Tam 400 yıl önce, 23 Nisan 1616’da öldü William Shakespeare. Ama eserleri aradan geçen bu dört asra rağmen geçerliliğini hâlâ koruyor. Cümleleri sadece drama yazımının, şiirin, tiyatronun ve edebiyatın biçimlenişini değil, dünyanın dört bir tarafındaki bireylerin düşünme şeklini de etkilemeye devam ediyor.

Shakespeare eserlerinde süregelen bu güncel etkinin çok farklı sebepleri var elbette. Londra’nın prestijli okulu King’s College’daki Shakespeare Merkezi Direktörü Prof. Gordon McMullan eserlerdeki bu geçerliliği yorumlanışla açıklıyor. “Othello’nun, Kral Lear’ın, Hamlet’in zaman içerisinde nasıl yorumlandığını gözlemlediğinizde, her dönemin kendi Shakespeare’ini yeniden yarattığını hissediyorsunuz,” diyor McMullan.

2016’da, ölümünün 400. yılında anılan Shakespeare’in eserleri bu sene de farklı şekillerde ‘yorumlanmaya’, ‘yaratılmaya’ devam ediliyor. 2016’da filmlerden televizyon programlarına, tiyatrolardan kitaplara kadar birçok farklı kültürel alanda Shakespeare’le ilişkili yeni üretimler gerçekleştiriliyor. Müzisyenler de bu üretimleri farklı boyutlara taşımaktan geri kalmıyorlar. Ki zaten Shakespeare sadece bu yıl değil, tarih boyunca bestecilerin de her zaman ilgisini çekmiştir.

Mendelssohn (Bir Yaz Gecesi Rüyası), Sibelius (Fırtına), Prokofyev (Romeo ve Juliet), Richard Strauss (Machbeth) gibi klasik müzik bestecilerinin Shakespeare’den esinlenerek yarattığı birçok etkileyici eser var. Popüler müzik sanatçıları da İngiliz şairin eserlerini sıklıkla referans aldılar. Radiohead’in Exit Music (For A Film)’i, Lou Reed’in Romeo Had Juliette’i, Bob Dylan’ın Desolation Row’u, Elton John’un The King Must Die’ı Shakespeare’den ilham alan onlarca, yüzlerce şarkıdan sadece birkaçı.

Pop ve klasik müzik bir arada

Klasik müzikle popüler müziği kesiştiren, Shakespeare esintili bir yeni eseri ise, tam da ölüm yıldönümüne denk düşen bir zamanlamayla, geçen hafta Rufus Wainwright yayınladı. Deutsche Grammophon tarafından yayınlanan Take All My Loves: 9 Shakespeare Sonnets adlı albümde Shakespeare’in sonelerinden yola çıkarak bestelenen şarkılar mevcut. Rufus Wainwright, albümde Florence Welch, Martha Wainwright gibi müzisyenlerin yanı sıra William Shatner, Helena Bonham Carter gibi böyle bir projede rastlamayı pek de öngörmeyeceğiniz aktörlere de yer vermiş.
Albümün genelinde opera sanatçısı Anna Prohaska’nın baskınlığı hissediliyor. Shame (Sonnet 10) ve When Most I Wink (Sonnet 43) gibi eserlere yansıdığı haliyle, Prohaska bestelere ciddi bir ağırlık, derinlik ve karanlık katmış. Florence Welch’in seslendirdiği When In Disgrace With Fortune and Men’s Eyes (Sonnet 29) pop temellerine yönelirken, Martha Wainwright’ın liderliğindeki Unperfect Actor (Sonnet 23) ise rock 'n' roll’la kucaklaşmış.
Barok pop, opera ve yer yer rock’ın da nüfuz ettiği bu çok yönlü ve dengesini zor sağlayan albüm, Rufus Wainwright’ın kişisel tarihinde de ciddi yer kaplayan Shakespeare’in müziğe en iyi yansıtıldığı anlardan biri değil aslında. Yine de Wainwright gençliğinde aşka dair duyduğu hayal kırıklığını, yetişkinliğinde ise ölümün acımasızlığını, varoluşun kendisindeki melankoliyi düşünerek okuduğunu söylediği Shakespeare’i, hiç de küçümsenmeyecek ve dikkate değer bir yetkinlikle yeniden ‘yorumlamış’. Wainwright’ın kendi Shakespeare’ini yarattığı bu albüm, bir opera da (Prima Donna) besteleyen müzisyenin farklı müzikal türlerdeki engin yeteneğini bizlere yeniden kanıtlıyor.

Kaynak: Birgun.net