AKP'ye yakın Sabah yazarı Hilal Kaplan, 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili olarak "Bir seferberlik hali yaşıyoruz. Her yeri ahtapot gibi sarıp sarmalamış bir yapıyı tasfiye etmeye çalışıyoruz. Bu yüzden, her mecraya özenle ve cesaretle eğilmek durumundayız. Kırk yıllık bir kuşatmaysa söz konusu olan, üç ayda söküp atmak pek de mümkün değil elbette" dedi. Kaplan, "ODTÜ ve Boğaziçi'nden bir kişinin bile atılmadığı, FETÖ'nün en önde gelen propaganda makinesi olan Mehmet Altan'ın kadrosunun İstanbul Üniversitesi'nde devam ettiği gibi veriler karşımıza çıkıyor" ifadesini kullandı.

Hilal Kaplan'ın "Yabancı vakıflara üniversite yolu kapanmalı"başlığıyla yayımlanan (5 Eylül 2016) yazısı şöyle:

Bir seferberlik hali yaşıyoruz. Her yeri ahtapot gibi sarıp sarmalamış bir yapıyı tasfiye etmeye çalışıyoruz. Bu yüzden, her mecraya özenle ve cesaretle eğilmek durumundayız. Kırk yıllık bir kuşatmaysa söz konusu olan, üç ayda söküp atmak pek de mümkün değil elbette. Hele ki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, FETÖ ile mücadelede büyük ölçüde yalnız bırakıldığı göz önüne alınırsa...

Akademi, FETÖ'nün ilk ve en rahat sızdığı alanların başında geliyor. Eski mensupların anlatımlarına göre, 1970'lerden bu yana ilk hedeflerden biri üniversiteler olmuş. O yüzden cesaretle eğilinmesi gereken alanların da başında geliyor. Son Kanun Hükmündeki Kararname'ye bakınca, yaklaşık yirmi üniversiteden hiç tasfiye olmadığı, örneğin ODTÜ ve Boğaziçi'nden bir kişinin bile atılmadığı, FETÖ'nün en önde gelen propaganda makinesi olan Mehmet Altan'ın kadrosunun İstanbul Üniversitesi'nde devam ettiği gibi veriler karşımıza çıkıyor. Öte yandan Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı'na katılmış olan tüm öğrencilerin FETÖ sepetine atılarak akademik hayatlarının bitirildiğini de görmek mümkün. Bu durumda, YÖK'ün 'büyük' üniversitelere ve 'ağırbaş' isimlere dokunmaktan çekindiği gibi bir izlenim edinmek yanlış mıdır?

Mevzuya şimdilik bu soruyla virgül koyup, başka bir meseleye de dikkat çekmek istiyorum.

AB'ye yönelik demokratikleşme rüzgârıyla, yabancı vakıflara üniversite kurma/ sahibi olma hakkı verildi. Yapılan düzenlemeye göre, vakıf kurucularının ve karar alma mercisinin yabancılardan oluşmasında bir beis yok. Sadece yönetim organlarında yer alanların Türkiye vatandaşı olması gerekiyor. Ki karar alıcılar ne derse, bir yerden sonra yönetimdekiler de onu uygulamak zorunda kalıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaklaşık iki yıl önce, bu uygulamanın kolejler seviyesinde uygulanmasının önüne geçilmesini sağladı. Ancak üniversiteler için durum sürekliliğini koruyor. Buna göre, örneğin Avrupalı veya Amerikalıların kurduğu bir vakıf üzerinden üniversite kurulabilir ya da mevcut bir üniversiteyi satın alarak istedikleri gibi yönetebilirler. Ülkemizin içinden geçtiği durumda, bunun sakıncalı bir hal arz ettiği kanaatindeyim. FETÖ ile işbirliği içinde olan veya başka türden yapıların rahatça akademiye sızması da engellenmelidir.

Bir not

Yazının girişinde belirttiğim gibi bir seferberlik hali yaşıyoruz. Herkesin ülkesini, nefsininüstünde tutarak, FETÖ ile mücadeleye yoğunlaşması gereken bir dönem bu. Ecdadın, şehit ve gazilerimizin ve ailelerinin fedakârlıklarını kendimize emsal kılmak zorundayız. Ancak maalesef fırsatçılar, kriz anlarını da 'nakde' çevirmek peşinde koşmayı sürdürüyor. Karanlık ilişkileri herkesin malumu bazı tipler, kişisel çıkarları için, birilerine köpeklik yapmak için havlamayı sürdürüyor.

Ne var ki, köpeklere takılanlar istikamete varamazlar. Dolayısıyla bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da köpekleri muhatap almaya lüzum yok. Ancak tasmayı tutanlar ayaklarını denk almazlarsa, bu çirkinliği deşifre etmeye mecbur kalacağım. Alnı ak olanlar için, şeffaflık en büyük güçtür.

Kaynak: Birgun.net