ÖZKAN GÖKCAN

Aslında bu kısa yazıyı yazma serüveni Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Rusya’nın Suriye’ye bir sınırı yok. Rusya Suriye’yle niye bu kadar ilgileniyor” sorusuyla başladı desem yanlış olmaz. Cumhurbaşkanı’nın bu sorusunu duyduktan sonra Putin’den bir cevap gelir mi diye beklemedim değil. Sanırım cevap verseydi peşinden şöyle bir soru da yöneltirdi: “Mesele sınırsa Türkiye Mısır’la veya Filistin’le niye bu kadar ilgileniyor?”. Maalesef beklediğim soru gelmedi Putin’den. Ama olsun biz asıl soruya dönelim. Gerçekten neydi Rusya’yı Suriye’ye çeken?

Aslında Türk yönetici elitlerinde, kamuoyunda ve bir grup akademisyende “Rusya’nın Suriye’de ne işi var?” söyleminde hayat bulan bir algının oluşmasında “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreçte Rusya’nın izlediği “sessiz ve derinden” politikanın etkisi olduğunu söylemek mümkün. Rusya’nın Tunus’ta, Mısır’da ve özellikle Libya’da rejimlerin devrilmesi ve Batı’ya yeni nüfuz alanları açılması sürecine doğrudan müdahil olmaması ve mesafeli durarak “bekle-gör” politikası izlemesi, Suriye’de de aynı stratejiyi izleyeceğine dair bir beklenti oluşturmuştu. Bu anlamda Rusya’nın Suriye siyasetinde Beşar Esad’ın da davetinin etkisiyle yükselen rolü, Türk yönetici elitlerinde ve kamuoyunda ciddi şaşkınlık yarattı. Bu şaşkınlığı aşmaya ve Rusya’nın tavrını anlamlandırmaya yönelik yapılan siyasi analizlerde “Rusya sadece Esad rejimine silah satışına devam edebilmek için Suriye’ye girdi” gibi oldukça anlamsız ve yetersiz analizler dahi yapıldı. Anlamsız diyorum çünkü Rusya’nın Suriye’ye yönelik tarihsel ilgisini ve politikasını bilen her araştırmacı Putin’in er ya da geç sürece müdahil olacağını ve bu müdahil oluşun sadece askeri nedenlerle analiz edilemeyeceğini bilebilirdi. Sanırım Türk yönetici elitlerindeki şaşkınlığın en büyük nedeni de Suriye’ye ilişkin yapılan siyasi analizlerde Suriye’nin Rusya için tarihsel öneminin bilerek veya bilmeyerek göz ardı edilmiş olmasıydı.

Bugün Rusya’nın Suriye politikası üzerine çalışma yapan araştırmacıların büyük bir çoğunluğunun Soğuk Savaş dönemine ve bu dönemde SSCB’nin Suriye ile kurduğu sıkı ilişkilere yoğunlaştığını söylemek mümkün. Aslında Sovyetler Birliği ile Suriye arasında Soğuk Savaş dönemi boyunca “saldırmazlık” ve “dostluk” ilkeleri üzerine kurulu ilişkiye bakmak bile bugün Rusya’nın Ortadoğu politikasında Suriye’nin neden özel bir yeri olduğunu anlamamız için yeterli. Ancak ben Rusya’nın Suriye’de ne işi olduğu sorusuna cevap verebilmek için daha eskilere -Rus çarlığı ve imparatorluğu dönemlerine- bakmanın daha açıklayıcı olacağı kanaatindeyim.



Rusların çarlık (1547–1721) ve imparatorluk (1721–1917) döneminde Ortadoğu’ya yönelik izlediği politikada Suriye’nin özel bir konumu olduğunu söylemek mümkündür. Bu özel konum iki temel neden üzerine inşa edilmiştir. Bunlardan ilki Suriye topraklarının Ortodokslar için kutsal sayılan Filistin ve çevresine ulaşımda stratejik bir konumda olmasıdır. Filistin ve çevresi, tarih boyunca Ortodoks Rusların önemli bir dinsel ziyaret mekânı, Rus Ortodoks Kilisesi’nin ise önemli nüfuz alanlarından biri olmuştur. Rus Ortodoksların “hacı” unvanı kazandığı Filistin’e ulaşımları tarih boyunca çoğunlukla Suriye üzerinden gerçekleşmiştir. Bu nedenle Suriye topraklarının Rus Ortodokslar için güvenli bir güzergâh olması, Rus yöneticiler için her zaman önemli bir konu olmuş ve Osmanlı yöneticileri ile yapılan görüşmelerde bu konuya ilişkin hassasiyet sıklıkla dile getirilmiştir. Kutsal görevlerini yerine getirmek için Filistin topraklarını ziyaret etmeye giden birçok Rus Ortodoks, Suriye topraklarını ziyaret etmiş, buradaki Ortodoks Hıristiyan Suriyelilerle ticari ve kültürel ilişkiler geliştirmiştir. Bu ilişkiler 1699 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile imzalan Karlofça Antlaşması’ndan sonra ise daha da sıkılaşmış ve Ruslar o günden bugüne Ortadoğu’daki Ortodoks Hıristiyanların hamisi haline gelmiştir.

Suriye’nin Rusların Ortadoğu politikasında özel bir konumunun olmasının diğer nedeni ise I. Petro veya diğer adıyla Deli Petro’nun 1682 yılında Rus Çarlığı’nın başına geçmesi ile ortaya çıkmıştır. Rusların Ortadoğu politikasında bir kırılma yaratan ve oldukça aktif bir Ortadoğu politikası izleyen I. Petro, tarih kitaplarından hatırladığımız meşhur “sıcak denizlere inme” politikasını hayata geçiren isim olmuştur. Bu kapsamda Suriye topraklarının özellikle Akdeniz’e ulaşmadaki jeostratejik öneminin farkında olan I. Petro, iktidarda kaldığı ve çarlığı koca bir imparatorluğa dönüştürdüğü 43 sene boyunca Osmanlı hâkimiyetindeki Suriye’de Rus nüfuzunu güçlendirmek için özel bir çaba harcamıştır. I. Petro’nun izlediği bu strateji kendinden sonraki Rus hükümdarlarına da yol göstermiş ve Suriye Rusların Ortadoğu ve sıcak denizlere açılma politikasında hep özel bir konumda olmuştur.

Ayrı bir yazının konusu olmakla birlikte belirtmek gerekir ki Sovyetler Birliği’nin Soğuk Savaş dönemi boyunca ve Rusya Federasyonu’nun 1990’lardan bugüne Suriye yönetimi ile kurduğu ittifak odaklı ilişkinin temel açıklayıcısı, çarlık ve imparatorluk döneminden alınan söz konusu mirastır. Bu anlamda Türk yöneticilerin Soğuk Savaş döneminde “Suriye niye Bağdat Paktı’na dahil olmuyor, anlamıyoruz” gibi bir sorusu sorması en naif tabirle ne kadar garip ise bugün “Rusya’nın Suriye’de ne iş var?” sorusunu sormak da o kadar gariptir. İşin kötüsü ise bu gariplik, 2011’den bu yana Türkiye’nin Suriye politikasına her geçen gün daha fazla sirayet etmektedir.

Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi/ Ortadoğu Barış ve Demokrasi Evi Danışmanı

Kaynak: Birgun.net