidar mücadelesi sırasında kanatları altına alan Cumhurbaşkanı tabanı da sokaklarda arkasına almış gibi görünüyor. CHP yönetiminin darbecilerle birlikte anılma korkusuyla Saray’ın yolunu tutması da “milli mutabakat” imajını parlatan bir gelişme. Her üç partinin içindeki cemaat sempatizanlarını ve de muhalifleri ayıklamak için birbirine ihtiyacı var. “Mutabakat” sadece içerdikleriyle değil dışladıklarıyla da anlam ifade ettiğinden HDP şimdilik ‘tecritte’. Tecridin kalkıp kalkmayacağı çözüm sürecinin canlandırılıp canlandırılmayacağına bağlı.

15 Temmuz öncesinde, yeni anayasa metnine sonbaharda nihai halinin verileceği ve ilk fırsatta referanduma gidileceği konuşuluyordu. Bu seçenek masadan kalkmış olmasa da eskisi kadar kuvvetli değil. OHAL devam ederken ve devlet içindeki ‘ayıklama’ tarihteki en üst noktaya varırken yeni anayasadan önce ‘mini anayasa paketleri’ gündeme gelecek. “Milli mutabakat”ın, kurumlar arası ilişkileri yeniden düzenleyen değişiklikleri mecliste tartışmaya mahal vermeden geçireceğini düşünmek için yeterli nedenimiz var. Anayasa paketlerinin güvenlik, adalet ve eğitim gibi üç temel alanda köklü değişiklikler yaratacağı ise aşikâr. Cumhurbaşkanı daha önce başkanlık ile istediği yetkileri şimdi parça parça alma eğiliminde.

Erdoğan ve hükümet, iktidar alanını zorlayan son dönemdeki en büyük düşmanından kurtulmak üzere. Bu durum hukuk devleti ilkelerine uymak kaydıyla elbette memlekette laik cumhuriyete ve demokrasiye inanların da lehinedir. Fakat asıl meselemiz iktidarın düşmanı ekarte ettikten sonra ‘ne darbe ne diktatörlük’ diyen demokratik muhalefete karşı nasıl tavır alacağıdır. Bugünlerde hükümet en yetkili ağızlardan diğer cemaatlere ‘siz korkmayın’ diyor. Bunca zaman bürokratik mekanizmalar içinde yerleşen, yurtları ve vakıfları desteklenen cemaatlere verilen güvence demokratlardan, sosyalistlerden, muhaliflerden esirgeniyor. Hâlbuki hiçbirimizin emir verecek ‘hoca efendisi’, ‘abisi’, ‘imamı’ yok! El konacak şirketimiz, ihale peşinde koşan patronumuz yok! Siyasetten ‘kontenjan’ oyunlarını, karanlık pazarlıkları, kumpas planlarını değil özgürlük ve emek mücadelesini anlıyoruz.

Türkiye’deki demokratik güçler tasfiye ve yeniden yapılanma sürecini uzaktan izleyemez. Hükümetin tüm siyasi hatalarını eski müttefiklerine havale ederek siyasi sorumluluğunu örtmesine göz yummamak gerekir. Darbeci hevesleri körükleyen aktörlerin uzaklaştırılmasını desteklerken aynı rüzgarda demokratik muhalefetin de torbaya atılmasına karşı çıkmak boynumuzun borcudur. Ülkenin daha fazla yalnızlaştırılmasına, içe kapanmasına neden olacak her hamle otoriterleşmeyi derinleştirir.

Kaynak: Birgun.net