SELNUR AYSEVER

“Roman yazmak mı? Benim için, iyileşmek demek” cümlesiyle başlayan roman, okuru şaşırtıcı, gülümsetici, düşündürücü ve satır arası “aforizmalarla” dolu bir yolculuğa çıkarıyor. Çünkü “Albayım”, Türkiye gibi bir roman. Ergenekon Davası’na atıfla örgüt üyeliğinden evi basılan albay, dağdaki gerilla babasını hiç görmeyen bir çocuk, darbede işkence gören solcular, yakılan aydınlar… Yakın tarihe dair tüm olaylar ve figürler “Albayım”da yer alıyor. Absürd ve gerçek; acı ve kahkaha bir arada yaşanıyor, tıpkı Türkiye gibi.

“Albayım” romanının bir özelliği; roman kahramanlarının, roman başlamadan önce de roman bittikten sonra da var olmaları. Çünkü romandaki tüm karakterler, yaşadığımız toprağın insanları olarak her gün karşımıza çıkıyor. Liberal, inovatif, girişimci, Kemalist, milliyetçi, cemaatçi, devrimci kim varsa hepsi mevcut bu romanda.

“Roman karakterleri, kitapların kapağını kapattığımızda orada kalıyorlar sanıyordum; meğerse kitabın kapağını açıp bize hayat verene dek onların da gizlenerek var olmaya çalıştıkları yerler varmış” diyor kahramanımız Kemal Yılmaztürk. “Karakter Yaşatma Lokali”ni anlattığı bu cümle, “hastalıklı solcu” Kemal’in, roman yazmaya karar vererek, yaşamını dönüştürmesini sağlıyor.

Devrimci bir anne babanın çocuğu olan Kemal, annesini de babasını da hiç görmemiş. Babası dağda ölüyor, annesine dair bir bilgisi de yok. Evlatlık alındıktan sonra albayın ilk eşi Fikriye Hanım tarafından büyütülmüş Kemal, “Fikriye annemi kanser ettik albayımla” diyor. Albay ise Fikriye Hanım’ın ölümü ardından Nutuk’tan yaptığı “İhtiyat kuvvetleri olmayan ordular yenilmeye mahkûmdurlar” alıntısıyla Latife Hanım’la yapacağı ikinci evliliğin yolunu aralıyor. Mustafa da Latife’nin oğlu olarak çıkıyor karşımıza. Atatürk’ü ilah olarak gören albay için, eşlerin isimleri de çocukların isimleri de oldukça manidar bir şekilde kurguda yerini alıyor. Yazarın mizahi dili bu ayrıntılarla kendini gösteriyor.

Bu roman, Türkiye tarihinin çekirdek ailede vücut bulmuş hali gibi adeta. Büyük Kurtarıcı’dan başka bir kahraman tanımayan özel harekâtçı albay; liberal ekonominin tüm imkânlarından faydalanarak babaya gurur kaynağı olan bir kardeş ve “muktedir” olmak istemeyen Kemal. Albayla mücadele eden Kemal’in yaşadıkları romanın kurgusunu oluşturuyor. Kemal’in “postal” altında ezilmesiyle, darbe sonrası ezilen, baskılanan toplum arasında benzerlik görebiliyoruz. “Ev, zihin ve vücudum gibi Albayım tarafından ele geçirilmiş ‘rutin’ bir ‘düzen’i, sokaklar ise deneyimi ve gerçek gelişimi simgeler. … Bana göre sokaklarda hayal kurmak, hayalci gerçekçilik kuramına daha uygun geliyordu” diyerek sokağa çıkma sebebini anlatıyor Kemal. Sokaklar ve meydanlar, toplumlar için düzene başkaldırının, düşlerin ve devrimin gerçekliğe büründüğü yerler olmuştur tarih boyunca. “İşgal altındaki düşünme, ilişkilendirme, sonuç çıkarma yetilerimin bağımsızlığını ilan edecektim. Albayımla aramızdaki sorunların içinde en temel olanı sanırım buydu.” Tüm bu göndermelerden hareketle albayı devlet, Kemal’i de halk olarak okuyabiliriz, hatta aralarındaki ilişki zaman zaman devlet-halk ilişkisini çağrıştırır.

Kemal’in fantastik bir dünyası var gibi görünse de, olaylara bakınca aslında öyle olmadığını düşünebiliriz. Kemal’in kardeşi Mustafa’nın, Atatürk’e benzeyen 3 kişiyi bir belediyeye proje olarak satması da; bir çobanın, postunda “Allah” yazdığını iddia ettiği koyunuyla insanları kendisinden geçirmesi de okura “absürd” gelmiyor.

Yazarın sahici bir sadelikle pek çok konuda eleştirisini de okuyoruz romanda. Kemal’in “Kafamın içindeki durum biraz bizimkilerin fraksiyonlarına benziyordu. Tıpkı onların aralarında olduğu gibi kafamda da küçük küçük bir sürü eğilim, hedefi gözden kaçırarak ayrıca sorun oluyordu” sözleri soldaki bölünmüşlüğe; Albayın, “Haberleri BBC’den dinliyorum” demesi de basına yönelik bir eleştiri. Yalnızca politik değil, aynı zamanda kişisel gelişimcilerden psikiyatristlere, iyi edebiyattan televizyon dizilerine kadar uzanan geniş bir yelpazede sözünü sakınmayan bir roman diyebiliriz “Albayım” için.

“Önemli olanın, geri dönmeyi göze alamayacak kadar yol gitmek olduğunu bilmeme karşın bu pek mümkün olmuyor” ve “İnsanın bir anlama ulaşması ne büyük bir mutluluktu” gibi aforizmalardan da söz etmek gerekiyor. Okura düşünsel yolculuk yaptıran, “Karakter Yaşatma Cemiyeti”nin “ilke ve amaçlar” listesi de yaşama dair manifesto gibi durmakta. İnsanın biricikliği, farklılığı, genellemelerden kaçınmanın zorunluluğu gibi maddeler, okura sosyal yaşamında kendisini sorgulatabiliyor.

Yaşam felsefesi “Kendi rutinini seveceksin. Bunu çoğu kişi sıkıcı görür ama ihtiyat buradadır. Bunun dışında ya kaza vardır ya ölüm!” olan albayın, bir gece ansızın evi basılıyor. Albay ve Kemal arasındaki denge bu olayla değişiyor. Yaşamı boyunca “rutin”e karşı mücadele eden Kemal için de, artık devrimci durum doğuyor: “Aşağıdakinin eski tarzda yaşamak istemediği, yukarıdakininse eski tarzda yönetemediği bir duruma gelmiştik nihayet.”

Kemal, kendini hayalci gerçekçi olarak tanımlarken, romanı da özetliyor bir bakıma. Hayalci ama gerçek; gülünç ama acı; umutsuz ama yaşam dolu bir roman “Albayım”. Bu romandan sonra kimi okur “ihtiyat kuvvetleri” bulmaya çıkabilir; kimi okur özgürlük için daha çok yürüyüşe başlayabilir. Ancak roman kahramanları, bu romandan sonra kolay kolay ölmez.

ALBAYIM
Hasip Akgül
Ayrıntı Yayınları, 2016

Kaynak: Birgun.net